Thursday, December 26, 2013

Oberstdorf, Almanya kayak merkezi



Oberstdorf, Almanya kayak merkezi, 
21-22 Aralık 2013 cumartesi - pazar
WeinKlause Hotel, PrinzenStrasse 10, Oberstdorf, tel 08322/ 9693-0

Değerli okurlarım,

Yurtdışı ile bağlantılı çalışanların Noel ve yılbaşı süresi boş olur. Batılı şirketler çalışmazlar. Size bir kış tatili verirler. Biz işaleminin insanları böyle zamanlarda ailecek makul fiyatlı kış tatili yapmak isteriz. Kartepe, Kartalkaya, Erciyes, Palandöken iyi mekanlardır. Yurtdışında da benzer mekanlar tercih edilebilir. Ben bugün size Almanya'nın en güneyinde Alp dağları eteğinde yer alan Oberstdorf kayak merkezi mekanını anlatacağım.

Cumartesi sabahı Münih'te 05:00'te çalar saat sesiyle kalktım, duş tuvalet traş, bavul hazırdı, küçük oğlum kayak ayakkabılarını, kayakları ve sırt çantasını hazırladı, kayak tulumlarını giydik, 0630'da evden çıktık, hava karanlık, 

SilberhornStrasse metro durağına gittik, tren 06:50'de geldi, saat 07:00'de  Münih merkez istasyonununda -hauptbahnhof'taydık. Mehmet  makinadan kredi kartı ile 2-kişilik 2. Mevki tren bileti aldı, iki kişi 27€, bilet alma konusunda yardım isteyen bir yasli alman hanıma yardım ettı. Bufeden mozarella peynirli taze sandviç ve kahve aldık, 

Oberstdorf trenine bindik. 07:20'de kalktı, 2-saat 15 dakika çok rahat hızlı bir tren seyahati yaptık, tarım arazisinden koylerden gectik, cok sayıda gunes tarlası- solar panel field- ağır ağır dönen rüzgar gülleri gördük. Köy evlerinin, ambarların, ahırların ustu gunes panelleri ile doluydu. Saat 09:30'da  Oberstdorf tren istasyonunda indik, tren istasyonu kitapçısından boş zamanlarımda okumak için son Economist dergisini aldım. 

Sonra yuruyerek otele vardık, odamızı aldik, suit daire en ust catı katı, plazma tv, wifi, banyo, rahat yatak, sıcak bir ortam. Gecesi 2-kişi için kahvaltı dahil 123€ 

Otelin arkasında termal kaplıca var, kişi başı 2-saat termal havuz 9.50€. Ancak yanımda mayo yok, bir başka sefere umarım.

Yol boyu kiliselerde Christmas çanları çalıyordu, önünden geçtiğim büyük Evangelist kilisenin kapı camından içeri baktım, içerde kalabalık cemaat dua ediyor, yerel şarkılar ilahiler söylüyordu, dualar, ilahiler, şarkılar, vaaz Almanca idi.

Esyaları, çantaları otele bıraktık, teleferik istasyonuna yuruduk, ilk gun Mehmet kendi kayak takımları ile tek başına 2037 metre yukarı Nebelhorn kayak pistine çıktı, 2-günlük bedava kayma biletini işletti, yukarı pistlere çıkış biletini aldı. Günlük kayak kirası 23€. 

Yukarda yamaç paraşütü yapanlar, slalomla atlama imkanları da vardı.

Oberstdorf sokakları benim gibi yaşı ilerlemişlerle doluydu, sokaklarda 2-tur gezdim, küçük bir sevimli köy, bolca kışlık spor kayak malzemesi, kayak elbisesi satan dukkanlar var. ancak fiyatlar büyük şehir fiyatlarından daha yüksek. Oberstdof bana bizim Beypazarı benzeri bir yörel turizm merkezi izlenimini verdi.

Tüylü Bavyera sapkaları, yürüyüş bastonları, yöresel peynir, yerel bira, her türden dükkan, marka esyalar. Kitapçı büyük ama icinde ingilizce kitap yok. Şehir merkezindeki Danısma bürosunda hersey Almanca, insan burda Almanca'yı kolay ogrenir, adama zorla ogretirler.

NordSee fastfood balık lokantasında Norveç somonu yedim, alkolsuz  bira içtim, toplam 13€ verdim, sokaklarda gezdim dolastim, cokca fotograf cektim, hava bulutsuz acık, ortalık serin, yollarda yaslı ciftler, bebeklı genc aileler yuruyor, 

Mehmet yasindakiler yukarda 2000 metrede ski - kayak yapıyor, snow-board sayısı artmış,  cok sayıda pıst cok sayıda teleferik var, bizim apart Weinklause Hotel kucuk mazbut sevimli, guzel, kilisenin hemen az ilersinde, buraya daha sık gelinebilir, hatta yaz aylarında gelinir, uzun yuruyusler yapılabilir, Münih'e biraz uzak, gunu birlik herhalde yorucu olur ama tek gece- cumartesi kalmalı herhalde iyi olur

Mehmet burayi begenmiş, genelde hep siyah (en zor en dik) pistte kaymış.  dogasi cok guzel fazla kalabalik yok. Pistler az ama guzel - bombe pek yok, Garmisch ve Zugspitze gibi. Daha rahat kayilıyormuş, yani çünkü buz yok zemin daha iyi. Bu arada butun gunu Nebelhorn tarafinda gecirdi, diger yerler daha buyuk ve siyah pist bütün gün gunes aliyor yani Garmisch'in siyah pistlerine göre daha iyi, daha rahat kayiliyor. Mehmet 1645'te otele geldi, bütün gün kaymış, yorulmuş, pek memnun, banyo yapti.
Aksam yakındaki bir wienerWald lokantasinda tavuksuyu corba içtik, bademli uzumlu elmalı yarım tavuk yedik, bira içtik. Toplam 35€ verdik. Köyde gezdik, 

Ertesi gün harika açık büfe kahvaltı yaptık. Geleneksel Bavyera elbiseli genç kızlar kahvaltı servisi yapıyorlardı. Salam sosis tabağına bakmadım, ne olur ne olmaz, peynir, reçel ve yumurta , çay ve meyvasuyu aldım.

Pazar sabahi kahvalti sonrasi otobüsle başka bir kayak pistine- Fellhorn Gipfel- Bergschau  bölgesine gittik, 2037 metre yükseklikte kafe'de çay içtim, kayanları seyrettim, burası da siyah (çok dik, çok zor) pist, bana göre hiç değil. Doğum tarihi 1953'ten önce olanlara indirim bileti var 39€ yerine 25€. Yaşımı artık kabullendim, zaten ortalık ben ve benden daha yaşlı insanlarla dolu. Gençler kayak pistinde.

Benim gözüm bu kadar dik, zor pistlerde kaymayı yemedi, Oturdum çay içtim, elmalı kek istedim. Dik pistlerde kayan sporcuları seyrettim, yeni makale yazdım, memleketin ağır siyasi gündeminden uzak olmak bana iyi geldi. Arada bir böyle kar-kış tatili yapmak lazımmış, yurdum gündemi insanı ne kadar çok yoruyor.

Sonra yukarda 2037 metre irtifada tüm gün geçti, öğle "spagetti alla Bolonaisse souce" tabak yanında yarım bardak Montepuchiano, 9€- aldık aksamustu 18:20 treni ile Münih'e trenle dönüş yaptık. Benim için harika bir kış tatili oldu. Durumlar boyledir.  
Yeni yılınız kutlu olsun. Sağlık ve mutluluk dolu bol kazançlı geçsin.
Slm ve saygılar

Oberstdorf, Almanya, 26- Aralık 2013

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

http://www.ekonomik-cozum.com.tr/

Monday, December 23, 2013

Demokratik teamüller hakkında kişisel gözlem,


Değerli okurlarım,

Demokrasilerde seçimle işbaşına geçmiş siyasi liderlerin iyi eğitimli olması beklenir. Angela Merkel, Vladimir Putin doktora (PhD) yapmışlar, Barack H. Obama hukuk konusunda doktora eşdeğeri, Francois Hollande ve David Cameron kamu idaresi konularında diploma sonrası eğitim almışlar, Iran Cumhurbaşkanı Ruhani Ingiltere Glasgow üniversitesinde hukuk doktorası yapmış, Arapça ve İngilizce biliyor. 

