Tuesday, March 25, 2014

Attila, Ankara Opera Sahnesinde, Giuseppe Verdi



Değerli Okurlarım,

Ankara Devlet Opera sahnesinde 22-Şubat 2014 akşamı, müziğini İtalyan besteci Giuseppe Verdi'nin yazdığı "Attila" operası Türkiye Premier'i- yani ilk oynanışı vardı. Biletlerimizi 15-gün öncesinden internette satışa çıktığı saate aldık. Sabah saat 09:30'da biletler satışa çıktı, inanılmaz bir durum oldu 5-dakika içinde tüm parter biletler bitti, Saat 09:34'te 4-bilet zor aldım. Herbiri ayrı yerde oldu.

Premier akşamı operaya erkenden gittik. Sponsorluk yapan Ankara İtalyan Enstitüsü ve İtalyan Elçiliği herhalde tam kadro bizden önce ordaydılar. Sahnede olmayan opera sanatçıları da gelmişlerdi. Daha önce sahnede gördüğünüz değerli bir opera sanatçısını yan koltukta görmek insana gerçek-üstü ortam hissi veriyor. Eğer o sanatçı cast (ekip) içinde ise, o akşam sahne yerine parterde oturuyorsa, ve kendi rolünü oynayan sanatçı ile beraber sanki eko yapar gibi tüm eseri yanınızda söylüyorsa daha değişik bir durum oluyor.

Attila operası için ev ödevimi yaptım, 2-gün üst üste CD'den değişik yorumları dinledim. Müziği kafamda takip eder hale geldim. Ortalarda sol başta yerimiz vardı. Fuayede bizim gibi "kadrolu seyirci" kontejanından olan arkadaşlarımızla buluştuk.

Önce program kataloglarını aldık, zaten konu konusunda herkes hazırlıklı idi, müziği benim gibi önceden dinleyenler vardı. Kataloglar okunacak sonra kolleksiyoner hatırası olarak kütüphanede duracak.

Eser Roma(İtalyan) güçlerinin kendilerini esir etmeye gelen istilacı barbar Hun İmparatoru Attila (hükümranlığı M.S.454-453) ile savaşını anlatıyor. Sert askeri güçler Attila'yı alt etmeye yetmemiş. Romalı kadınların gücü bu işi başarmış. Aslında Roma kayıtlarına göre gerçekte Hunların kralı Attila yüksek tansiyona bağlı burun kanamasından ölmüş. Librettoyu yazan yazar Temistocle Solera, son olayları değiştirmiş. Operanın sonunda Romalı güzel kadın Odabella barbar istilacı Attila'yi kılıçla öldürdü, ve Roma kurtuldu.

Opera ilk kez 1846 yılında Venedik LaFenice operasında sahnelenmiş. Bizde ancak bu yıl sahnelenebildi. Nedeni üstünde çok sayıda yorum yapmak mümkün. "Zamanlaması manidar" mı demeli bilemem.Yönetenlerin sozsuza kadar hükümran olamayacakları fikri, belki düşünülebilir.

Roma'da demokrasi o dönemde yoktu, ama hukuki altyapısıyla bir Roma medeniyeti vardı. Barbar istilacı güç sonunda yenildi yok oldu. Roma yazılı kaynakları olmasa onlar hakkında günümüze birşey kalmayacak, onlar hakkında birşey bilmeyecektik.

Müzik muhteşem üvertürle başladı. Orkestra öne geçti, Orkestra şefi Lorenzo Castriota, orkestradan tam verimlilik aldı. Sahneleme düzgün sürdü. Sahneye koyan LetonyalıYönetmen Andrejs Zagars işini iyi biliyor. Savaş Camgöz'ün hazırladığı dekorlar kullanışlı, pratik ve göz alıcı. Dekorlar çok sayıda değişti, Kristine Pasternaka'nın hazırladığı kostümler uygun makul.

Opera sanatçıları henüz ilk sahnelemenin heyecanı içinde idiler. Sesler bazan ister istemez bozuldu. Bundan birbuçuk asır önce bestelenmiş, Verdi'nin bu gençlik şaheseri Ankara sahnesinde belirdi. Sahneleme eminim 1-2 oyundan sonra iyice pekişecek. İlk oyunda benim gibi konservatuar eğitimi almamış ortalama bir dinleyicinin bile fark edebileceği detaylar hissedildi. İnce seslerin kalınlaştığı, kalın seslerin inceldiği, tizleştiği bölümlerde ister istemez şansızlıklar oldu, ama bunların hiçbiri önemli değil. Sahnede perdeden 2-metre gerisinde sesler duyuluyor, ama perdeden 5-metre gerisine giderseniz ses boğuluyor, seyirci duyamıyor.

Premier , 22 Şubat günü Attila rolünde bas Tuncay Kurtoğlu ilk defa başrol olmanın imtihanını iyi verdi. Ses ve tiyatral olarak çok iyiydi. Foresto rolünde tenor Ünüşan Kuloğlu, Odabella soprano Feryal Türkoğlu, Ezio Serkan Kocadere rollerinin hakkını verdiler. 26-Şubat günlü ikinci sahnelemede Attila rolünde Tuncay Doğu, Foresto Ünüşan Kuloğlu (tekrar), Odabella Reyhan Görbil, Ezio Cem Beran Sertkaya oynadılar. Sonra 24 Mart günü ikinci cast dinledik. 5,16 Nisan geceleri tekrar sahnelendi. 16 Nisan gecesi Attila rolünde bas-bariton Erdem baydar çok iyiydi.  Bizim izlediğimiz her sahnelemede koro ve orkestra, solistlere çok iyi destek verdi. İki perde sonunda eser bitti. CD'lerde 3-perde, ancak bizde 2-perdeye inmiş. Toplam 2-saat, muhteşem güçlü bir opera müziği dinledik.

Giuseppe Verdi'nin Ankara operasında ilk defa sahnelenen "Attila" şaheserini mutlaka gidin görün. Şu anda kapalı gişe oynuyor, 15-gün öncesinden internet satışına açıldığı gün saat 09:30'da bilet alın. Verdi müziğinin keyfine varın. Bu muhteşem eseri arka arkaya bir çok kez seyretmek lazım.

Gelecek sezon tekrar tekrar sahnelenmesi lazım. Aspendos ve Istanbul opera festivallerinde programda olacak. Sakın kaçırmayın. En derin selam ve saygılarımla.


Ankara, 2014-04-17

Monday, March 24, 2014

Termik Santrallerde Proje Finansmanı Zor

Değerli Okurlarım,
Bugünlerde rödovans ihaleleri sonrası termik santral kontrat törenleri yapılmaya başlandı. Yatırımcının zamanı yoktur, parası azdır ve çok kıymetlidir, kendi imkanları ile proje toplam fiyatının %20-30'unu ancak finanse edebilir. Kendisinden taşın altına elini koyması ve proje toplam bedelinin %20-30'u kadarını kendi imkanları ile sağlaması beklenir.

Kalan %80-70 proje bedeli uluslararası finans piyasasında satışa çıkar. Yatırımcı hızlı bir şekilde projesi için finansman paketi sağlayıp işi en ucuz fiyata, güvenilir bir yükleniciye vermek ve parasını bir an önce geri almak ister. Çok iyi danışmanlarla çalışması ve konuya hakim olması şarttır. Milyar dolar projelerin finansman bulabilmeleri için uluslararası etkin- güvenilir danışman şirketlere Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporu hazırlatılması gerekir. Böyle bankable- finansman verilebilir ÇED raporu için projenin sahibi yatırımcı firma birkaç milyon Dolar bedel öder. Bundan kaçış yoktur, kanun çıkarıp "ÇED gereksizdir" kararı çıkarsanız da fayda etmez.

Para verecek finansman kurumları sizden düzgün uluslararası kabul edilebilir ÇED raporunu isterler. Bu raporlarda bizim yurtiçi raporlardan çok daha ciddi araştırmalar vardır.  Her türlü teknik- politik- sosyal risk çok ciddi araştırılır, getirisi götürüsü net ortaya konur. Değerlendirilir, riskler belirlenir.  Bu konularda, yer yıl yenilenerek yayınlanan "IFC, Bankable EIA report" dökümanına bakmanızı öneririm.

