Saturday, February 20, 2016

Faust Gounod


Ruhunu satan adam Faust,
Goethe yazmış, Gounod bestelemiş,
İstanbul Süreyya operasında 18-20 Şubat 2016

Süreyya seyircisi sanki bu coğrafyanın insanı değil. Eğitimli, görgülü, ayrı, farklı bir kuşak. Burda insan opera binası dışındaki olayları unutuyor. Bir gün önce Ankara'nın merkezinde askeri lojmanlarda bombalı saldırı olmuş, güneydoğu, güney sınırımız, işgalcimi mültecimi belli olmayan yabancı insanlar, Süreyya içinde herşeyi hepsini unutuyorsunuz. Unuttuğunuzu sanıyorsunuz, ancak yönetmen son sahnedeki vahşet ile sizi gündeme geri götürüyor. Güçlü solistler, zengin ve tiyatral olarak güçlü koro, mükemmel bir orkestra, harika yöneten bir şef. Böylesi muhteşem bir sahneleme sanatını izlemek çok büyük ayrıcalık olmalı.

Opera öncesi eserin müziğini spotfy ve youtube üstünden müziği dinledim. CD bulamadım, aramadığım yer kalmadı, en son Tünel girişindeki Lale plak dükkanında son bir adet buldum Emi 1991 kayıt hemen kaptım. Opera müziğini evde, işte devamlı dinledim. Yazılı orijinal eser Almanca, ancak operanın librettosu Fransızca ve siz operayı Fransızca izliyorsunuz.

Birinci perde tekerlekli iskemlede yaşlılıkla savaşan Faust betimlemesi ile başlıyor, plaj kılığında top oynayan ikili balerin çiftler, kan dolu sondayı değiştiren hemşireler, saçını elektrikli saç kurutma makinası ile kurutmaya çalışan, daha sonra ruhunu şeytana satarak gençleşen Faust. Birinci perdenin sonlarında muhteşen bir koreografiyle sunulan bale gösterisi. Dekor üç katlı çelik inşaat iskelesinden oluşuyor, makina dişlileri ile zenginleştirilmiş.

İkinci perde başında iPad üstünden kitap okuyan genç güzel kız Margurita. Salıncakta sallananlar, cırlak renkte elbiseler, cart sarı simokinli Faust, cart kırmızı simokinli Mefisto, ikinci yarıda askeri marş eşliğinde veteran askerker, siyah elbiseli, şapkalı. Sivil kalabalı, düello ve subayın kaybedişi,

Bu arada çok sayıda seyirci paltolarını alıp operadan ayrıldılar, saat 22:30 oldu, daha bir perde vardı. Son perde tarikat ayinini andıran dinsel bir törenle açıldı. Mefisto, Papa kıyafetiyle göründü. Sonra sahne değişti, punk saçlı deri elbiseli maskeli marjinallerin partisi başladı. Arkasından harika bir koreografi ve muhteşem melodik müzik eşliğinde bale sürdü. Son perdede dağitmış Maguerita, Faust ve mefisto üçlüsünün aryası, tekrar dinsel bir ayin ve org müziği. Perde kapanışından önceki sahneyi seyircinin midesinin kaldırması kolay değil. Opera bir abartı sanatı ama bu kadar abartılı dehşeti seyretmek hiç kolay değil.

Opera net 145-dakika, aralar ile beraber toplam üç saattten fazla sürüyor. 15-dakikalik 2-ara var. Ara verildiğinde kapı önüne çıkmak, balkondaki büfeden çay- kahve- kırmızı - beyaz satın almak mümkün. Saat 23:15 gibi eser bitince, perde kapanınca metroya koşmanız lazım. İstanbul'da haftaiçi gece son metro seferi 24:00'te kalkıyor.

Cumartesi 16:00 gündüz sahneleme, eğer yer bulabilirseniz, bizler için daha iyi seçenek oluyor, daha kolay ve rahat oluyor. Biletler 1-ay öncesinden internette satışa çıkıyor, ilk 3-gün içinde bitiyor. Sahnelenme öncesi son günlerde iadeler başlıyor. Son günlerde kontrol edin, belki iyi yerler iade edilmiş, satışa açılmış olabilir.