İyi eğitimli siyasi liderlerin ülkeyi daha  iyi yönetecekleri, ülkeyi dertten problemlerden savaştan uzak tutacakları beklentisi vardır. Ekonomik göstergeleri daha olumlu tutacakları, enflasyonu düşük, ekonomik büyümeyi yüksek tutacaklarına güven vardır. Olur olmaz sınır ötesi meceralardan uzak duracakları beklenir.

Demokratik yöneticilerin aynı zamanda sağlıklı olmaları beklenir. Periyodik sağlık kontrollerinden geçerler. Sağlık raporları kamuoyu ile paylaşılır. Basketbol oynarken Obama'nın korunmasız yüzüne gelen top dudağını kanattığı zaman, bundan herkesin haberi olur. George W. Bush'un boğazına çerez kaçtığını, nefes alamaz olduğunu herkes bilir. Bill Clinton'un Oval ofiste yaptıklarını da herkes hemen öğrenir.

Liderlerin sağlık sorunları demokratik olmayan ülkelerde saklanır, devlet sırrı olur. Rusya devlet başkanları  Lenin, Stalin, Brejnev, aynı gizli tutulan sebebten, yüksek tansiyona bağlı beyin kanamasından  bu dünyadan ayrıldılar. Son dakikaya kadar kimsenin haberi olmadı. 

Bizde sevgili Atatürk'ün durumu son 3-aya kadar halk tarafından bilinmiyordu, ancak ortada 2. Dünya savaşı ve Hatay sorunu vardı. Bülent Ecevit'in parkinson durumu çok belirgin idi,  herşey ekranlarda ortada idi, ama görevini devretmeyi nedense düşünmedi. Kalp krizi "emr-i Hak" birşey demeye imkan yok, Turgut Özal, Haydar Aliyev, Cemal Nasır herhalde kalp krizi geçirdiler.

Sovyet döneminde herşey gizliydi, herşey devlet sırrı idi. NewYork'ta Birleşmiş Milletler toplantılar katılan Kruşçef'in otel odasında izole edilen dışkıları, şeker ve yüksek tansiyon bulguları veriyor, yaşam beklenti bilgilerini karşı tarafa aktarıyordu.

Amerikan Başkanının basketbol maçı sırasında korunmasız yüzüne aldığı ters top, ve kanayan dudağı anında herkes tarafından öğreniliyor. İngiliz Başbakanı David Cameron boş zamanlarında bisiklete biniyor, bisikletten düşerse hemen haberimiz olacak. Almanya başbakanı Angela Merkel, yaz aylarında İtalya'da eşi ile denize giriyor, mayo desenini herkez gördü. Demokratik bir ülke olduğunu henüz söylememiz henüz zor olan Rusya'da bile Putin'i  judo yaparken hep görüyoruz.

Hindistan'ta Sonia Gandhi'nin ameliyat olması gecikmeli de olsa kamuya duyuruldu. Bush dönemi başkan yardımcısı Dick Cheney'in birden fazla sayıda kardio- vasküler ameliyatları dönemin zayıf kaldığı durumlar olarak kamuoyuna yansıdı. Ronald Reagan suikast geçirdikten sonra ameliyatı ve nekahat dönemi aralıksız kamuoyuna duyuruldu.

Demokratik yönetimler olduklarını tam söyleyemiyeceğimiz ülkelerde bile liderlerin sağlık sorunları gecikmeli de olsa haber olur. Küba lideri Fidel Castro, Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, Filistin lideri Yaser Arafat ciddi sağlık sorunları olan liderlerdi. 

Dünyanın en büyük demokrasisi Hindistan, bu konuda yine olağan dışı durumlar sergiledi. 2009 yılında Başkbakan Manmohan Singh'in kalp ameliyatı son dakikada ameliyathaneye tekerlekli iskemle ile giderken duyuruldu.

Hindistan, dünyanın en büyük demokrasisi, her zaman demokrasilerde olağan kalıp bir ayrılıkçı olmuştur. 2009 yılında, insanlar o ameliyathane içine tekerlekli oldu, sadece birkaç saat önce Başbakan Manmohan Singh'in kalp ameliyatı hakkında bilmek geldi.  Duyuru geldiği zaman, Maliye Bakanı Pranab Mukherjee başbakan olarak ilan edilmişti. Singh'in kamusal yaşamı, kalp rahatsızlığından etkilenmedi. Ameliyat sonrası görevine devam etti.

Devlet başkanlarının sağlık durumları hakkında kamuoyunu bilgilendirme konusunda genel bir isteksizlik vardır. 1959-2008 yılları arasında Küba'yı yöneten Fidel Castro, yaşlılıtan kaynaklanan ciddi sağlık sorunları nedeniyle görevini kardeşi Raul Castro'ya devretti. 

Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez'in sağlık sorunları konusunda  çıkan ciddi haberler zaten saklanamıyordu.

Filistin lideri Yaser Arafat'ın terminal hastalıkları, 2004 yılında ölümüne kadar halkın gözünden uzak tutuldu. Son dönemde Fransa'da bir hastaneye yatırıldı. Mossad tarafından olası zehirlenme  şüpheleri öne sürüldü. Otopsi ailesi tarafından red edildi, ölümünün kesin nedeni bir sır olarak kaldı. Fransa hastanesi zehir şüphelerini son günlerde net olarak yalanladı.

Demokrasilerde başkanın, başbakanın sağlık sorunları, yapılan tıbbi acil müdahaleler, derhal medyanın önüne konur. Devlet yönetmek sağlıklı insanların işidir. Sağlık sorunları olan yöneticilerin görevlerini devretmelerinde ülke selameti açısından büyük fayda vardır. Demokrasilerde hiçbir görev mutlak değildir, her görevin bir makul süresi vardır, gün gelir alınan görev seçilen bir başka değerli kişiye devredilir.

İş aleminde bir önemli üst düzey görevine gelecek kişiden önce full check-up istenir. Sağlıklı olmaları beklenir.  Sigara içmezler,  aşırı alkol almazlar, spor yaparlar, kilolarına dikkat ederler.  İşe yeni girecekler ciddi sağlık kontrolünden geçerler, yıllık check-up'lar mutlaka yapılır.

Bazı şeyleri hiç duymazsınız. Mesela Almanya başbakanı Angela Merkel, eşi ile beraber her hafta periyodik Berlin filarmoni konserlerine gider, en arka sırada oturur, dinler. 

Demokratik teamüller, alışkanlıklar, uygulamalar hemen yazıya geçirilmez, zaman içinde konuşulur, tartışılır, ortak çizgiye varılır, herkes tarafından kabul edilir. Yukarda anlattığım konu bu kapsamda yazıldı ve burda sizle sunuldu. Yorumlarınıza, değerlendirmelerinize arzederim.
En derin saygılarımla

Oberstdorf, Almanya, 21-Aralık 2013

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

http://www.ekonomik-cozum.com.tr/

Friday, November 22, 2013

Hangisi??



Makina- Makine, Hangisi?

Değerli Okurlarım,

1989-1990 yıllarında bir ABD şirketi ile Türkiye'de faaliyet gösterecek ortak girişim (JVC) şirketi kuracaktık. ABD şirketinin ismi 2(iki) kelimeden oluşmuştu ve bu iki kelimenin arasında “&” (and) yani “ve” işareti vardı. Ayrıca isimlerinde “W” ve “X” harfleri vardı ama bunlar sorun olmadı. Bizim Ticaret Sicil Kurumumuz “&” işaretini, şirket ismi içinde kabul etmedi. ABD şirketinin değiştirmek gibi bir opsiyonu- serbestiyeti hiç yoktu, çünkü ABD kayıtlarına göre öyle biliniyordu. Gerekirse ortaklığı bitirmek istediklerini açıkca belirttiler. Uzun süre “&” işaretinin ticaret sicilinde kabulü için bekledik.

Benzer durum “Makina- Makine” kelimesinde var. Şirket isminizde bu kelime varsa, Ticaret Sicil Kaydı sırasında problem çıkabilir. Hangisi kullanılmalı, hangisi doğru? İzmir Ticaret Sicil Kurumunda veya Ankara Sanayi Odası müracaatlarınızda çok dikkat edin, “Hangi kelime doğru?” diye günlerce sicil kaydında bekleyebilirsiniz. Bu işin şakası yok. Size ne deniyorsa, onu kullanın veya en iyisi bu kelimeyi şirket ismi tescilinde kullanmayın.

Peki sizce hangisi doğru? Hangisini kullanmak lazım? “Makina” yoksa “Makine”?