Uluslararası değerde güvenilir ÇED raporu ile, görevlendirilen aracı bir uluslararası finansman kurumu proje finansman arayışına girer. Finansmanın bedeli, riski, fiyatı, ödenecek faizi, geri ödeme süresi, para istenmeyen geri ödemesiz süre (grace period) bellidir, kredilendirme kuruluşlarının verdikleri derecelere göre istenen faiz bellidir.
Sonra dünyanın dört bir tarafından, fazlada parası olan, projenizle ilgilenen, parasını burda değerlendirmek isteyen yatırımcı finansman kuruluşları bir araya gelirler, (syndication) ortak finansman paketi hazırlarlar, çok sayıda yatırımcı kuruluş riski paylaşırlar, proje için finansman açılır, basın medya aracılığı ile duyurulur. Finansman çalışmalarına katılanlara, plastik saydam süslü dik konumlu plaketler (tumbstone) dağıtılır. Yazarınızın çalışma masası üstünde de bunlardan birkaç tanesi bulunmaktadır. Finansman kontratı herhalde en az 1000 sayfa, belki daha fazla olabilir. Herşey, her risk, her parametre, tek tek yazılır, her risk fiyatlanır. Avukatlar, finansmancılar, mühendisler, herkes para kazanır.

Uluslararası finansman alabilmek için, bir ülkede belirli şartların olması gereklidir. Piyasasında güven ortamı olmalı, kanunlar olur olmaz zamanlarda keyfi değişmemeli, kanunlar kurallar uluslararası kabul görmüş normlarda (mesela Avrupa Birliği) olmalı, hukukun üstünlüğü, güçler ayrımı, ifade özgürlüğü uygulamaları Uluslararası Toplumun beklentilerine uygun olmalı. Bunlar olmaz ise proje finans riski yükselir, yükselen risk yüksek prim (faiz) ile fiyatlanır, ulaşılmaz,  finansmancıların ilgisini çekmez olur. Bugünlerde bizde durum böyle. Ortalık net değil, riskler belirgin değil, dolayisiyle ortalıkta proje finansman yapılabilir durum yok. Mevcut iç piyasa finans kurumlarının finansman kaynakları kurudu, yeni finansman kaynakları yok.

Bu durumda Uzak Doğu'lu firmalar doğrudan projelerde devreye girerlerse ne olur? Bugünlerde görüyoruz, dünyanın heryerinde komple anahtar teslimi çok ucuz teklifler veriyorlar ve ucuz öncelikli değerlendirmeler ile ihaleyi alıyorlar. Sonra kendi ülkelerinin "Exim" bankaları üstünden projeyi finanse ediyorlar. Kendi şartlarını masaya koyuyorlar. Kendi şartları kabul edilene kadar direniyorlar, bekliyorlar. Sonra çok basit, garantisi, cezası, yükümlülükleri çok sınırlı bir kontrat imzalanıyor.  Yatırımcının elinde hiçbir pazarlık yapma gücü olmuyor.

Çevresel Etki Değerlendirme raporları onlar için  önemli değil. Kendi şartları kabul edilsin yeter. Santral garantileri, kontrat maddeleri içinde kelime oyunları ile anlamsız kalıyor, gecikme, kapasite, verim, performans tutturamama durumlarında  konan cezaların hükmü olmuyor. Çoğunda sürekli işletme için yeterli yedek parça yok. Kamu kurumlarının yıllardır kullandıkları standart şartları kontratlara koyma  yok. En basit 2-aylık kesintisiz deneme süresi (2-months trial period) yok. Siz istemedikçe bir yeni şart ekleme imkanı yok. Siz isteseniz de yok. İlk fiyat ucuz olabilir ama, verilen finansman şartları ile  projenin son  maliyeti hiç te ucuz değil.
Çevre koruma, toz tutma, kükürt tutma sistemleri yetersiz kalıyor, yanma verimleri düşük oluyor, bizim yerli kömür için hiç denenmemiş, işletmede kendini ispatlamamış tasarımlar getiriyorlar. Genelde 2 yıl olan geçici çalışma süresini öyle- böyle tamamlayıp gidiyorlar, geriye zor çalışan devamlı arıza veren problemli santraller kalıyor. Dünyanın heryerinde, benzer tecrübeyi yaşayan yatırımcı, konuyu kendi içine atıyor, saklıyor, açık etmiyor, yenileme, rehabilitasyon harcamalarına geçiyor. Eskiden yüklenici firmalar anahtar teslimi ihaleler sonrası kendi ülkelerinden binlerce işçi getirirlerdi. Son yıllarda bizde yapılan yasal düzenlemelerle uygulamanın önüne geçildi. Artık inşaat, montaj işleri yurtiçi firmalar tarafından yapılıyor. Az da olsa yerli istihdam sağlanıyor.

Yatırıma ayrılan para çok değerlidir, kolay bir araya getirilmiyor. Para hiçbir yerde öyle kolay kazanılmıyor. Proje finansmanı konularında ciddi çalışmalar, yönlendirmeler, sınırlamalar, düzenlemeler yapmak lazım, derim.
***
Ankara Devlet Operasında bu sezon yeni bir opera sahnelenmeye başladı. Saraydan Kız Kaçırma (Almanca asıl adı "Die Entführung aus dem Serail" veya İtalyanca adı "Il Seraglio"), Wolfgang Amadeus Mozart'ın biz operasever Türklere yüzyıllar öncesinden gönderdiği bir muhteşem hediye. Bence ilk Türk Operası, Mozart'ın "Saraydan Kız Kaçırma" operası sayılmalı. Mekan bizim, başrol karakterler bizim, konu bizim, hatta müzik bile bizim. Büyük Mozart bizim için bestelemiş, bu Opera  tümüyle bizim. Opera, 2,12,21 Nisan ve 10 Mayıs günleri tekrar sahnelenecek. Sakın kaçırmayın. Sizler için bu opera hakkında yorumlarımı yakında yazacağım. En derin selam ve saygılarımla.

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


Friday, March 21, 2014

"Carpe Diem" için "Opera 2013-2014"

Ön Söz

ODTÜ Makina Mühendisliği Bölümü esas 1972'de ve uzatmalar ile 1973, 1974 hatta aynı devre okumuş ancak gecikmelerle 1978'de mezun olmuş devre arkadaşlarımız olarak, son üç yıldır her ayın ilk Perşembe günü ODTÜ Mezunları Derneği Vişnelik Kış Bahçesi mekanında toplanıyoruz. Listemiz yüz kişiyi aşıyor, yemeklere yirmi'den fazla arkadaşımız katılıyor.

Bu yemekli toplantıda özel/genel konuşmalar, teknik mevzular, memleket meseleleri, iş alemi dertleri konuşuluyor. Arkadaşlarımızın çalışmaları, sağlık durumları, iyi veya sıkıntılı günleri gündeme geliyor. Dışarıdan misafirlerimiz gelip soframıza katılıyor, grubumuza genç kardeşlerimizi katıp bu grubu hep devam ettirmeyi düşünüyoruz. Toplantılarda "Chatnam House" kuralları uygulanıyor yani açıklanan bilgileri kullanmak var, ama kaynak belirtmek yok.

Yaz mevsiminde ara vermeden önce son toplantılarımızdan birini Mustafa Kemal Yünel hocamızın Akyurt Yünel fabrikasında yapıyoruz. 3 Nisan 2014 Perşembe günü saat 11:45 - 16:00 arası yemekli öğle toplantımız, Mustafa Kemal Yünel Hocamın Akyurt Yünel fabrikası, idari bölüm genel müdür katı kütüphanesinde idrak edilecek. Bu toplantı öncesi değerli Mustafa Kemal Yünel hocam için bir hediye yapayım istedim. Şarabın en iyisi yakında Kalecik ilçesinde, zaten var. İçeceğimiz topu topu bir kadeh şarap. Başka birşey düşünmek gerekti.

Hocam için, ev şarabı, ev kurabiyesi hazırlar gibi bir ev imalatı kitap hazırlıyayım, istedim. 2013-2014 sezonu içinde İzmir'de yayınlanan "Ekonomik Çözüm" kağıt basılı gazete, Ankara'da çıkan Türkçe "ODTÜ'lüler Bülteni" dergisi, İngilizce "TurkishWeekly", Istanbul'da yayınlanan İngilizce "Cornucopia" dergilerinde çıkan Opera ile ilgili Türkçe - İngilizce makalelerimi bir araya getirdim. Hepsini önce kendi blog sayfama yükledim, sonra  "blog2print" yazılımı ile bunları pdf kitap haline getirdim.

Bu kitap değerli Mustafa Kemal Yünel hocam içindir. Kitabın hazırlanmasında beni teşvik eden, yardım eden, editörlük yapan, destek olan Faruk Akdemir Hocama, yardımları için Şükrü Durukan Başkanıma, Fatma Çölaşan Hocama, İznik'te mukim Ender Batur Hocama, burda teşekkürlerimi sunuyorum. Ankara, 3- Nisan 2014


Yazarınız Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir. 