24-25-29 Mart günleri Faust operası Süreyya'da tekrar sahne alacak, kaçırmayın


***

Yaratıcı Kadro

ORKESTRA ŞEFİ ROBERTO GIANOLA
SAHNEYE KOYAN RECEP AYYILMAZ
DEKOR EFTER TUNÇ
KOSTÜM Ş.GİZEM BETİL
IŞIK YAKUP ÇARTIK
KORO ŞEFİ MARCO MORRONE
KOREOGRAFİ BEYHAN A. MURPHY

Solistler

LE DOCTEUR FAUST ERDEM ERDOĞAN , HÜSEYİN LİKOS
MÉPHISTOPHÉLÈS. ZAFER ERDAŞ , TUNCAY KURTOĞLU , GÖKHAN ÜRBEN
VALENTIN CANER AKGÜN , ALPER GÖÇERİ
WAGNER UTKU BAYBURT , B.NOYAN COŞGUN
MARGUERITE AYTEN TELEK , GÜLBİN K. GÜNAY
SIEBEL E.ÖZGE BELEN , DENİZ ERDOĞAN LİKOS
MARTHE NESLİŞAH PEKİN , NURSEL DİNLER

***



Sinopsis (özet konu);

Yaşlı Dr. Faust için; yaşamın bir anlamı kalmamıştır artık. Ölümü düşünürken şeytan Méphistophélès gelir; aralarında pazarlık sonucu Faust'u gençleştirmeyi vaat eder. Faust, ruhunu satma koşuluyla bu teklifi onaylar. Savaşa gidecek olan Valentin, kız kardeşi Marguerite ile vedalaşır. Siébel, bu süre zarfında onunla ilgilenecektir. Çevresiyle alay eden Méphistophélès ise dünyada sadece altının bir anlam taşıdığını söyler; söz Marguerite'ye geldiğinde Valentin kılıcını çekmiştir; ancak sonuç alması mümkün değildir. Faust, bu arada oraya gelen Marguerite'ye aşık olur. Méphistophélès'in kehaneti doğru çıkmış, Siébel'in dokunduğu her çiçek anında solmaya başlamıştır; büyü kutsal suyla bozulur.Méphistophélès, yanında Faust ile birlikte gelir; Siébel'in çiçeklerinin hemen ötesine mücevher kutusunu bırakır. Marguerite bu pırlantalara hayran olur. Komşusu Marthe bu değerli armağana sahip çıkmasını söyler. Marguerite ile Faust arasında aşkın başlaması için her şey hazırdır. Kız kardeşinin bu ilişkisine içerleyen Valentin, kendisiyle alay edilmesi üzerine Faust'a kılıcını çeker; ancak ölümüyle noktalanacak bir girişimdir bu. Valentin son nefesini verirken Marguerite'yi lanetler.Sevgilisi tarafından terk edilen Marguerite hamiledir; kilisede acısını dindirmeye çalışırken yine Méphistophélès'in gölgesi üzerine düşer. Méphistophélès, düşsel yaratıklarla dolu Walpurgis Gecesi'ne sürükler Faust'u; ansızın, çocuğunu öldüren Marguerite'nin hayali görünür. Faust, Méphistophélès'in yardımına muhtaçtır. Hapishanede Faust'un sesiyle uyanan Marguerite, Méphistophélès'in de yer aldığı sahnede yaşadıklarının muhasebesini yapmaktadır. Daha sonra yere yığıldığında içeri melekler girer; Faust'a kalan tek şey, ödemek zorunda olduğu borcudur.

Http://www.wikipedia.com
Http://www.dobgm.gov.tr

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


Ankara, 02/26/16

Saturday, February 13, 2016

Mülteci mi? İşgalci mi?



yoksa çözüm Entegrasyon mu?

Hanımla beraber 1984 yılında İngiltere'ye gittim. Geleneksel bir İngiliz pansiyonda rezervasyon yaptırmıştım. Kaldığımız pansiyonun sahibi 1972 yılında Uganda'dan 90 gün içinde sınırdışı edilmiş Hintli Müslüman bir aile çıktı. Çok az bir para ile İngiltere'ye gelmişler, yeni ülkelerinde tutunabilmek için pansiyonu bir İngiliz aileden devralmışlardı. Tüm aile fertleri pansiyonda kalan misafirleri memnun etmek için canla başla çalışıyorlardı. İngiltere, Hintli aileleri Uganda'ya gönderebilmek için 1890'larda onlara İngiliz pasaportu vermiş, onlar da 1972'de İngiltere'ye göç etmişlerdi. Ailenin babası zorunlu göç sırasında başlarından geçenleri bana anlattı. Eskiden Uganda'da ticaret yapıyordu, malı mülkü vardı, orda çok zengindi. Neyse zor günler geride kalmıştı ama gerçekten çok sıkıntılı günler yaşamışlardı.