İngilizcedeki “Machine kelimesinin kökeni Latince “Machina”, İtalyanca “Macchina”, Almancası “Maschine”. Yani dilimize girmiş bir yabancı sözcükten bahsediyoruz. Burda Türkçe “ses uyumu” kuralına uyma durumu yok. Çünkü kelime Türkçe değil.

Makina-Makine mühendisliği”nin İngilizcesi “Mechanical Engineering”, yani Makina- Makine ile doğrudan bir ilgisi yok.

Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Makina” var ama, arama "Makine"ye yönlendiriliyor. Kurum 1965 yılında “Makine” kelimesini esas almış. Bunu yaparken bu isme sahip kurumların görüşleri alınmışmı? Bu isme sahip üniversitelere, kurumlara sorulmuşmu? Yüzyıllık kurumlar isimlerinde değişiklik yapmak isterlermi? Ticaret Sicili değişmiyor, kayıtlar, diplomalar, tezler, ünvanlar, dökümanlar, sözleşmeler, kontratlar nasıl değişir? İTÜ Makina Fakültesi öğretim üyeleri, mezunları, MMO, MKEK bu durumu kabul ederlermi? Yüzyılların ismi bir anda keyfe göre değişirmi?

Dil Derneği ise "Makina"yı tümden sözlükten çıkarmış, onlara göre böyle bir kelime yok.
Denizcilik okulu 1.sınıfı ilk “Makine” dersinde hoca kara tahtaya büyük harflerle "MAKİNE" yazar, ve “Dersimiz “Makine”dir. Mesleğimiz “Makine” mühendisliğidir” der.
Deniz Lisesinde “Makine” Zabitliği, Deniz Harb Okulunda ise “Makina” konulu dersler var. Kara Harp Okulu “Makine”, Hava Harp Okulu “Makina” kelimesini kullanıyor.

Türk Dil Kurumu bu işleri önce kullanıcılara sormalı ve dayatmacı- israrcı olmamalı idi. Türk Dil Kurumu'nun bu tek taraflı aldığı kararı ileri süren, Eskişehir'de bilim tarihçisi bir emekli öğretim üyesi, üniversitelerdeki ''Makina mühendisliği'' bölümlerinin isminin ''Makine mühendisliği” olarak değiştirilmesi için YÖK, Türk Dil Kurumu (TDK) ve Mühendislik Dekanları Konseyi'ne başvurdu, 7 üniversite ''makina'' kelimesini, ''makine'' olarak düzeltti.

Aynı Eskişehir'de Anadolu Üniversitesi “Makina”, OsmanGazi Üniversitesi “Makine” mühendisliği bölümlerine sahip.

Word Türkçe” sürümü bu konuyu bilmiyor, bütün düzeltmeleri “Makine” olarak yapıyor. “Düzelt” komutu verdiğinizde tümünü “Makine” olarak çeviriyor.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) için, “Makina” Fakültesidir. Eski, köklü, geleneksel İTÜ kurum kültürü bu kelimeyi kesinlikle değiştirmez, değişmesi teklif bile edilmez- edilemez. (www.mkn.itu.edu.tr)
Ege ve DokuzEylül Üniversitelerinde, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsünde “Makina” Mühendisliği bölümleri var.

Gazi ve ODTÜ Mühendislik Fakültelerinde, “Makina” Mühendisliği bölümü vardır.
YILDIZ, İstanbul ve klon Üniversitelerde “Makine” Mühendisliğidir.
MMO, “Makina” Mühendisleri Odası'dır. Yazışmalarda her iki şekil de kullanılır. (www.mmo.org.tr)
MKEK, “Makina” ve Kimya Endüstrisi Kurumu'dur. (www.mkek.gov.tr)

Bana sorarsanız, “Makine” aksamından bahsediyorsam “Makine” kelimesini,
eğer konuyu meslek olarak düşünüyorsam “Makina” kelimesini tercih ediyorum. Yani istediğinizi kullanabilirsiniz. Bu kelime Türkçe değil. Bu işin “ses uyumu” ile bir ilgisi yok. Bu konuda “Yanlış” veya “Doğru” yok. Yeterki şirket isminizde olmasın. İyi bir haftasonu dilerim. Selam ve saygılar.

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

2013-11-20



Sunday, November 17, 2013

Nükleer Farkındalık- Ekonomik Çözüm


“Nuclear awareness”

Değerli Okurlarım,

Paris çevresinde çok sayıda nükleer santral var, ancak tümünü Fransız mühendisleri inşaa etti, ve Fransızlar çalıştırıyorlar. Zaman içinde yavaş yavaş küçük kapasiteden büyüğüne gittiler. Bizim santrallerimiz ise bize ait değil. Teknolojisi hiç değil. Kontrolü, işletmesi bizim değil. Başkalarının yaptığı nükleer santral ile nükleer teknoloji sahibi olamazsınız.

Başkalarının inşaa ettiği termik santrallerle de termik santral teknolojisi sahibi olamazsınız. Son 50 yıldır, yurdumuzda termik santral yapılıyor, başka ülkelerin mühendisleri tarafından yapılıyor, hala kendimize ait, tasarımını komple bizim yaptığımız bir termik santralimiz yok. Başkalarının yaptığı tasarımlar bize uymuyor, bizim yerli yakıtımıza uymuyor, işletmede devamlı zorluklar çıkıyor, termik santraller hızla yaşlanıyor, çok çabuk kullanılmaz oluyor.

ODTU Mezunları Derneği Ankara Yönetim Kurulu üyesiyim, aynı zamanda Makina Mühendisleri Odası Ankara Şube YK Üyesiyim. Her iki örgüt Enerji Komisyonlarından YK olarak sorumlu/ gözlemci üyeyim. ODTUMD, MMO ve TMMOB olarak nükleer konusunda belirli bir tavrımız var. Bazı meslek odalarımız nükleer konusuna tamamen karşı. Bence bu durum çok kolaycılıktır. Bu durumlar, bana geçenlerde eylem yapan "teknolojiye karşı mühendisler platformu" konusunu hatırlatıyor. Benzetmede hata olmaz, başka absürt benzerlikler sayayım, "eğitime karşı öğretmenler", "tedaviye karşı doktorlar", hatta "savunmaya karşı askerler", yani olmayacak şeyler.

EGE, İTÜ, Hacettepe Üniversiteleri nükleer konusunda çok ciddi akademik çalışmalar yapmaktadırlar. 1960-1990 arası Nükleer akademik geçmişi olan ODTÜ'nün Makina- Nükleer bölümünü 1990’larda kapatıp, Sayın Rektörünün ağzından "Bu konu (Nükleer) gündemimizde değildir" demesi hüzün vericidir. Nükleer bilim, Nükleer Teknoloji büyük oranda Makina mühendisliği konusudur. Yani bir anlamda Makina Mühendisleri meslek odası görev alanına girer. Biz mühendisler kafamızı kuma sokup bekleyemeyiz. Nükleer farkındalık bizim has- esas işimizdir. Nükleer konusunda insiyatifi ele almamız, yerel nükleer farkındalık politikaları geliştirmemiz gerekir.

Şu anda yapılan kanun kapsamı Nükleer santrali ihalesine karşı olabiliriz, Sinop'ta yer seçimine karşı olabiliriz, yapılan uygulamayı beğenmeyebiliriz. Sivil Toplum Örgütleri, ilgili yerli kurumlar, meslek odaları bu işe soyunmaz/ görev/ sorumluluk almaz ise, bu işi yabancılar yapar, bu işin ekmeğini- kazancını- parasını- Arge'sini yabancı şirketler alır. Hayati kararları da o zaman ulusal kurumlar değil, yabancı kurumlar/ organizasyonlar/ makamlar verir. Ciddi uzun-vadeli bir yol haritası çizmemiz gerekir. Mevcut siyasi iradenin yayınladığı bir yol haritası var, ilgili kanun ve yönetmelikleri iyi incelememiz, paralel veya alternatif makul uygulanabilir çözümler üretmemiz gerekir.

Sivil Toplum örgütlerinin, yerli kurumların, Meslek Odalarının, ETKB ve TEAK ile birlikte nasıl bir çalışma yapma potansiyelinin olduğunu, ASME tarafından verilen akreditasyon ve eğitimler ile ilgili neler yapılabileceğinin, bir Nükleer bir santralin güvenlik ve çevre gibi gereksinimlerinin doğrulanmasının ulusal bir kurum veya şirket tarafindan nasıl yapılabileceğinin tanımlarını, hepsinin ayarını biz çizmeliyiz.