LaTraviata Napoli San Carlo Operasında

Değerli Okurlarım,


Rivayet muhtelif, belki tenor Enrico Caruso ile ilgili olabilir. Meşhur İtalyan Tenor Lucciano Pavarotti, vergi beyannamesi dolduruyormuş. "Bakmakla mükellef olduğu kişiler"- sorusu gelmiş, "La Scala Operası" yazmış. 

Bir keresinde İngiltere vizesi için Büyükelçilik vize bölümüne başvuru yapacağım. Başvuru föyünde - cevabı benzer bir soru var. "İngiltere'ye gidiş sebebiniz?" Cevap olarak "Royal Opera House'ta Donizetti'nin L'Alisir D'Amore Operasını seyretmek." yazsam çok mu gayri ciddi olurdu- diye düşünmeden edemedim.  Dönüşte bileti göstermem gerekir miydi acaba?? 

İtalya'nın Napoli kenti San Carlo Operasında Ferzan Özpetek tarafından sahneye konup yönetilen Guiseppe Verdi'nin "La Traviata" operası başladı. Aralık ayında 5-15 tarihleri arasında hemen her gece sahnelenecek. Sonra yok, bitiyor. 

Geçtiğimiz hafta gazetelerde Napoli San Carlo sahlemesi konusunda çok sayıda yazı çıktı. YouTube içinde arama yapınca kısa tanıtım videoları çıkıyor. Nasıl yapmalı? Direk bir uçuş varmıdır? Yoksa Roma'ya uçup Hızlı Trenle Napoli'ye gitmek ve o akşam Operayı seyretmek, ertesi gün aynı yoldan geri dönmek nasıl olur? Acaba Ferzan Özpetek aynı sahnelemeyi Istanbul Süreyya Operasında yapamazmı? 

Munich Bayerische StaatsOper, Ocak 2013 içinde çok sayıda opera sahnelemeye başlıyor. Bakarsınız en üst 6. balkondan seyrediyor oluruz. Şu anda parter internet biletleri bitmiş. Gişeden balkon biletleri var. Bazı eserleri high-density HD kalitesinde internet üstünden online parasız verecek.
Paris Bastille ve Garnier Operalarını yakın takip etmekte fayda var. Paris opera binalarına yakın, makul fiyatlı bir kalacak yer bulmalı. Üst üste iki gece. Para dediğin keyfince harcamak içindir. Yediğimiz sebze yemeği belli, içtiğimiz bir bardak su, yarım bardak kırmızı şarap.
Aslında programa göre Yekta Kara'nın yönettiği yine modern bir sahneleme ile 23-24-25-26 Ocak 2013 günleri "LaTraviata" Istanbul Süreyya Operasında var. Üst üste dört gün, en azından iki kez arka arkaya gitmek harika olur.

İzmir'in kıymetini bilelim. İstanbul'da sadece Kadıköy Süreyya sahnesi var. Fulya sahnesi sadece konser için kullanılıyor. Taksim AKM ne durumda belli değil. 

Ankara Devlet Opera Sahnesi yenilendi ancak 800 seyirci kapasiteli, yer bulmak zor. Operet sahnesi trafik karmaşası içinde. Ostim Leyla Gencer sahnesinin yerini kaç kişi biliyor? CSO yeni konser salonu inşaa halinde. Eski bina inşaat makinalarının otoparkı oldu, girmek çıkmak çok zor. TOBB Söğütözü 3500 seyirci kapasiteli salon nadiren konserler için açık. ODTÜ KKM öncelikle konferans ve öğrenci konserleri için kullanılıyor. Bilkent Senfoni   konser sayısını azalttı ve sadece Basso konserleri için ayrılmış. MEB Şura salonu, Gazi Konser salonu küçük ve konser amaçlı. Opera için yer yok

İzmir öylemi? İzmir'de Opera için başta tarihi muhteşem Elhamra sahnemiz var. DokuzEylül Üniversitesi Sabancı Salonu var. AKM-ASO Salonu var. GüzelYalı Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezinde üç ayrı salon var. Ayrıca Karşıyaka Opera Tiyatro Sahnesi var. İzmir farklı. İzmir harika. İzmir sadece Ege Bölgesinin değil tüm yurdumuzun Kültür Başkenti. Burda isteyen nerdeyse her gün bir sanat olayına katılabilir.
 
2012-12-26




Enerji ve Opera

Değerli Okurlarım,

Ekonomik Çözüm ailesine yeni katıldım. Okuyacağınız yazı buradaki ilk yazım olacak. Isınma, alışma, yazısı. Tüm çalışma hayatım termik santral işinde geçti.

Ben yatırımcının her enerji alanında daha çok yatırım yapmasını isterim. Çevreye uyumlu, çevre insanı ile dost yatırımlar yapmasını isterim. Ben çevreci değilim, termikçiyim.


Zaman içinde Termik santral çalışmalarına uyumlu kendime göre uğraşlar edindim.
Bence enerji sektörünün müziği Opera'dır. Operalar içinde de en sert, en haşin, en muhteşem Alman Richard Wagner Operalarının müziğidir.

Doğalgaz endüstrisi denince benim aklıma Guiseppe Verdi'nin bestelediği Nabucco geliyor.
"Nabucco" denince sizin aklınıza boru hattı geliyor, aslında biliyorsunuz "Nabucco", boru hattı müzakereleri sırasında Viyana operasında oynanan bir Verdi Operasıdır.


Bu yıl Izmir Opera’mızda harika eserler var. G.Verdi "Otello", G.F.Haendel "Agruppine", Johann Straus "Çingene Baron", W.A.Mozart "Saraydan Kız kaçırma", kaçırılmaması gereken yapımlar. Bale programı çok daha güzel, Igor Stravinski "Ateş Kuşu", Theodorakis "Zorba", J.S.bach "Fırtınalı Duygular", G.Verdi "Kamelyalı Kadın", Adolphe Alkan "Gieselle", Leo Delibes "Sylvia" muhteşem eserler. Umarım hakkıyla sahneye konur.


Geçen dönem Ankara Operasında "Yekta Kara" Hanım "Macbeth"i sahneye koymuştu. Oyun, sahneleme, orkestra muhteşemdi. "Macbeth" operası siyasi iradeye bir anlamda ince mesaj gönderiyordu. Aşırı yetki ve hırs bunları isteyene zarar verebilir,
Yeni dönemde bir "Richard Wagner" operası Ankara ortamına iyi gider diye düşünüyorum, Wagner'in anti-semitik eğilimli olması, anlayana gerekli entelektüel mesajları verir.
Almanca oynanması şart, İtalya'da bazen İtalyanca Wagner oynuyorlar, çok yumuşuyor, etkisi kayboluyor, komik oluyor. LaScala'da artık Wagner operaları Almanca oynanıyor.

Niye Wagner? Bence "termikci"lere en iyi Wagner Opera müziği gider de ondan.
Ne zaman bir termik santral sunumu izlesem, ne zaman bir konferans, panel, fuar, sergi gezsem, fonda Wagner müziği vardır. Nedendir bilmem, zor sert bir müzik belki ondan herhalde.


Şu anda "Dünyanın hangi operasında Wagner Operası sahneleniyor?" diye google taraması yaptım, Moskova'da 7 ayrı opera sahnesi var, Bu yıl uzun zamandır ilk defa Wagner sahneleyecekler.
Berlin Deutscher Oper'da Wagner var, Hamburg Stat Opera'da var, Munich Bayerische Opera'da var, Milano LaScala’da var, Die Walküre, Paris'te 3 ayrı Opera sahnesinde Wagner sahne alıyor,
New York Metropolitan'da Wagner sahnelemesi repertuarda var.
Londra Royal Opera House repertuarında Wagner var.
Israel TelAviv Operasında yok, çok normal tatsız WW2 geçmişi hatırlatıyor. Prague Operasında Wagner bu yıl repertuarda yine var. Flying Dutchmen ve, Tristan ve Isolde- Budapest Operası repertuarında çok sayıda Wagner operası var, inanılır gibi değil.

Viyana Devlet operasında sadece Ucan Hollandalı var. Sydney Operasında Wagner bir sure yok, BuonesAires Operasında Tristan ve Isolde var.

Türkiye’de durum nasıl? İzmir Operamızın repertuarında "Uçan Hollandalı" var, ancak bu yıl oynamıyor, Ankara Operasında Wagner "TannHauser" herhalde ilkbaharda sahnelenecek.

İstanbul Süreyya Operasında herhalde henüz öyle bir Wagner çalışması yok, ilerde belki olur, olsa ne iyi olur.

Biletleri internetten, Ankara ve İzmir için 15 gün, İstanbul için sahnelenmeden 30 gün önce alabiliyorsunuz. Sabah saat 09.30 da internet sayfasını açmalı hazırda bilet almak için beklemeli, internet sayfası "buyur gel biletini al" deyince derhal teyakkuza geçmeli.