Yıllar boyu güney İtalya, Afrika'dan özellikle Tunus ve Libya'dan kaçanların istilasına uğradı. Sicilya açıklarındaki adası Lampedusa, Afrika kıyılarına çok yakın olduğu için binlerce mülteci buraya akın ettiler. İtalyanlar zaman zaman bu durumlardan yakınsalar da sınırlarını kapatmadılar. Bugüne kadar hiç bir zaman büyük patlamalar yaşanmadı. Arap baharından sonra İtalya'ya kaçan göçmen sayısı herhalde bugün bir milyonu aşmıştır. Ancak gelenler İtalya'da kalmıyorlar, kuzey Avrupa'ya dağılıyorlar. Suriye'den kaçanlarla, Libya ve Tunus'tan kaçanlar arasında bir fark var. Libya ve Tunus'tan, çoğu eğitimsiz, genç erkekler kaçıyor. Bunlar kuzey Avrupa ülkelerinde her türlü suça karışıyorlar, taciz, tecavüz, hırsızlık, uyuşturucu, fuhuş olaylarına giriyorlar. Alman Pegida gibi aşırı sağcı yerel guruplar bunları şiddetle yola getirmeye çalışıyor, polis suça karışan mültecileri sınırdışı ediyor. Suriye'den ise aileler hep beraber kaçıyor. Baba, yanına karısını ve çocuklarını alıp ailesini savaştan kaçırmaya çalışıyor. Umarız barış olur ve Türkiye'den kaçan önemli sayıda Suriyeli ülkelerine döner. Her olumsuzluğu onlara bağlamak doğru değil diye düşünüyorum. Coelho, "İyi ki ben o tarafta değilim" demiş. Bir anda çoluk çocuk vatansız parasız evsiz işsiz sigortasız korunaksız ortada kalmak, dilini bilmediğin komşu ülkeye sığınmak kolay değil. Dünya tarihinde, geçici bile olsa, 3 milyon mülteciyi kabul etmiş tek bir yer yok. En yakın tarihlerdeki örnekler, Hindistan-Pakistan-Bangladeş. Her üçünün de sonucu belli... Büyük şehirlerde yolda sakin yürümeye imkan yok, her taraf mülteci çocuk, genç anne ve bebeleri ile dolu. Bu kadar mülteci ile nasıl baş edeceğiz? Geldiler, sınırları aştılar, boş yerlere, boş evlere, tatil yerlerine, boş çiftlik evlerine, buldukları her yere yerleştiler. Hastaneler geçici misafir kartlı mültecilerle dolu. Devlet hastaneleri doldu, nerdeyse mülteciden başka kimseye bakmıyor, bakamıyor. Onların gelişiyle beraber, yurdumuzda yok olmuş eski salgın ölümcül hastalıklar tekrar ortaya çıktı, çocuk felci, su çiçeği, tüberkloz. Allah hepimizi daha kötüsünde korusun. Yaklaşık 3-milyon mülteci ailesi güney sınırımızı geçtiler. Aileleri ile geldiler. Ortalama eğitim düzeyleri ilkokul altında. Eğitimli, kalifiye olanlar burda durmadı, Avrupa'ya başka uzak yerlere gittiler. Viyana Belediye Başkanı Omar Al-Rawi İngiltere Sağlık Bakanı Ara Derzi, dünyanın en ünlü mimarlarından Zaha Al-Hadid, Bağdat doğumlu Irak asıllı göçmenlerdir. Apple kurucusu Steve Jobs'ın babası Suriye doğumlu idi. Ancak bu olumlu örnekler, gelen birinci kuşak içinde çok az. Bize gelen mülteci erkeklerin düzgün eğitimi ve belirli kalifiye işi yok. Kadınlar ezik, silik, çocuk doğurmak ve ev işleri yapmak dışında başka işleri yok. Ev dışında çalışmak kültürlerinde yok. Masum zavallı düşkün görüntüleri ile boş evleri, çiftlikleri, topraklarımızı, sokakları, parkları, hastaneleri, okulları zaman içinde işgal ettiler. Bunlar mülteci değil, sanki modern işgal orduları. Son 5-yılda, onlara 10- milyar $ harcama yapmışız. Kısıtlı kaynaklarımız bu insanlara gitmiş. Gelen mültecileri başıboş bırakmanın, büyük şehirlere hele de başkente yerleşmelerine göz yummanın mantığı nedir?
Yeni mülteciler 70'lerde Almanya'ya giden Türk işçilerle aynı durumda değiller. Bizimkiler Alman hükümetiyle imzalanan sözleşmeye uygun olarak düzenli kurallar içinde gitmiş eğitimli kalifiye işçilerdi. Şimdi mülteci deyince, her şey çok değişiyor. Almanlar çalışacak işçi istediler, insanlar geldi, yanlarında aileleriyle, alışkanlıkları ve değişik kültürleri ile beraber geldiler. Entegre olmamak için 2-kuşak direndiler.