Nükleer konusunda yazı yazanların çoğunun bu konuda hiçbir akademik eğitimleri yok, ordan burdan toplama bölük- pörçük bilgilerle detay bilmeden haber yapıyorlar. Korku- bilimkurgu film senaryoları çiziyorlar. Bilenler ise bu karmaşada suskun kalıyorlar. Konuyu bilmeyenler cahil-cesaretiyle bu derece etkin olurlarsa, sonuç gayri ciddi olur.

Sivil Toplum Örgütleri, nükleer enerjiye karşı olabilir. Üyeler tek tek karşı olabilir. Ancak durum konu hakkında akıl yürütmesini, yeni politikalar ortaya çıkarmasını, farkındalık oluşturmasını engellemiyor. Nükleer teknolojiyi bilmemiz, öğrenmemiz lazım. Sadece "istemezük" demek bir çözüm değildir, “istemezük” ifadesi sadece kolaycılıktır.

Türkiye halen çevre ülkelerindeki 30 kadar nükleer ünitenin tesiri/ olası etkisi alanındadır.
Biz kursak ta kurmasakta zaten nükleer tehdit altındayız. Biz istemesekte bile, veya biz olmadan da çevremizdeki coğrafyada bu süreç devam ediyor, düzenleyici kuruluşların olduğu kadar, doğrulama ve sosyal sorumluluk anlamında diğer kurum ve kuruluşların da süreç içinde görev alması gerekiyor.

Şu anda TAEK bu konuda yasal olarak görevlendirilen tek kurumdur. Ancak TAEK, doğrulama ve test gibi teknik isleri sorumluluğuna almayacak/ alamayacak ve bu yüzden sadece onay ve regülasyon makamı olarak görev yapmayı herhalde planlıyor.

Bu uygulama orta ve uzun vadede tüm bu işlerin yabancılar tarafından yapılmasına neden olabilir. Bu işler yabancılara bırakılmayacak derecede önemli hassas işlerdir. Gerekli eğitim yatırımları ile bu işin önüne kısmen ya da tamamen geçilebilir. Konuyu yakından takip edip, bilimsel olarak doğrularla desteklenmiş görüşlerimizi paylaşmalıyız. Yapılan işlerden, ülkemizin bunlara çok ihtiyacı olduğunu değerlendiriyoruz.

Kullanılacak teknolojiler; hangisi en yeni, hangisi en az nükleer madde ile çalışıyor ve atığı az, daha az soğutma suyu istiyor, ne kadarı Türkiye de yapılabilir, hangisinde kötü deneyimler var nasıl önlem alınmış, hangi teknoloji asla Türkiye'ye hiç girmemeli, bütün bunları değerlendirmeliyiz. Akkuyu 20 sene önce seçildi, bugünkü kriterlerle belki de seçilmezdi. Nükleer santral soğutma suyunun soğuk olmasında daha yüksek randıman açısından fayda vardır. Yıllık ortalaması sıcak Akdeniz deniz suyu yerine, ortalaması daha soğuk Karadeniz kıyıları bu yüzden daha elverişlidir. Sinop sonrası sıra herhalde İğneada ve Hopa santrallerine gelecek. Arkasından tüketim merkezlerine yakınlığı açısından belki de Kırıkkale- Ankara, Aliağa- İzmir, Kemerköy- Muğla santralleri telaffuz edilmeye başlanacak. Siyasi kararla siyasi sipariş verirseniz, proje finansmanı da siyasi olur, ticari kredi bulamazsınız. Nükleer teknoloji için 50-MWe, 500-Mwe, 5000-Mwe kapasite genelde aynıdır, ancak 50-MWe kolay bir finansman paketi iken, 5000-MWe için ciddi ticari finansman gerekir.

Nükleer güvenlik konularında Avrupa Birliği bu konuda ortalama her ay bir veya daha fazla direktif veya tebliğ yayınlıyor. Türkiye AB piyasa direktiflerini hızla uyumlaştırdı. Nükleerle ilgili olanlarda ne yapılıyor? Bunların hiçbiri net değil. Nükleer santral için karar aşamasındayız ama gerekli güvenlik mevzuatında nerdeyiz? Net bilinmiyor. Yerel çevre halk nasıl korunacak? Santral işletilirken nasıl denetlenecek? Atıklar için kısa ve uzun vadeli çözümler ve gerekli denetimler ne olmalı? Acil tahliye planları varmı?

Yapılacak seçimlerin -gerek üstlenici firma ve ülkesi ve gerekse yer seçimi- siyasi, ekonomik , hukuki olarak irdelenmesi gerekir. Örneğin son imzalanan modelin ne gibi sakıncaları, ne gibi avantajları var(!) bilelim. Başlayan proje ÇED raporunu zor hazırladı. Böyle konularda gayri ciddilik kabul edilemez. Çalışma gurupları kurarak bu konuda bilgi olanları, bu alanda uluslararası deneyimleri olan ülkemiz uzmanlarını davet etmeliyiz. Buradan çıkan sonuçları kamu oyu ile paylaşmalı karar vericileri doğruya yönlendirmeliyiz.

Önemli bir diğer konu "tedarik işleri"dir. Sadece test-sertifikasyon ve onay değil, işletme ve tedarik kontrolünün de Türkiye Cumhuriyeti kurumlarında olması gerek. Görevli kurum Mühendis Meslek Odaları olabilir. Bu işleri biz yapmazsak Rus/ Kore/ Alman mühendis bu işi yapar, bizim cebimizden ödeyeceğimiz çok paraya yapar, sonra da meslek odaları bakar, ben de "daha çok istihdam" diye boşu boşuna yazmaya devam ederim.

Nükleer konusu günümüzde bir gerçektir, içinde bulunduğumuz coğrafyada zaruri bir ihtiyaçtır, biz istemesekte bu bir öğrenme sürecidir, bu sürecin dışında değil içinde yer almalıyız, meslektaşlarımıza, ülkemize, insanlarımıza en uygun politikaları süreç içinde üretmek zorundayız. Bunun adı “bilgili- güçlü- uyumlu olanın hayatta kalması”dır. Bizim coğrafyamızda, ülkelerin nükleer bilgisizlik yapma lüksü yoktur.

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

2013-11-16

Monday, November 04, 2013

Odtü Eymir Gölü hakkında bilgilendirme notu


Ankara Büyükşehir Belediyesi 18 Ekim 2013 tarihinde yasal süreçler tamamlanmadan saat 19.15 sularında ODTÜ arazisine hukuk ihlali yaparak sit alanındaki ve yol güzergâhındaki 3000 civarındaki ağacı keserek yol çalışmasına başlamış ve bu durum toplumsal bir gerilime neden olmuştur.
Başkentimizin kentsel yönetim çıkmazlarından bir tanesi ve en önemlisi ulaşım sorununa getirilen çözüm yöntemleridir. Ankara’da ulaşım ana planı en son 1993 yılında hazırlanmıştır. Şehrin büyümesi ve gelişmesiyle beraber şehrin dokusunu bozacak şekilde çok katlı binalara inşaat onayı verilmesi ile kentin ulaşım planı güncelleştirilmek yerine geçici çözümler üretilmiş ve ulaşım onarılması mümkün olmayan bir kaosa sürüklenmiştir. Koca  yirmi yılda bir metre metro  yapılmaması da ayrı bir yeteneksizliktir.
AOÇ’ de olduğu gibi, insanların ve diğer canlıların sağlıklı yaşaması için gerekli oksijeni sağlayan ODTÜ ormanı, yolun gerekliliği ve halkın yararı öne sürülerek yok edilmek isteniyor.
Uygulanan karalama kampanyasında kullandıkları argümanlardan bir tanesi de şu an içinde bulunduğunuz Eymir Gölü arazisinden ‘’Ankaralıların yararlanamadığı’’, ‘’Eymir Gölü’nün Ankara Halkına kapalı olduğu’’ çarpıtmasıdır. ODTÜ Rektörlüğü yıllardır ‘’Eymir Gölü ve arazisinin her Ankaralıya açık olduğunu, isteyen herkesin Göle gelebileceğini, ama doğal hayatın korunması doğrultusundaki bazı zorunluluklardan dolayı Gölden yararlanmanın da bazı kuralları olduğunu’’ söylüyor. Ayrıca Göl ve arazisinden yararlanmayı kolaylaştırmak için de iki yıldır yoğun talebin olduğu tatil günlerinde ücretsiz servis imkânı sunuyor.
Bugün Gölün kullanımıyla ilgili bu çarpıtmayı söylemeye devam eden kişi veya kişiler biliniz ki, rantın peşindedir. Ankara’nın en önemli bakir alanlarından biri olan Eymir Gölü arazisine dikeceği göl manzaralı apartmanların veya ODTÜ Ormanında yapacağı orman manzaralı rezidansların hayaliyle konuşmaktadır, yanıp tutuşmaktadır. Bu tür çarpıtmalarla da bu isteklerini gerçekleştirebilmenin altyapısını oluşturmaya çalışıyorlar.
Kamuoyunda ODTÜ’ye karşı yapılan saldırının sebebi açılan yeni yol olarak gösterilse de, bunun temelinde ODTÜ’ nün gelişmiş ve uygar ülkelerdeki üniversitelerde olduğu gibi farklı düşüncelerin özgürce ifade edildiği bir kurum olması gerçeği vardır. ODTÜ’ nün bilimselliği, özgür düşünceyi, bireyin hak ve özgürlüklerini insan temelinde savunması, evrensel hukuk değerlerine gösterdiği önem ve bu uğurda verdiği mücadelesi, toplumun gelecekteki birkaç kuşak gelişimine katkı koyabilecek büyüklükte projeler geliştirmesi bazı kesimleri rahatsız etmektedir.
Egemen güçler, ellerinde bulundurdukları hukuksal ve kamusal değerleri yok sayarak Dünya sıralamasında ülkenin yüz akı olan, sanayinin ve toplumun gelişmesine büyük katkılar veren üniversitemiz üzerinde siyasi ve ideolojik baskılarla itibarsızlaştırma ve yıpratma politikaları gütmektedir.
Üniversitemizin insanlığa, doğaya ve ülkemize vermiş olduğu katkılar biz mezunların üniversitemiz karşı sorumluluğumuzu ve bağlılığımızı artırmaktadır.
Geçmiş kuşaklardan devir aldığımız ortak değerlerin ve varlıkların yok edilmesine karşı olan duruşumuzla Üniversitemizin kentsel rantın bir parçası olarak görülmesine onay vermeyeceğimizi bir kez daha hatırlatmak isteriz.            