Sonra o günler için İstanbul ve Ankara'da kendimize iş/ program/ görüşme/ seminer ayarlamalı, nasıl olsa önümüzde 15 gün zaman var, Bilet almak öyle kolay değil. Bir kere ortadan biraz geriden alacaksın, bir gün sol köşeden, diğer gün sağ köşeden alacaksın, ön orta iyi değil, salonu iyi göremiyorsun, sahnelenme sırasında salonda da oyun oynanabiliyor, arkanda ne oluyor anlamıyorsun.


Balkonlar ancak salonda yer kalmamışsa alınır, eğer tek başına gidiyorsan, ve mecburen balkonda yerin varsa, birinci perdeden sonra salona ineceksin, bos koltuk bakacaksın, yer gösteren görevliler sana anlayış gösteriyorlar, kendileri salonda/ parterde boş bir yer bulup seni oturtuyorlar,
Balkondan seyretmek öyle kolay değil, düz baktığında sadece seyirciyi seyrediyorsun, sahneye için sağa veya sola devamlı bakmaktan başın tutuluyor.

Opera ya öyle hazırlıksız gidilmez! Evde, arabada, işyerinde, kaset, CD, iPod, mp3 çalar alacaksın, PC’de youtube açacaksın, hiç ara vermeden dinleyeceksin, en az 1-2 gün hatta bir hafta boyunca başka müzik dinlemek yok, her bir nota ses müzik kafana girecek, Opera konusunda konservatuar eğitimi almamış olsan da baştan sona melodiyi kafanda takip edebileceksin.


Opera'ya geliyorsan koyu renk takim elbise gömlek, kravat giyineceksin, benim lafım erkek seyirciye, futbol maçına gidiyormuş gibi kot pantolonla operaya gelmek önce kendine saygısızlık.  Maça gidiyorsan takım formanı giy, operaya geliyorsan takım elbise giy, hanımlar zaten kendilerine yakışanı biliyorlar giyiyorlar.


Erken gidip -en geç bir saat öncesinden- salonda yerini alacaksın,  oyun başladıktan sonra kendi aralarında sinemadaymış gibi konuşanlar çok olur, onlarla takışmaya gerek yok! "Şişt" filan demeye, surat asmaya, uyarmaya gerek yok, yerini değiştir daha iyi, bırak hayatında bir kere Opera'ya gelmiş zaten, konuşsun, bir başka uyaran nasılsa çıkar -belki kendisi anlar konuşulmaması gerektiğini.


Program kitapçığından mutlaka almak lazım, kaç kişi geldiyseniz o kadar program kitapçığını beklemeden almalı, son dakikada konu okunmaz, zaten konu belli, perde üstündeki dijital yazıları okumak için kendini zorlama, kendini müziğin keyfine bırak, zaten çok tanıdık bildik bir müzik, mutlaka bir yerlerde duymuşsundur. Son arada sade kahve içmek insanı uyanık tutar. Opera sonrası araba sürmek kolay olur.

Milano LaScala operasında seyirci affetmiyor, beğendiği sanatçıyı çiçek yağmuruna tutuyor, beğenmediğini belli ediyor, bizde standart alkış var, çiçek göndermek yok, aslında ön sıralar çiçek getirmeli, beğendiği sanatçıyı çiçek yağmuruna tutmalı.


Çıkışta yürüyüş mesafesi bir Kafe'de yarım saat geçirmek, kahve ya da salep içmek iyi olur, kalabalık dağılır, taksi bulmak daha kolaylaşır. Operasız kalmayın... Sıra Termik santrallere gelecek. 
2012-09-22


“La Bohéme”, Giacomo Puccini, Bilkent Odeon

Değerli Okurlarım,

27 Haziran 2013 perşembe akşamı “ma-aile” Ankara Bilkent Odeon'a gittik, harika bir orkestra, muhteşem yorumcular dinledik. Koltuk minderlerimizi getirdik, pet su şişelerimiz, her ihtimal için polar battaniyelerimiz, şallarımız, dürbünlerimiz , kameralarımız herşey hazır. Ailenizin opera yazarı da defteri kalemi ile herşeyi sizler için yazmaya hazır,

Daha önce “YouTube” taraması ile evödevi yaptım. “La Bohéme” operası başka yerlerde orkestra konseri olarak nasıl sunulmuş onları buldum.

Roma 1987 ve Amsterdam ConcertGebauw 2013, Angela Gheorghiu- Luciano Pavarotti, Modena 2001 konseri, NewYork Central Park'ta 2011 yılında yağmur altında verilen Andrea Bocelli- Pretty Yende konseri, ve Anna Netrebko- Rolando Villazon Berlin 2006 konserleri, videolarını izledim.

Italya Verona Opera festivali kapsamında açıkhava konser alonu haline dönüştürülmüş futbol stadyumu çok ilgi çekici idi.

Dikkatimi çeken akustik olmayan açık hava konserlerinde eko yapmayan, parazit yapmayan, güçlü mikrofonlar kullanıyorlardı, sanatçılar şefin hemen yanında idiler ve sadece aryaları söylüyorlardı. Rol yapmak yoktu.

Biletlerimizi saat 19:30'da gişeden aldık, yerler numarasız. Saat 20'de kapılar açıldı, seyirci tecrübeli, herkes öğrenmiş, alt ön orta metal perfore koltuklar hemen doldu, biz üst ön orta kısımda yer bulduk, arkadan sonra geç gelecek çocuklar icin yer kaptık, saat 20:30'da basladı, dört perde- tek ara ile devam etti,

Bulgar karma festival opera korosu 16 kadın 16 erkek, sahnenin arkasında uzakta kaldılar, birşey anlamadık, koronun sopranoları 2. Perde çocuk korosu şarkılarını da söylediler,

Bence çocuk şarkılarını yine çocuklar söylemeli, eskiden öyleydi, benim küçük oğlum 10-yıl önce üstad şef Antonio Pirolli'nin yönettiği sahnelemede iki-yıl süreyle LaBohéme operasında sahneye çıkmıştı. Bende her sahnelemeyi büyük keyifle seyretmiştim

Aspendos antik anfitiyatr benzeri 4000 seyirci kapasiteli mekanda yan ve üst tribünler boştu, sesleri duyabilmek için ön ortaya doluştuk, yine de birşey duyamadık, veya çok zor duyduk, diyeyim. Sanatçılar hareket etmeden sadece önlerine bakarak ancak seslerini duyurabildiler, sağa sola arkaya döndüklerinde, sesleri duyulmaz oldu.

Orkestra ortada, oyuncular önde, şef oyuncuları, oyuncular şefi görmeden oynadılar, önlerine konan 3- büyük TV ekranı ne derece faydalı oldu, şüpheliyim.

Tanıtım broşüründe sahneye koyan yönetmenin ismi yok. Modern hoş bir sahneleme olmuş. Kostümler daha bir güncel, oyuncular 2-şişe herhalde Angora kırmızı şarap bitirdiler, bir kocaman Trabzon ekmeği sepette geldi, portmanto ortada sorun oldu, neyse sonunda sahne dışına attılar,

Ben “La Bohéme” Operasında Mimi (Burcu Uyar) ve Müsetta (Görkem Ezgi Yıldırım) rollerini severim. Akşam her iki sanatçı da rollerinin hakkını tam verdiler. Tiz kadın sesleri daha rahat bize kadar geldi.

Şair Rodolfo (Bülent Bezdüz), ressam Marcello (Serkan Kocadere), filozof Colline (Tuncay Kurtoğlu) güzel dengeli tecrübeli seslendirme yaptılar.

Schaunard (İnanç Makinel), Benoit (Umut Kosman), Alcindoro (Beran Sertkaya), Parpignol (Serkan Bodur) kısa rollerde destek verdiler. Ancak erkek sesleri zor duyuldu,

Orkestra muhteşem, seslendirmeleri nerdeyse kusursuz. Şefimiz "Işın Metin" kontrollü, dengeli, harika, solistler birbirinden iyi, ancak mekan akustiği felaket.

Bilkent yaz konserleri artık Festival düzenine geçmeli. Yer mekan var, ilgili bilgili seyirci var, harika kusursuz bir orkestra var, muhteşem sesli solistler var, daha ne bekliyoruz??

Akustik eminim nasıl olsa düzeltilir, umarım bu muhteşem eser, gelecek sonbaharda tekrar seslendirilir. Arkası diğer klasik operalar ve daha büyük festival düzenlemeleri ile gelir. Zor zamanlarda operasız kalmayın. En derin saygılarımla.

Haluk Direskeneli, ME'73, Ankara, 28 Haziran 2013


Tosca, Ankara Opera Sahnesinde, 2013.