ODTÜ  MEZUNLARI  DERNEĞİ
YÖNETİM  KURULU

Thursday, October 24, 2013

Termik Santral Kimden Alınır?



"Where do you shop for Thermal Power Plant?"

Değerli Okurlarım,

Yatırımcı en iyi malı, ekipmanı, santrali, en ucuza almak ister. Bu çok doğaldır, çünkü yatırımcının zamanı yoktur. Referansı olan, denenmiş, hazır proje ister, bir an önce yatırdığı parayı geri almak ister, kar etmek ister.

Son rapor ve senaryo çalışmalarına göre, kömürün enerji sektöründe Temiz Kömür Teknolojileri ile kullanımı, önümüzdeki dönemde, dünya genelinde önemli bir paya sahip olacaktır. Kömür en önemli yerli-fosil enerji kaynağımızdır. Bu nedenle kömürlerimizin ileri- temiz teknolojilerle elektrik üretiminde kullanılması gereklidir.

Serbestleşen- özelleşen pazarlarda arz güvenliğini sağlayacak yatırımların yeterince yapılmaması ve/veya göreceli olarak kolay ve hızlı bir şekilde tamamlanabilen Doğalgaz santrallarine öncelik verilmesi, Türkiye gibi doğal gaz ithalatçısı ülkelerde enerji sektörünün dışa bağımlılığını hızla artırmıştır.

Dünyada artan doğalgaz talebi ise, doğalgaz arz pazarında daralmaya ve tekrar kömüre dönüş sürecini tetikledi. Bu yeni dönüşüm sürecine bağlı olarak kömür yakma teknolojilerinde de bir evrimleşme gerçekleşmektedir.

Teknoloji ve piyasa açısından bakıldığında, enerji sektörü son yıllarda teknolojik gelişmelere kucak açan en önemli sektördür. Son yıllardaki değişim sürecinin bir başka yüzü de, teknolojinin artık sadece gelişmiş ülkelerde değil, enerjiyi ağırlıklı olarak tüketmeye başlayan gelişmekte olan ülkelerde de geliştirilmesi ve üretilmesidir.

Enerji teknolojisi pazarında, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika üretimleri artık çok pahalı hale gelmiştir. Yakında Batı Avrupa ve Kuzey Amerika firmaları kendi yurtiçi piyasalarının dışına mal satamayacaklardır. Son 10(on) yıldır “UzakDoğulu” firmalar, enerji ve özellikle termik santral piyasasına çok rekabetçi fiyatlarla girmişlerdir.
Bununla birlikte, “bugün için” en iyi, yerli kömüre en uyumlu, en randımanlı, en çabuk, en hızlı sürede inşaa edilebilen santralleri ve ürünleri piyasaya sunamamaktadırlar.

Türkiye’nin kendi iç piyasasını bu yeni konjektöre göre yönlendirmesi lazım. Ülkemizde mühendislik açısından, imalat sanayii açısından çok büyük potansiyel ve imkanlar var. Kendi termik santrallerimizi, kendi kömürümüze uygun olarak kendimiz tasarlamalı, imal etmeli, yerinde monte etmeli, çalıştırmalı ve işletmeliyiz.

Türkiye’de yerel mühendislik kapasitesiyle çok şeylerin yapılabileceğine inanıyoruz. Çünkü dünyada herkes, her mühendislik fakültesi/ her Termodinamik dersi öğrencisi, aynı Termodinamik/ Isı transferi derslerini alıyor, aynı yazılım/ donanımları kullanıyor, enthalpi, entropi, ekserji kavramları her yerde aynıdır.

Genç mühendislerimize daha çok destek vermek gerektiğine inanıyoruz. Onlara daha çok fon/ daha çok yazılım/ donanım/ araştırma desteği, Master/Doktora/ Doktora Sonrası araştırmalarına daha çok para ayırmak ve bunu bir politika olarak görmenin gereğine inanıyoruz.

Türkiye yıllardır işlettiği, ama hala kendi tasarımını/ teknolojisini geliştiremediği termik santral teknolojisine sahip olabilir. Aynı şekilde rüzgar türbünlerini, hidrolik türbünleri, azami yerli kapsamda kendimiz üretebilmeliyiz.

Kamu sektörü geçmişte finansman ihtiyacı nedeniyle yabancı yatırımcıya öncelik vermiş, “En ucuz”, “Finansmanı var” diye, tasarımı/ üretimi, verimsiz ve kalitesiz termik santraller almıştır. Bu santraller yerli yakıta ve çevre şartlarına uyum gösteremediler, çabuk yaşlandılar. O santralleri imal eden yabancı firmalar artık yok, ya iflas etti, veya isim ve mülkiyet değiştirdiler. Batı Avrupa, Kuzey Amerika firmaları artık çok pahalı ekipman satar/ bir anlamda artık satamaz hale geldiler.

Son yıllarda “UzakDoğu” firmaları termik santral inşaat piyasasına daha uygun fiyatlarla girmeye başladılar. Bu firmaların vereceği fiyatlarla rekabet edemeyecek, ancak yüksek verim ve kaliteye sahip teknolojiyi getirecek olan batılı firmalardan -eğer bir Çinli/ Hintli/ Koreli firmaya ön yeterlik verilmiş ise- teklif almak zorlaşıyor.

Çünkü “UzakDoğulu” firmaların maliyetleri daha düşük ve piyasaya hakim olma konusunda ciddi hedefleri var. Bu durumda “Batılı” firma teklif vermekten kaçınıyor, Türkiye piyasasında ucuz “UzakDoğulu” firmalar egemen olmaya başlıyor. Ancak “Doğulu” firmaların bizim yerli kömüre uyumlu kendini ispatlamış tasarımları yok.
Diğer yandan yerli yakıtın/ kömürün ancak yerli mühendislik tasarımları ile en iyi kullanılabileceği gerçeği yıllardır gözardı ediliyor. Yabancı firmalar santrali kurar, deneme çalışmasını tamamladıktan sonra işini tamamlar, kesin kabulünü yapar ve gider. İşletmeci, halen mevcut çoğu kamu termik santrallerinde olduğu gibi santralin tüm işletme sorunları ile başbaşa kalır.

Santrali yerli firma kurmuş olursa, yatırımcıyı her zaman, her bakımda, her arızada memnun etmek, düzgün/ etkili/ programlı bakım onarım yapmak, yurtiçinde başarılı olmak zorundadır. Başarısız bir yerli firma hiçbir yerden iş alamaz. Bu nedenle yerli kömür için “yerli teknoloji ve yerli firma” olmazsa olmazdır.

Yine bir küresel iktisadi kriz etkisi altındayız. Kapasite kullanımı düşüyor. Bütün bunlar belirli bir süreyi kapsayacak ve sonunda geçecek, bitecek. Türkiye’ni enerji ihtiyacı hiç bitmeyecek. Bu büyük yurtiçi talep karşısında mevcut arz yetmiyor/ yetmeyecek. Büyümenin, kalkınmanın, gelişmenin gereği bütün bunlar.

Yenilenebilir enerji kaynaklarının, bu açığı hemen kapatması mümkün değil ve ancak gecikmeli olarak sektöre katkı verebilecek. Güneş santralleri geceleri çalışmaz. Rüzgar santralleri rüzgar esmezse durur. Depolama için “Pompalamalı HES, veya kısaca PHES” veya pahalı akü sistemlerine, ayrıca özel yüksek gerilim iletim hatlarına- pahalı şalt tesislerine yeni büyük yatırımlar yapmak gerek.

Enerji vermedikleri sürede devreye girecek sıcak bekletilen termik santrallere her zaman ihtiyaç var. Sadece Rüzgar ve Güneş ile enerji ihtiyacınızı çözemezsiniz. Hızlı/ çabuk/ kolaycı çözümler sanıldığı- göründüğü kadar kolay değildir. Uzun süreli politikalar gereklidir ve bu politikalar içinde yerli teknoloji mutlaka yerini almalıdır.

Kendi termik santrallerimizi, kendi kömürlerimize uygun olarak kendimiz tasarlamalıyız, kendimiz imal etmeliyiz. Bizim kendi mühendislerimiz kendi kömür kaynaklarımıza uygun termik santral tasarımı ve hatta gerektiğinde kombine çevrim santralinin tasarımını komple yapabilecek bilgi birikimi ve kabiliyetlere sahiptir.

Son yıllarda en basit Müteahhitlik hizmetleri bile yabancılara –özellikle Uzak Doğulu ucuz ancak tasarımı ve kalitesi şüpheli firmalara- gitmeye başlamıştır. Bu çok endişe verici bir durumdur. Enerji piyasası sahipsiz kalmamalıdır. Türk müteahhit ve mühendisinin bu konuda teşviklerle desteklenmesi, gerekli iktisadi ortamın yaratılması şarttır. Türkiye, kendi enerji piyasasına kendi yatırımcısı, imalatçısı, akademisyeni, mühendislik ve müteahhitlik hizmetleriyle sahip çıkmalıdır.


Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

2013-10-25

Enerji Piyasalarımızda Yatırım


"Investment in Our Energy Markets"

Değerli Okurlarım,
Termik santrallerin özelleştirmede ortaya çıkacak fiyatları hakkında bir tahmin yapmak istemiyoruz. Yatırımcı hesabını yapar, yatırdığı parayı belirli bir kısa sürede geri almak ister. Bu makul kısa süre bizim ülkemizde 4-5 yıldır, en fazla 10 yıldır. Önemli olan yatırımcının çevre halkına getireceği istihdam imkanlarıdır. Çevre kirliliğini önlemek / azatmak için yapacağı yeni yatırımlardır. Türkiye de bugün en az kesin 5 tane, belki 10 tane termik santral tasarımını, malzeme satınalma, imalat, montaj ve işletmesini yapacak yerli firma vardır.
Elektrik enerjisinin ucuz, kaliteli, zamanında ve güvenilir şekilde temini ülke yönetimlerinin en öncelikli, en önemli konularından biridir. Enerjinin ulusal ve kamusal çıkarları gözeten bir anlayışla planlama ve yönetimi boyutları önem kazanmaktadır. Enerji planlamaları, bir ülkenin geleceğini, refahını ve aynı zamanda krizlerini de belirlemektedir. Enerji Piyasalarımız için önerilerimizi şöyle sıralayalım,
Yeni inşa edilecek termik santrallerde öncelik yerli- öz kaynaklarımızın, yani yerli kömürün değerlendirilmesi olmalıdır. Yatırımcı yaptığı yatırımı bize/topluma/ yöre halkına çok iyi anlatmalıdır. Halkla ilişkiler halka daha çok bilgi vererek yapılır. Sadece ÇED raporu ile, EPDK lisansı ile iş bitmez. Yerel halkın onayı mutlaka alınmalıdır. Yanıltma, vaya yanlış bilgi verme durumları olmamalıdır.
Enerji arz güvenliği en öncelikli konudur. İthal kömür kullanan termik santrallerini Karadeniz kıyısına yapmak bize göre çok risklidir. Boğazlar bu kadar yoğun gemi trafiğini kaldıramaz. Hatta bir zaman sonra Iskenderun körfezi de bu gemi trafiği yükünü taşıyamaz. Iskenderun körfezine, Mersin, Adana, Hatay kıyılarına ithal kömür santrali yapma konusunda lisans sınırlaması getirmeliyiz. Şu anda abartılı sayıda konuyu bilen bilmeyen lisans almak için başvurmuştur. Başvuru yapan çoğu firmanın, teknik, ticari, finansal yeterliliği yoktur. Yerel linyit yakabilecek, yerli mühendislik kapasitesiyle tasarımı yapılmış, yerli imkanlarla imal edilmiş, yerli personel ile montajı yapılmış, yerli personel ile işletilen termik santrallerin sayısını hızla artırmalıyız. Türkiye, kendi enerji piyasasına, kendi yatırımcısı, imalatçısı, akademisyeni, mühendislik ve müteahhitlik hizmetleriyle sahip çıkmalıdır.
Yurtiçi firmalara sağlam yerel mühendislik kadroları gerekir. Yabancı mühendislikle bir yere varılmaz. Her ülke kendi yerel yakıtlarına uygun tasarımını kendi yapar. Enerji piyasasında yatırımcı veya müteahhit olarak çalışacak firmaların, yatırım projelerinin temel mühendisliğini yapabilecek sağlam genç, bilgili ve donanımlı mühendis kadrolarına ihtiyaçları vardır. Kendi mühendislik kadroları olmayan yerli firmaların, ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, uzun dönemde enerji piyasalarında başarılı olmaları mümkün değildir.
Kamu santrallerinin rehabilitasyon yatırımlarına öncelik vermeliyiz. Termik Santral rehabilitasyon gerçekleştirme sürelerini hızlandırıcı dolaylı teşvikler almalıyız. Enerjinin üretimi ve yönetiminde en temel unsur olan insan kaynağımızın eğitimi, istihdamı, yeterli ücret konularına gereken önem vermeliyiz. Dışa bağımlı yakıt miktarını azaltmalıyız, enerji arz güvenliği riskini azaltmalıyız, doğalgaz ve ithal kömür kullanımının dış alımını azaltmalıyız.
ÇED raporları ve EPDK lisans detaylarına ulaşımda, kamuoyu için saydamlık sağlamalıyız. Detaylarda, proje gelişim raporlarında, aylık güncelleme yapılmasını sağlamalıyız. EPDK bir lisans veriyorsa çok iyi değerlendirme yapması lazım. Lisans alan firma piyasadan kolayca finansman da bulabilmeli. Lisans bir anlamda projeyi “bankable” yapabilmelidir. Eğer bu değerlendirmeyi EPDK yapamıyorsa, meslek örgütleri yapar, piyasa yapar.
Enerji ile ilgili tüm kurumların çalışmalarında şeffaf olmaları, bilgilerin yaygınlaşması, herkesçe erişilebilir ve kullanılabilir olması gerekir. ÇED raporu ve EPDK lisans tadilat başvurularında, sonradan yakıt değişimine, özellikle yerli kömürden ithal kömüre geçişe, abartılı kapasite artırımlarına kesinlikle izin vermemelidir. Enerji verimliliği yatay ve dikey sektörlerde artırmalıyız. Enerji sektörünün özellikle arz politikalarında enerji, verimliliğine özel bir yer vermeliyiz. Enerji verimliliği konusunu enerji sektörünün arz politikaları arasında yer vermeli, enerji verimliliği yatırımlarını enerji sektörü yatırımları arasında saymalıyız.
Daha çok yerli linyit/kömür/ hatta BiyoKütle yakan, temiz ve verimli teknoloji kullanan termik santraller inşa etmeli, yeni yazılım ve donanımları kullanarak kendimiz tasarımlarını yapmalı, kendimiz imal etmeli, kendimiz monte etmeli, kendimiz çalıştırmalı ve işletmeliyiz.
Daha çok yerli imkanı, yerli mühendisliği, yerli tasarımları kullanmalıyız. Daha çok sayıda rüzgar santrali, güneş santrali, yenilenebilir enerjiler, hidrolik santraller inşa etmeli, yeni yazılım ve donanımları kullanarak kendimiz tasarımlarını yapmalı, kendimiz imal etmeli, kendimiz monte etmeli, kendimiz çalıştırmalı ve işletmeliyiz.
Yenilenebilir enerjilerin depolanması için Pompalamalı Hidro Elektrik Santralleri(PHES), ulusal şebekeye bağlanması için gerekli yeni iletim hatları yatırımları için bütçe ayırmalıyız.
Enerjinin en ekonomik yoldan kullanılması için, “yük yönetimi” yaparak yükün pik saatler dışına kaydırılmasına çalışmalıyız. Bunun için gerekli stratejileri çizmeli/ projeleri yapmalı/ yatırım programları oluşturmalıyız.
Yerel Çevre örgütleri, yerel basın, yöre üniversitelerinin çalışmaları, yatırımcının doğru karar vermesi ve yılda 365 gün/günde 24 saat devamlı denetlenmesi için çok önemlidir. Yerel STK örgütleri termik santraller konusunda kendilerini doğal görevli hissetmelidirler.
Üniversitelerimizde genç mühendislerimize/ akademisyenlerimize daha çok Master/ Doktora/ DoktoraSonrası imkanları vermeli, onlara daha çok yazılım/ donanım sağlamalıyız.
Yerli teknolojilere/ yerli yakıt kullanımı için Üniversitelerimizdeki akademik/ bilimsel araştırmalara daha çok araştırma fonları, daha çok para ayırmalıyız. TÜBİTAK Marmara MAM benzeri akademik bilimsel araştırma kuruluşlarımızın, enerji enstitülerimizin sayısını artırmalıyız. Üniversitelerimize Enerji Enstitüsü, AfsinElbistan’da Linyit/Kömür Yakma Teknolojileri, Alaçatı’da Rüzgar Santralleri, Ege Bölgesinde Jeotermal Enerji, Güney Doğu Anadolu Bölgesinde mutlaka Hidrolik Enerji Araştırma Merkezleri kurmalıyız.
Kurumların yaptığı ikili anlaşmaların ticari sır içeren hükümleri belki kamuoyunun yaygın bilgisine sunulmayabilir, ancak hiç bir anlaşma ülke çıkarlarının üzerinde olamaz, enerji konularında hiç bir bilgi bir ülkenin kurumlarından ve yurttaşlarından saklanamaz. Saklansa bile mutlaka günün birinde ortaya çıkar. Ülke çıkarlarını koruma görevi de yalnızca gizlenen anlaşmaları imzalayan kamu görevlilerinin tekelinde olamaz. Bu tekel, eninde sonunda zaman içinde biter. Enerji konuları hepimizin konusudur, hepimiz üstünde düşünmeli ve katkı koymalıyız. Yatırımcıyı her daim denetleyecek Amasra/ Sinop/ Hatay/ Çanakkale/ Samandağ Çevre Örgütleri benzerlerine, yerel basına, yerel üniversitelerin çalışmalarına ihtiyaç vardır. “Devamlı Denetleme” sadece kamu kuruluşlarına bırakılmaz.
Türk Mühendisine, Türk İşadamına, Türk işçisine getireceği artan oranda istihdam imkanıdır. Eğer bir yatırım çevre halkına istihdam imkanı sağlamıyorsa, Türk mühendisine iş, çalışanlarımıza istihdam, Türk işadamına/ müteahhitine yeni sipariş imkanı vermiyorsa, bizim o yatırıma toplum olarak ihtiyacımız yoktur. Bize nükleer santral de lazım, ithal kömür santralleri de lazım. Elektrik ihtiyacının karşılanması için öncelik yerli ve yenilenebilir kaynaklara verilmekle birlikte enerji arzı içinde nükleer ve ithal kömür santrallerinin de, makul bir payla yer alması bizce uygundur. Umarız yatırımcı firmalar kendi yerli mühendislik kapasitelerini ve yerli işgücünü sonuna kadar kullanırlar, ve yatırımlarını zamanında bitirirler.
Bizim işimiz "Risk belirlemek”, yani “Risk Assesment", yatırımcıya ve hatta daha önemlisi yatırımcıya proje kredisi veren finansman kuruluşuna yol gösteriririz. Güzel haberleri herkes verir, önemli olan zor- güç- problemli kötü haberleri, risk analizini, risk değerlendirmesini, zor çözümleri verebilmek, daha da önemlisi bunları erken verebilmektir.