AteşeMiliter Binbaşı Mustafa Kemal bey Tosca'yı Sofya Operasında defalarca nasıl izledi?
Değerli Okurlarım,
Tosca Operasını kaç kez seyrettiğimi artık unuttum. Her seyredişimde kendimden geçiyorum. Sahneye koyan yönetmen İtalyan Vincenzo Grisostomi Travaglini eşsiz çalışma yapmış.
Travaglini 2000-2002 yılları arasında İtalyan hükümetinin görevlendirmesi ve bizim onayımızla Ankara Devlet Operasında çalışmış. Bu sürede çok sayıda İtalyan operasını Ankara'da sahneye koymuş. Aralarında Tosca en öne çıkanı olmuş. Aradan yıllar geçti, aynı sahnelemeyi yapıyoruz, ve biz seyirciler sanki ilk oynanış, sanki ilk premier gibi seyrediyoruz. İşin içinde eserin sağlamlığı, her döneme hitap edişi de var.
Bundan tam 100 yıl önce, 1913 yıllarında genç bir subay, Kurmay Binbaşı AteşeMiliter Mustafa Kemal Bey acaba nasıl bir ruh haliyle Sofya Devlet Operasında bu eseri seyretti, hep merak ederim. İkinci perdedeki “Kahrolsun saltanat, yaşasın Hürriyet (Vittoria, Vittoria)” aryası onun genç ruhunda kimbilir ne fırtınalar kopardı. Defalarca arka arkaya seyretmiş, Tosca rolündeki sopranoya platonik aşkla tutulmuş. Zaten Tosca'yı oynayan sopranoya aşık olmamak elde değil.
Genç Türkiye Cumhuriyetinde opera olsun istemiş, 1936'da konservatuar kurulabilmiş, 1940'larda ilk sahnelemeler yapılmış. İlk star soprano Semiha Berksoy, Tosca roluyle Ankara'da büyük ün kazanmış. Üst perde Türkçe digital tercüme imkanı, o günlerde olmadığı için, seyirci anlasın diye eser Türkçeleştirilmiş, Türkçe tercümesini o sıralar Çankırı cezaevinde yatan Nazım Hikmet yapmış. Hoş bir duyuru afişi günümüze kadar gelmiş.
1930'larda Çankaya Köşkünü gözümün önüne getirmeye çalışıyorum. Büfe şeklinde bir büyük Alman plakçalar seti, iki tarafında büyük hoparlörler, altında bir raf, içi 78 dönüşlü taş plaklar. Nerden biliyorum, çünkü benzer set, Alpullu, Turhal şeker fabrikalarının misafirhanelerinde de var-dı. Kamu kurumları ve devlet erkanı için alınmış. Rafta müzik seti ile beraber satın alınmış sayısız operalar, opera plakları var-dı. 1970'lerde artık bu müzik setlerinin zamanı dolmuştu, önce 33'lik plaklar, sonra kasetler piyasaya çıktı, taş plakların değerini kimse anlamadı, sağlam kalanları değerini bilen koleksiyonerler kapıştı.
Cızırtılı üstü çizik bir 78'lik plaktan Tosca opera'sını orijinal dilinde ilk defa Alpullu misafirhanesinde dinlemistim. Ortaokul ve Lisede iken Ankara Devlet operasında oynadığı her sezon Tosca'yı izledim. Orijinal İtalyanca seslendirme çok farklıydı.
Aradan yıllar geçti, her 10-Kasım günü Tosca'yı bir daha, bir daha dinliyorum. Sevgili Atatürk'ü bir daha hatırlıyorum, bir daha rahmetle anıyorum, ruhuna dua ediyorum. Bugünleri ona borçlu olduğumu daha iyi anlıyorum. Tosca'yı sevgili Atatürk, Sofya'dan sonra bir daha sahnede izleyememiş. Çankaya akşamlarında fırsat olduğunda keman, piyano, şan sanatçılarından kısa bölümler dinlermiş. Yanlız kaldığında taş plaktan dinlemiş olmalı.
Tosca operasında aşk var, ihanet var, politika var, işkence var, tecavüz var, şiddet var, cinayet var, kurşuna dizilerek idam var, intihar var. Muhteşem bir müzik var. Her 3- ana karakter kendi aralarında yarışıyorlar. Her sahnelemede farklı bir oyun ortaya çıkıyor.
Tosca, İtalyan besteci “Giacomo Puccini” tarafından bestelenmiş, 3-perdelik bir operadır. Operanın yazılı metni- Libretto'su, Luigi Illica ve Giuseppe Giacosa tarafından ortak yazılmış. Aslında bir tiyatro eseri, “La Tosca”, Victorien Sardou tarafından yazılmış, opera olarak sahnelenmeden önce tiyatro eseri olarak oynanmış. 1900'lerin başında Istanbul'da değişik kumpanyalar tarafından Osmanlı seyircisine de görünmüş.
Opera olarak ilk sahnelenişi 1900 yılında Roma “Teatro Costanzi” de olmuş. Opera sanatının en dramatik- en trajik eseri olarak yer almış.
2013 yılında yine çok sahnelenme yapıldı. Orkestra Şefi Alessandro Cedrone çok iyi yönetti. Sahneye koyan Travaglini, Ankara'ya artık gelemiyor, başka şehirlerde opera sahneleme yapıyor, ancak hakkını verelim bize çok büyük bir sanat transferi yaptı.
Dekoru hazırlayan Nihat Kahraman ve kostümlerde Nursun Ünlü için teşekkürden başka söyleyebilecek çok bir şeyim yok. Nursun hanımın Tosca tuvaletleri harika olmuş.
Gelelim operadaki karakterlere. Önce “Floria Tosca”, 1800'ler İtalyasının Toskana bölgesinden Roma'ya gelmiş tanınmış bir güzel oyuncu. Bu karakteri en iyi canlandıran sanatçı rakipsiz şekilde “Maria Callas”. Cd'leri hala çok satıyor. Günümüzde Fiorenza Cedolins, Angela Gheorghiu ve Renee Fleming en iyiler. Youtube üstünden izlemek mümkün.
Tosca, bu yıl Viyana operasında, Milano LaScala ve NewYork Metropolital operalarında oynandı. Münih operası repertuarında devamlı var. Odtü Mezunları “Opera Geceleri” etkinlikleri içinde yakınlarda mutlaka bir DVD izleyeceğiz. Her Perşembe saat 20:00'de Salon56'da bir yeni DVD opera gösterimi var.
Ankara Opera sahnesinde Soprano Feryal Türkoğlu bu rolde muhteşem. Ses yoğun, lirik, duygusal, dengeli, kusursuz. Teatral Oyunu harika. Birinci perdede turuncu elbiseli kıskanç kadın, ikinci perdedeki çaresiz örselenmiş, tecavüze uğramış kadın,
İkinci perdede yemek masası üstünde bıçağı bulan, intikam için gözleri parlayan, kötü adamı kalbinden bıçaklayan, sonra şamdanları yerde yatan kötü adamın iki tarafına bırakıp sahneyi terkeden kırmızı elbiseli muhteşem oyuncu.
Üçüncü perdede sevgilisini kurtardığını zanneden, ölmeyi bekleyen sevgilisine sevinçle kurtuluşu müjdeleyen, sonunda herşeyini kaybeden, kale surları üstünde en son haykırışını veren talihsiz güzel kurban.
Değişmeli olarak 4. oyunda sahneye gelen soprano "Seda Aracı", güzel sesi ve oyunculuğu ile ayrı bir soluk, ayrı bir hava getiriyor.
Sonra “Mario Cavaradossi”, ressam, yurtsever karakter. Önceleri olgun “İhsan Ekber”, sonra tecrübeli “Aykut Çınar”, şimdilerde yeni star “Murat Karahan” rolün hakkını her seferinde verdiler. Birinci perdeki duygusal arya, ikinci perdede “Kahrolsun saltanat, yaşasın hürriyet” aryasına, üçüncü perdede “Elveda” şarkısına bırakıyor.
En son kötü adam baskıcı, her dönemde görülebilecek yetkilerini kötüye kullanan, iktidar yöneticisi “Il Barone Scarpia”. Birinci perde sonunda koroyla beraber söylenen arya benim için opera tarihinin en müthiş sahnesi. Defalarca Cd'den dinledim.
Bir operada çocuk korosu çocuklardan oluşmalı. Küçük oğlum, yıllar önce Antonio Pirolli'nin yönettiği Tosca operası çocuk korosunda birinci perde aynı sahnede 2-sezon söyledi, belki bundan bu operayı bu kadar çok seviyorum.
Scarpia'nın ikinci perdedeki kötülükleri sergilemesi, işin boyutlarının istenirse nerelere vardığını anlatıyor. Yemek masasında şarap eşliğinde akşam yemeği, bu arada soruşturma, işkence, tecavüz herşey var. Sonunda Tosca tarafından bıçaklanarak yere düşüşü inanılmaz. Ölüyor ama emirleri öldükten sonra da yerine getiriliyor, sanki kendinden sonra ortaya çıkacak yakın geçmişin ve günümüzün baskıcı yöneticilerini haber veriyor, onları sahneliyor.
Bu rolde uzun süre "Eralp Kıyıcı", muhteşem sesi ile rakipsiz-di. Son 5- oyuna "Erdem Baydar" geldi. Almanya eğitimli yeni oyuncu, henüz sesi çok güçlü değil, ancak Scarpia rolüne değişik bir teatral yenilik getirdi. Gülüşü, alay edişi, işkence emirleri, politik baskı, rüşvet eğilimi, şantaj, itici tavırları çok değişik, çok farklı. Daimi kadroya yeni geçti, çok sevindik.
Ben operada kötü adam karakterlerini severim, içimizdeki saklı kötülükleri ortaya çıkarırlar. Onlardan nasıl kaçınmamız gerektiğini bizlere anlatırlar. Her yerde her zaman bir kötü Scarpia vardır. Onlarla mutlaka başetmek lazımdır.
Tosca operası 21 Aralık günü Ankara Devlet Opera sahnesinde son olarak oynayacak ve bu sezon bitecek. Operasız kalmayın. En derin selam ve saygılarımla.