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

2013-10-30

Kendini Doğrulayan Kehanet.


Self-fulfilling Prophecy”

Değerli Okurlarım,

Demokrasilerde çare tükenmez. Bizler, iş aleminin insanları, demokrasinin işlemesini isteriz, siyasi iradenin çalışmalarında başarılı olmasını isteriz, beklentilerin iyi olmasını isteriz.

Her demokratik seçilmiş yönetim, bizim yönetimimizdir. Başarılı olmasını, doğru ekonomik kararlar almasını isteriz. Demokratik seçilmiş yönetimin başarılı olması bizim işlerimizi geliştirir, işlerimizi büyütür. Daha çok değer üretir, beraber daha çok iş- aş- istihdam- refah- barış sağlarız. Siyasi irade başarısız olursa, ekonomi çöker, hepimiz başarısız oluruz.

Kendini Doğrulayan Kehanet”, Nobel ödülü almış bir ekonomik terimdir. “Pigmalion Etkisi” terimi de zaman zaman kullanılır. Edebiyat ve psikolojide de kullanılan bir olgudur. Beklentiler güçlenince, gelişen olaylar tahminleri doğrular. İnsanlar beklentiler yönünde tavır alırlar. Yani iyi beklentileriniz varsa, herşey iyi olur, kötü beklentiler olayları kötüye götürür. Bu yüzden ekonomide beklentileri yönetmek çok önemlidir.

Bu konuda Türkçemizde çok sayıda deyim vardır. “Aklıma gelen başıma geldi”. “Sakınan göze çöp batar”. “Bir insana 40 gün deli desen deli olur”.

Haziran 2013 içinde meydana gelen olaylar için önceden bir kehanet yapılamadı, bu olaylar neden önceden bilinemezdi? Burdaki olaylar, beklentiler önceden tahmin edilemezdi, çünkü bu tip büyük sosyal patlamalar- devrimler milletlerin hayatında istisnai- özel olaylardır. Öngörmek mümkün değildir. Sosyolojik çalışmalarda "şu olaylar önceden olursa arkasından şöyle sonuç olaylar olur" şeklinde tabii bilimlerin akıl yürütmesini yapabilmek zordur. Sosyal patlamalar özel olaylardır. Önceden tahmin etme imkanı yoktur.

Sosyal patlama başlayınca, katılımcılarda önceden kendilerinin bile tahmin edemedikleri dinamikler oluşur. Aralık 2012 tarihlerinde siyasi politik ve ekonomik ortam gayet sağlam görünüyordu. Ekonomik göstergeler iyi, beklentiler iyi, piyasa mutlu, işler yolunda. Ancak şimdi aynı olduğunu söyleyebilmek çok zor.

Siyasi irade o sıralar, "güç ayrılığı bize engel oluyor, iş yapmamızı önlüyor", demişti. "10 yıldan fazla iktidar olan bir siyasi parti, hala mağduriyet edebiyatı yapıyor, arkasından kendisi topluma benzer baskıcı politikalar uyguluyorsa, bu olağan dışı bir durumdur."

Açlık grevleri 2012 sonbahar aylarında gerçekleşmişti -- yani Ocak 2013'te açıklanan ve "barış" veya "çözüm" süreci diye adlandırılan görüşmeler başlamadan önce... Daha önce siyasi irade, aşırı milliyetçi oylara hitap ediyordu. Cevap alamayınca GüneyDoğu’ya döndü.

Eski kemikleşmiş muhalefet partilerinin yanında, Kürt partisi, her oluşumda uyguladığı kadın- erkek eş-başkan uygulaması, daha etkin muhalefet ile daha iyi örnek oluşturuyor.
Feminist hareket 1980'lerde benzer şekilde bu defa sol siyasetin basılması- baskı altına alınması sonrası açığa çıktı.