2013-12-15

Verdi'nin "Aida" operasi İzmir AASSM sahnesinde

Değerli Okurlarım,

Bizim opera kültürümüz 1904'lere kadar uzanıyor. Osmanlı topraklarındaki ilk opera salonu İzmir'de inşaa edildi. Dört kat balkonu olan, Paris Operası benzeri Smyrna Opera binası 1904-1922 yılları arasında hizmet verdi. Yabancı Opera gurupları geldiler, 1917'de Rigoletto burda sahnelendi. İlk Operamız 1922 yangınında yandı bitti kül oldu, anıları silik sepya fotoğraflarda, soluk afişlerde ve hafızalarda kaldı ama Opera sevgimiz hiç bitmedi.

İzmir Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezinde (AASSM) Verdi'nin "Aida" operası sahne alıyor. Devlet Opera Balesinin web sayfasında önce 15,17 Şubat günleri oynanacağı duyurusu yapıldı. Sonra günler değişti 22,24 Şubat oldu. Sonra tekrar değişti 22 Şubat tek gün kaldı. Bu duyurular biletler satışa çıkmadan yapıldığı için bilet değişimi yok. Sadece bizim kişisel programlarımız karıştı.

Kendimi 22,24 Şubat günleri için hazırlamıştım. 28,30 Mayıs günleri ben burda değilim. Yani ne olacak? Ben şimdi "Aida"yı göremeyecekmiyim? O kadar hazırlandım. İtalya Verona, Milano LaScala DVD çekimlerini seyrettim. CD müziğini defalarca dinledim.

Şimdi Aida operası üstüne makale yazamayacakmıyım? Bir tek sahnelemeyi görerek makale mi yazılır? Diğer ekipler yok mu? Tek ekip (cast) ile mi oyun kuruldu? Tek tesellim 22 Şubat biletlerinin full (tam) satılmış olması. Opera kapalı gişe oynayacak. İzmir opera seyircisi opera yönetimine herhalde mesajını iletmiştir. Daha çok sayıda bize opera sahnelemesi yapın. "Aida"yı diğer opera sahnelerine de götürün. Programınızı yapın sonra değiştirmeyin.

AASSM'de operayı seyrettikten sonra gece yarısı Bostanlı'ya gitmek ayrı bir macera oluyor. Arabanız varsa, çevre yolundan geceyarısı nerdeyse 1-saat araba sürmek zorundasınız. Şehir içinden de geçmek mümkün ama her ışıkta dur-kalk sürücüye zor geliyor. En kolayı Konak'tan Karşıyaka'ya vapurla geçmek.

AASSM'de sahne büyük, görkemli dekorlar rahat yerleştirilebiliyor. Elhamra sahnesinin yer- dekor imkanı sınırlı. Bir eser yerleştirildimi, arka arkaya oynanması gerekiyor. İzmir AASSM büyük salon 1225 seyirci kapasiteli. İzmir Elhamra, Istanbul Süreyya Operası, Ankara Opera Sahnesi kapasiteleri en fazla 600-800 kişilik.
Münih Operası ise 2000'den fazla seyirci alabiliyor. Bizim opera sahnelerimiz küçük fakat samimi, sıcak ortamlar. Akustikleri çoktan çözülmüş. Heryerinden müziği duyarsınız, sahneyi görebilirsiniz.

Münih Operasında ise balkonlarda sahne için karanlık görülmeyen yerler var. İzmir AASSM ve Elhambra sahnelerinde opera seyretmek, bence Münih'te seyretmekten daha keyifli. Eve dönüş heyecanı ayrı bir durum.

Münih ile bizim sahneler arasındaki başka fark, aralarda biz sadece çay- kahve içebiliriz. Orda ise bir kadeh soğuk beyaz veya kırmızı Montepulciano içebiliyorsunuz, bardağı 4 Euro. Bir yarım bardak Montepulciano aralarda iyi gider, eğer sunum- satış varsa hiç kaçırmam, Münih'te otomobilim yok, eve tramvayla dönüyorum, pek rahat.

Bizim sokaktaki Cafe'nin kapısında Almanca bir not var, saat 22:00'den sonra alkollü içki satışı yok. Kayak merkezlerinde alkolsüz veya düşük %1.5 alkollü bira satışı var. Daha yüksek alkollü satışı yok. Şarap sadece 1-bardak veriliyor. Kayakta fazla sıvı almak rahatsızlık yapıyor, doğanın ortasında tuvalete taşınmak kolay değil.

Yurdum ortamında, evde akşamları yemek sırasında yerli ürün açarım. Yemekte birer kadeh iyi gider. Kalecik Karası, Öküzgözü, Boğazkere en sevdiklerim. Kullanılan kükürt kokusu gitsin diye bir sürahide (decanter) 10-dakika bekletmek iyi olur.

Az miktar bir bardak kalite malt bira da yemekte iyi olur. Münih'te 6 adet büyük bira üretim markası var. Löwenbrau, Hofbrauhaus, Augustinerbrau, Hacker-Pschorr, Spaten ve Paulaner. Bunlar arasından Paulaner bira fabrikası, tramvay ile bize bir durak ötede, nehir kıyısında biraz yüksek bir tepenin üstünde bulunuyor.

Gasteig konser salonuna gidiş yolu üstünde. Ön tarafında, geleneksel Bavyera dekorasyonlu güzel geniş bir lokantası var. Gasteig Konser salonuna yürüyerek giderken önünden geçiyoruz.

Merak ettik, bir seferinde evden erken çıktık, Paulaner lokantasında, pencere yanı bir masada yemek yedik. Yemek- mutfak çok önemli değil, Alman mutfağı çok basit, her zamanki gibi et- balık, yanında sebze – patates garnitür. Bizim mutfağın zenginliği yok.

Orda önemli olan bira çeşitleri, Normal %5-6 alkollü biranın yanında, %2-3 alkollü light-bira, %8-9 alkollü sert-bira (tadı biraz acı) ve alkolsüz limonlu, meyvalı biralar var. Münih'te bizim sokaktaki Tengelmann süpermarkette bu saydığım bira üreticisi firmaların bira çeşitleri bulunuyor. Paulaner için en az 10 (on) ayrı çeşit var. Diğerlerini ve çevre ürünleri sayarsanız bira çeşidi sayısı yüzlerce.

Fiyat, bir şişe 50cc bira için 1 Euro'dan az. Bizdeki fiyat bildiğiniz gibi 2 Euro eşdeğerinden fazla. Almanlar birayı, yemek yanında yenen ekmek gibi algılıyorlar. Benim adetim, bir yemekte sadece bir şişe (50cc) bira içmek, hatta onu da misafirlerimle paylaşmak şeklinde. Bulursam yerel sek bir kadeh kırmızı şarap aslında önceliğim oluyor.

Gittiğin yerde üretilen yerel içkiyi tüketeceksin. Yunanistan'da, İtalya'da, İspanya'da yerel şarap, Almanya'da bira iyi gider. Viyana'da PowerGen Europe Enerji konferansı sırasında Avusturya'nın yerel beyaz şarabından tadım yaptım. Avusturya'da yerli olarak üretilen Chardoney imiş. Avusturya Kırmızı şarabı benim damak tadıma hiç uymadı.