1980 sonrası doğumlu gençler böylesine bir büyük sosyolojik olaya ilk defa katılıyorlardı. Çoğu öğrenci idiler. Düne kadar Apolitik, içine kapalı, benzer politik olaylar karşısında ilgisiz davranışlar sergilemişlerdi. Olay klasik SAĞ- SOL particilik anlayışının çok dışına çıktı.

Olaylara katılan gençlerin yetişme tarzı biz eskilerden çok farklı. Burda kadın-erkek eşitliği var, çevre duyarlılığı var, dayanışma var, yardımlaşma var, sosyal medya tweeter- youtube- facebook- email ile hızlı iletişim var, bireysel özgürlük anlayışı var. Katılımcı gençler kendi aralarında başörtüsü- giyim kuşam konularını aşmışlar. Bu onlar için önemli bir konu değil. Onlar için, bireyler istedikleri gibi giyinebilirler, kim ne karışır.

Şu anda siyasi irade üstünde eski denge ve denetleme mekanizması yok. Bütün güçler tek denetime geçmiş durumdadır. Belki iyi, belki değil. Eskiden atanmışların oluşturduğu, yargı, ve asker denetlemesi vardı. Siyasi irade, Avrupa Birliği reform- mutabakat çalışmaları sırasında tüm bürokratik atanmış bağımsız denetleme güçlerini tasfiye etti. Güçler ayrılığı kalmadı.

Mevcut ortak zenginliklerin paylaşım kavgası zaman içinde ister istemez iktidar çatlamasına yol açar. Eskiden hiçbir şekilde bir araya gelemiyecek muhalefet odaklarının bir araya gelmesini sağlar. İktidar içindeki ayrışma zaman içinde belirginleşir.

Yoğunlaşmış iktidarın içerden ayrışması muhalefete yeni hareket sahası açtı. Bugüne kadar sesleri çıkmayan ancak bugün topraklarını ve su kaynaklarını kaybetme tehlikesini yaşayan köylüler HES karşıtı eylemlere başladılar.

Artan AVM yapımları tepki çekti. İyice değerlendirilmeden- Çed sürecinden geçmeyen Kanal İstanbul, 3.Köprü, yeni 3. İstanbul havaalanı inşaat çalışmaları, çağdışı kadın hakları karşıtı kürtaj yasası, dini motifler içeren içki yasaklamaları, özel hayata yapılan müdahaleler toplandı toplandı, “değerli yanlızlığa” varan bir farklı dış politika, çevre ülkelerle gereksiz gerilimler, sonunda "açıklaması zor - tartışmalı Topçu Kışlası temalı AVM yapılması planlanan yokolacak Park projesi", sosyal patlamaya sebep oldu.

Batı demokrasilerinde kolayca, basitçe, fazla zor kullanmadan çözülebilecek bu tepkiler, doğu usulü gereksiz zor kullanıma gidilince iş büyüdü. Bu olaylardan bir yeni ciddi siyaset oluşum herhalde çıkmaz, ama Parlamento içi siyasete mutlak katkısı olacaktır.
Siyasi sonuçlar piyasaları şimdiden etkilemiştir. Yabancı kilit paraların MB müdahalelerine rağmen değerlerinin yükselmesi, borsanın sarsılması- değer kaybı, finansal kredibilitenin düşmesi, kredi taleplerinin karşılanmayışı, birçok büyük projenin parasız kalmasına - atıl kalmasına sebep olabilir. Yatırım finansman imkanları bu arada nerdeyse durdu, US$ değeri bütün MB müdahalelerine rağmen yükseliyor, yabancılar bizim borsadan hızla kaçıyor, piyasalara uzun dönem istikrar getirecek yeni bir yapılanma gereği ufukta görünüyor.

Başkanlık rejimi de bu yeni oluşumlar karşısında sorgulanmaya başlanmıştır. Meydan hareketleri demokratik iktidar değişiklikleri piyasalar için çok maliyetlidir, uzun dönemde piyasalar ve büyük projelerin yatırım finansmanı için hiç uygun değildir.

Günümüzde Network-Ağ- sosyal medya çok etkinleşti. Kendi içinde denetleme mekanizmaları oluştu. Olaylar sonrasında henüz yeni bir sosyal yapılaşma ortaya çıkmadı. Ortada baskıcı koşullar- orantısız güç kullanımı hala var. Yazılı basının baskı altında tutulması devam ediyor. Güçler ayrımı yerine güçler birliği var. Bu yüzden demokratik  denetleme nerdeyse yok.

Orantısız zeka- Mizah, en büyük muhalefet olarak ortaya çıktı. Mizahı baskı altına almak için batı demokrasilerinde hiç görülmeyen tahammülsüz- orantısız tazminat davaları açılmaya başlandı. Gezi parkı olayları sırasında ve sonrasında üniversite mezuniyet törenlerinde kullanılan pankartların renkliliği, mizahi dili çok etkili oldu.

Bizdeki olayları değerlendirmek için dünyaya, başka yerlere  bakmamız gerekmiyor.
Bizdeki olay kendi başına özel- örnek- yeni bir sosyal hareket oldu. Şimdi küresel kapitalizm sorgulanıyor. Bu sosyal sorgulamanın, ve dünyada bu yeni direnişin öncüsü "Gezi" olabilir, olacaktır. Eski demokratik alışkanlıklarımızın yeniden gözden geçirilmesi ve belkide değiştirilmesi zamanı gelmiştir.

Transatlantik Yatırım ve Ortaklık İşbirliği Anlaşması'na (Transatlantic Trade and Investment Partnership, TTIP) henüz taraf olamadık, dışarda kaldık. Neden istemediklerini iyi okumamız, iyi çözmemiz lazım. Dışarda kalmanın bize maliyeti büyük.

Değerli Yanlızlık” dış politikada, uluslararası ilişkilerde, siyasette, ekonomide iyi birşey değildir. Demokrasi uygulamamız yeterli değil mi? Ekonomimiz yeterli büyüklükte değil mi? Avrupa Birliği 2013 Gelişme Raporu da bu konulara önemle değiniyor, ve bizden gereğini yapmamızı bekliyor.

Yurtta sulh, cihanda sulh” cümlesi ile özetlenen geleneksel Türk dış politikası çerçevesi dışına çıkılarak, güney komşumuzun iç savaşına müdahil olmak doğru değildir. Yabancı ülkelerin iç işlerine karışmak bizim toplum çıkarlarımıza ve çevre barışına ters bir durumdur. Savaş yanlısı “Yeni-Osmanlı” politikaları doğru değildir. “Savaşta pastadan pay kapmak”, diye birşey yoktur. Savaşan herkes kaybeder.

Çevre ülkeleriyle barışçıl olmayan dış politika bize pahalıya mal olabilir, yakında enerji dar boğazına girebilir- ithal doğalgaz kesintilerine uğrayabiliriz. Bizim ekonomik zenginliğimiz toplum barışı ve çevre ülkeleri ile iyi ilişkilerden geçer. Orantısız güç kullanan doğulu tipi buyurgan yöneticinin uzun dönemde kazanmasına imkan yoktur. Batılı tipinde toplumun her kesimine sahiplenen demokratik yönetici mutlaka kazanır.

Şu anda sert hala baskıcı polisiye güçleri kullansa da, elindeki politik gücü kaybetmemek için uzun dönemde yeniden yapılanmaya gitmesi kaçınılmaz görünüyor. Demokrasilerde siyasi erk, her zaman- her ortamda- her şartta kendini yenileyebilen, piyasayı ve beklentileri muhalefetten çok daha iyi ve erken okuyabilen uyumluluğa sahiptir.

Daha ılımlı, daha uyumlu, daha sevecen, gençlerle daha iyi iletişim içinde, Avrupa topluluğu ve ABD güç odakları ile demokrasi- basın ve ifade özgürlüğü konularında paralel politikalara sahip, eleştiriden korkmayan, mizahtan rahatsız olmayan, kişi haklarına ve ifade özgürlüklerine saygılı bir yeni siyasi yapılanmaya gidilmesi ister istemez olacak. Bu ekonomide kendini doğrulaması beklenen kehanet.

Wikipedia: Beklenti etkisi, edebiyat ve psikolojide bir olgudur."Kendini gerçekleştiren kehanet" ya da "Pygmalion etkisi" olarak da adlandırılan bu olgu, kişinin, bir süre sonra başkalarının (özellikle herhangi bir yanıyla kendinden üstün gördüğü insanların) ona ilişkin beklentilerine denk düşen davranışlar sergilemesi şeklinde açıklanabilir.

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


2013-10-20