Ben alışmışım yoğun makul fiyatlı ama çok kaliteli bizim KalecikKarası sek kırmızı üzüm ürününe. Böylesi Almanya'da yok veya eğer varsa çok pahalı.

Almanya'da çok sayıda bira çeşidi var, ancak İzmir'in tek tip yerel %100 malt birası benzeri bence herhalde hiçbir yerde yok. Burda anlattıklarım, tamamen bana ait kişisel seçim, beğeni. Kişisel seçimlerin doğrusu yanlışı yok. Anlattıklarımda bilimsellik konusu, kaygusu yok.

İzmir'de bira seçimi kolay. Alsancak Kordonboyu ve bizim mekan Karşıyaka Bostanlı sahilindeki Cafe'lerde bardakları ayrı soğutuyorlar, keyfine doyum olmuyor. Bostanlı sahilinde yapılan akşamüstü yürüyüşü bambaşka.

AASSM'de 22-Şubat sonra 28,30 Mayıs akşamları Verdi'nin "Aida" operası var sakın kaçırmayın. Yaz mevsiminde Antalya Aspendos Festivalinde de herhalde oynayacak. Aspendos sahnesine çok güzel gider. Orda açık havada seyretmek ayrı bir keyif.

En derin selam ve saygılarımla.



2014-02-20

Rigoletto in Naples 1924, Ankara Opera House

A Personal Opinion
Dear Readers,
Today we shall talk about latest Opera performance. Giuseppe Verdi's "Rigoletto" was on stage in Ankara Opera House six times in last season. Ankara Opera house was established in early new republic years of 1930s. In our local opera environment, a critic/ writer is expected to be graduate of conservatory with education on classical music, in order to write an essay on an opera performance, and s/he has to be constructive at all times since opera performances are hard to play. I feel that this conception is not true. We do not have only music, but we have decor, costumes, roles, characters, and environment on the stage. If you are an opera fan, you should write and comment on what you feel.

Money does not buy everything for you, but money can buy you opera tickets. Enjoyment is up to you. Before writing this article, I saw "Rigoletto" opera in all six separate nights.

Rigoletto is a character of 16th century, a Clown. Opera is based on a story written by Viktor Hugo in year 1832. Libretto (lyrics) is written by Francesco Maria Piave in accordance with the censorship of the time so that time, place and names were changed. First performance took place in Venice in 1851. In Ankara opera house, first performance was in year 1950. I remember classic opera performance of Rigoletto at 16th century in Mantua when I was a kid. At that time, "La Donna Mobile" in 3rd act was translated and sung in Turkish as "Women are fickle," now it is played in original Italian, and up- screen digital translation is "Women are variable", surely it is more accurate.

In year 2010, I watched Rigoletto in Hamburg opera house in classic 16th century Mantua environment. I was played non-stop without any brake, started at 17:00 completed at 19:00 hours. We were too tired to watch, singers should have spent great effort at that time to complete. My seat was at the last row of parter.
Singers were mostly foreigners, with a few German nationals in leading roles and in choir.

In the opera, womanizer Duca di Montova seduces daughter of Earl of Montereno. Rigoletto makes fun of Earl, the father then curses him. Later Rigoletto's daughter Gilda is abducted, and raped by Duca. Rigoletto, to take revenge for his daughter's shame, hires a contract killer- Sparafucile to kill Duca. Final ends very painful.

Before watching Opera performance, I listened to the CD at home and at work many times. More or less, I was able to follow the tunes, after my listen count multiplied, I could follow more easily. I loved the melodic tune of Verdi's opera from start to finish.

The most beautiful full version as in YouTube video was one that was made for the movie in real Italian Mantua environment. "Placido Domingo", was playing the character of Rigoletto. I watched for more than two hours without breathing.

"Luciano Pavarotti" playing in the role of "Duca di Mantova" in Vienna State Opera was also extravagant, sumptuous, and extraordinary.

New York Metropolitan Opera, performance was adapted into "LasVegas 1960" environment for year 2012 staging. Duca plays "Frank Sinatra" like character, and "Marilyn Monreo" emerges as the Countess. Rigoletto, is now a nightclub bartender.

National Opera in London in year 1982, they played as adapted into "New York Mafia" which was a modern staging environment.

Wales Opera, American President's office (The Oval Office) have been used for the new adaptation. Duke was too flirtatious, and he was President John F. Kennedy.

In modern staging, hunchback clown Rigoletto is now a normal human being.

Directed by Mrs. Yekta Kara in Ankara Opera House, we are now in 1924 Mafia environment in Naples, Italy. There are many beautiful women on the stage.
We have more than 40 hit men of local Mafia organization whose boss is Duca. We wonder why we have more than 40 male voices in Mafia choir, where other performances do not have more than 20 members. Mafia choir sound is so high - so great that front seats of audience should have been abused with high volume.

Bariton Eralp Kiyici plays Rigoletto character, with a great- perfect sound as usual, however we have the impression that he is in 16th century Mantua character but not in year 1924 of Naples. Maybe he could not escape his classic role as he played many times earlier.

On the other hand, Bariton Çetin Kıranbay plays the same role, clad in a more modern character of Rigoletto, with a great "Al Pacino" look added.

Three beautiful soprano voices alternately starring in Ankara Opera with gorgeous appearance. In the role of Gilda, Çiğdem Önol, Görkem Ezgi Yıldırım, and Esra Çetiner.

I felt that I need to watch each one of the three nights, and I bought tickets to all three performances. We do not have any other similar new Opera staging this year in Ankara.

The role of "Duca di Mantova" is played by tenors Ihsan Ekbar, Şenol Talınlı and Murat Karahan, all strong, lyrical male sounds. But they should avoid physical contacts with the girls to explain how charming- how flirtatious they are. Tenor Ihsan Ekbar, lost his voice in the last act, however recovered later.

I will make certain distinction between our sopranos. Çiğdem Önal is an experienced great voice, but I wonder if she did heat up her voice properly earlier, so in the first act, her sound was too weak. We heard director's- angry, sad, desperate, frantic reaction from her soundproofed cubicle. Anyhow our soprano has reached to her melodic tone later.

On May 22, our lead Gilda character was played by young newcomer extraordinary Görkem Ezgi Yıldırım. She played the role of innocent young girl, Gilda, her age, her physical structure with her melodic soft sound were all very appropriate.

Last soprano, Esra Çetiner in the role of Gilda is another new talent, she performed an excellent character.

Esra and Görkem are still young, and in this role in particular are very convenient. We hope that soon we shall see them on great opera stages around the world.

Duke (Duca di Mantova) role is played by tenors Ihsan Akbar, Senol Talınlı and Murat Karahan. My personal feling is that Murat Karahan was the best, with appearance, voice and young flirtatious manners.

Singing aria"La Donna Mobile" song is not correct while sitting on a chair with legs on the table. The body could not produce sound properly. Voice choking. In New York Metropolitan Opera, the same song inspired by "Frank Sinatra", Duca, is standing on the stage as if he is singing rock music.

In the 2nd and 3rd acts, the engine voice of the platforms were mixed with orchestra's music. It should be avoided. It is also too difficult for leading roles to climb third floor of scaffolding, and then they start to sing. It is too tiring.

We have a new interpretation in the last act. Rigoletto commits suicide with a gun, upon agony of loosing her daughter, then opera fills with last mighty sad music of orchestra. This is new. Is it true? I do not know. Rigoletto is staging a suicide for the first time.

Although in our traditional environment, I would expect Rigoletto to take his revenge. Rigoletto should live with his suffering. This is an easy and politically incorrect solution for Rigoletto's fate. Anyhow final was very dramatic.

Duca and Sparafucile live at the end, and we feel that justice is not fulfilled.

Short roles in "Contessa di Ceprano", Güzin Yildiz, Meltem Gençtürk, Sinem Mustafaoğlu, enticing the role of Maddalena, -Yetişer Ferda, Oylun Erda, Sebnem- especially in the role of the bad guy assassin Sparafucile- Tuncay Kurtoğlu, Sabri Karabudak, Can Kocaay- were so good. I love the opera villains. It is too difficult to play the role of the bad guy right. I congratulate each one of them separately.

"Rigoletto" in Ankara Opera house was the work of exceptional world- class staging. Opera house was full in all three nights with many audiences at standing at sides. Mafia choir was perfect and strong from start to finish. Conductors, Rengin Gökmen (1st-2nd nights) and Alessandro Cedrano (in all the rest) accomplished extraordinary work.

Rigoletto opera was later repeated on stage in Aspendos Opera festival in Antalya, also in Istanbul Opera Festival in last summer. We hope to see in the next season in Ankara Opera house stage again.

With deepest regards.

Ankara, March-20, 2014
@energyanalyst_


Opera'larda yeni sezon ne var?

Değerli okurlarım,

Odtü Mezunları Derneğimiz Ankara Vişnelik tesislerinde hafif müzik var, Jazz var, popüler müzik var, Türk Sanat müziği var, nadiren şan var, sinematek gösterimleri var, ama bugüne kadar Opera yok-tu. Bundan sonra büyük salonda her hafta düzenli olarak her Perşembe akşamı saat 20:00'de DVD'den opera seyredeceğiz.

Değerli yönetmenimiz Yekta Kara tarafından modern kurgu ile sahnelenen Verdi'nin "Rigoletto" operası Ankara Opera sahnesinde oynanacak. Puccini'den "Tosca", Verdi'den "Macbeth", Mozart operaları “Don Giovanni” ve “Saraydan Kız Kaçırma” programda yine var.

Yeni olarak Verdi’nin “Attila” ve Wagner’den “Das RheinGold” operaları başlıyor.

Istanbul Süreyya'da Benjamin Britten “Kötülüğün Döngüsü”, Mozart “Opera Müdürü”, Salierri “Önce müzik sonra söz”, Donizetti “Aşk iksiri”, Strauss “Ariadne Naksos'ta”, Offenbach “Hoffman'ın masalları”, programa konmuş.

Samsun operasının yeni, heyecanlı, yetenekli, genç bir kadrosu var. Bu sezon Giocomo Puccini'den "Madame Butterfly" ve "La Boheme", Mozart’tan “SihirliFlüt” operalarını oynayacaklar.

Izmir Opera’mızda harika eserler var. Donizetti “Don Pasquale”, Haendel “Agrippina”, Verdi “Aida”, Puccini “Madame Butterfly”, Bellini “La Sonnambula” kaçırılmamalı.

Mersin'de, Puccini “La Boheme” ve “Madame Butterfly”, Bizet “Carmen” oynuyor.

Antalya'da, Verdi “La Traviata”, Smetana “Satılmış Nişanlı”, Donizetti “Lucia Di Lammermoor”, Puccini “Tosca”, Mozart “Figaro'nun Düğünü”, Cherubini “Medea”, Ali Hoca “Lale Çılgınlığı”, Verdi “Macbeth” sahnelenecek.

Geçen dönem Ankara Operasında "Yekta Kara" Hanım "Macbeth"i sahneye koymuştu. Oyun, sahneleme, orkestra muhteşemdi. "Macbeth" operası siyasi iradeye bir anlamda ince mesaj gönderiyordu. Aşırı yetki ve hırs bunları isteyene zarar verebilir,

Yeni dönemde bir "Richard Wagner" operası Ankara ortamına iyi gider diye düşünüyorum, Wagner'in anti-semitik eğilimli olması, anlayana gerekli entelektüel mesajları verir. Almanca oynanması şart, İtalya'da bazen İtalyanca Wagner oynuyorlar, dramatik etkisi kayboluyor. LaScala'da artık Wagner operaları Almanca oynanıyor. İzmir Operamızın repertuarında "Uçan Hollandalı" var, ancak bu yıl oynamıyor, Ankara Operasında Wagner "TannHauser" belki ilkbaharda tekrar sahnelenecek. İstanbul Süreyya Operasında herhalde henüz öyle bir Wagner çalışması yok, ilerde belki olur, olsa ne iyi olur.

Bir şehrin zenginliği operasıyla belli olur. İzmir'de iki(2) opera var, Elhambra sahnesi ve Adnan Saygun Kültür Merkezi. Üçüncü Opera binası Karşıyaka Bostanlı'da yapılıyor. Ankara'da Opera Sahnesi ve Leyla Gencer Kültür Merkezi var. Istanbul'da ise sadece Süreyya var. Antalya Haşim İşcan güzel bir mekan. Mersin tarihi salonda çalışıyor. Samsun operası da çok güzel.

Biletleri internetten, Ankara ve İzmir için 15 gün, İstanbul için sahnelenmeden 30 gün önce alabiliyorsunuz. Sabah saat 09.30 da internet sayfasını açmalı hazırda bilet almak için beklemeli, internet sayfası "buyur gel biletini al" deyince derhal teyakkuza geçmeli. Kış aylarında en büyük keyif benim için başka şehirdeki operaya gitmek.

Sonra o günler için o şehirde kendimize iş/ program/ görüşme/ seminer ayarlamalı, nasıl olsa önümüzde 15 gün veya 1-ay zaman var, Bilet almak öyle kolay değil. Bir kere ortadan biraz geriden alacaksın, bir gün sol köşeden, diğer gün sağ köşeden alacaksın, ön orta iyi değil, salonu iyi göremiyorsun, sahnelenme sırasında salonda da oyun oynanabiliyor, arkanda ne oluyor anlamıyorsun.

Balkonlar ancak salonda yer kalmamışsa alınır, eğer tek başına gidiyorsanız, ve mecburen balkonda yeriniz varsa, birinci perdeden sonra salona ineceksiniz, boş koltuk bakacaksınız, ışıklar sönünce bulduğunuz yere oturacaksınız, yer gösteren görevliler size anlayış gösteriyorlar, kendileri salonda/ parterde boş bir yer bulup sizi oturtuyorlar, balkondan seyretmek öyle kolay değil, düz baktığınızda sadece öndeki seyirciyi seyrediyorsunuz, sahneye için sağa veya sola devamlı bakmaktan başınız tutuluyor. Öndeki protokol koltukları boş ise, hemen oturun, sanatçılar boş koltuklara oynamayı hiç sevmezler.

Opera ya öyle hazırlıksız gidilmez! Evde, arabada, işyerinde, kaset, CD, iPod, mp3 çalar alacaksın, PC’de youtube açacaksın, hiç ara vermeden dinleyeceksin, en az 1-2 gün hatta bir hafta boyunca başka müzik dinlemek yok. Her bir nota ses müzik kafana girecek, Opera konusunda konservatuar eğitimi almamış olsan da baştan sona melodiyi kafanda takip edebileceksin.

Opera'ya geliyorsan koyu renk takim elbise gömlek, kravat giyineceksin, benim lafım erkek seyirciye, futbol maçına gidiyormuş gibi kot pantolonla operaya gelmek önce kendine saygısızlık. Maça gidiyorsan takım formanı giy, operaya geliyorsan takım elbise giy, hanımlar zaten kendilerine yakışanı biliyorlar giyiyorlar.

Erken gidip -en geç bir saat öncesinden- salonda yerini alacaksın, oyun başladıktan sonra kendi aralarında sinemadaymış gibi konuşanlar çok olur, onlarla takışmaya gerek yok! "Şişt" filan demeye, surat asmaya, uyarmaya gerek yok, yerini değiştir daha iyi, bırak hayatında bir kere Opera'ya gelmiş zaten, konuşsun, bir başka uyaran nasılsa çıkar, belki kendisi anlar konuşulmaması gerektiğini. Sevmezse bir daha zaten gelmez.
Münih operasında en ufak çıt çıkarsan herkes yüzüne kötü kötü bakmaya başlıyor.
Milano LaScala operasında seyirci detone olan sanatçıyı affetmiyor, beğendiği sanatçıyı çiçek yağmuruna tutuyor, beğenmediğini belli ediyor. Moskova'da ayağa kalkıyorlar ve sahneye yaklaşıyorlar, sanatçılara demet demet çiçek atıyorlar.

Detone olan, sesi kısılan, şarkıyı unutan sanatçının operadan ayrılması lazım, sesine- kendine- sağlığına dikkat etmemiş, hazırlanmamış, sesini gerektiğince ısıtmamış.

Bizde eser bitince sadece standart alkış var, çiçek göndermek yok. Ön sıralar çiçek getirmeli, beğendiği sanatçıyı çiçek yağmuruna tutmalı.

Program kitapçığından mutlaka almak lazım, kaç kişi geldiyseniz o kadar program kitapçığını beklemeden almalı, son dakikada konu okunmaz, perde üstündeki dijital yazıları okumak için kendinizi zorlamayın, kendinizi müziğin keyfine bırakın, zaten çok tanıdık bildik bir müzik, mutlaka bir yerlerde duymuşsunuzdur.

Son ara verildiğinde bir fincan sade kahve içmek insanı uyanık tutar. Opera sonrası araba sürmek daha kolay olur. Çıkışta yürüyüş mesafesi bir Kafe'de yarım saat geçirmek, kahve ya da salep içmek iyi olur, kalabalık dağılır, taksi bulmak daha kolaylaşır. Operasız kalmayın...

Haluk Direskeneli, ME'73, Ankara, 02-Ekim 2013
HalukDireskeneli at gmail dot com