Allah kimseyi vatanından ayrılmak zorunda bırakmasın. Kaybedecek bir şeyleri kalmamış insanlar, hayata tutunmak için her türlü suça yönelebilirler. Bize hiçbir bir gönül ve kardeşlik bağları da yok. İmparatorluk 100-yıl öncesinde kaldı. Savaş başlamadan önce de zaten kültürel ve ekonomik bakımlardan bizden çok farklı idiler. Türkiye'de geçen yıl, 150 bin göçmen çocuk doğmuş. Biz bunca mülteci ile ne yapacağız? Avrupa ülkeleri durumun çabuk farkına vardılar. Sınırlar kapandı, duvarlar örüldü, kontroller sıkılaştı, Schengen göreceli kaldırıldı. Biz ise olayın hiç farkına varmadık. Yakında kanun dışı işler artacak. Güvenlik sorunları, suç önleyici masraflar artacak. Farkına vardığımız zaman bakacağız, malımız mülkümüz sağlığımız rahatımız düzenimiz güvenliğimiz herşey gitmiş bitmiş. Yapılacak ne var? Cin şişeden çıktı artık. Ortadoğu'ya barışın gelmesi lazım. Nasıl gelecek, hiçbir fikrim yok. Ne süre içinde barış gelecek? Herhalde birkaç 10 yıl geçecek. Bu bize gelen eğitimi az, kalifiye işleri olmayan insanlar bizim ortama nasıl uyacaklar? Nasıl entegre olacaklar? Mevcut sınırlı kaynaklarımız ne kadar süre bunları besleyecek?

Kısa sürede geri gönderemiyor isek, bizim bu gelen mülteci aile fertlerine, çocuklara gençlere hızla Türkçe öğretmemiz lazım. Onları ekonomik sisteme sokmamız lazım. Üretici olmalarını sağlamamız lazım. Türk eğitim sistemi içine almamız, onları entegre etmemiz lazım. Yurtlarına geri gönderemiyorsak, tıpkı Almanların, Amerikalıların yaptığı gibi kendi sistemimize entegre edeceğiz. Kendi yaşam normlarımızı öğretmemiz lazım. Getto olarak kendi içlerine dönük yaşamalarını engellememiz lazım. Onları kamplara hapsederek bir yere varamayız. Güney sınırımızı geçenlerin, totaliter bir ülkede yetiştiklerini, çoğunluk olarak sünni muhafazakar Arab olduklarını unutmayalım. Tarlalarda, fabrikalarda, emek yoğun işlerde çalışsınlar, işyerleri açsınlar, ticaret yapsınlar. Askerlik yapsınlar, okula gitsinler, eğitim alsınlar, beceri kazansınlar. Antakya'da olduğu gibi, gelenlerin kültürlerini bizimkine eklememiz lazım. Bize yük değil zenginlik getirmelerine yardımcı olmamız lazım. Bu konuda net doğru- yanlış yok, ama kafa yormamız, politika üretmemiz lazım. Ne yapacağımız hakkında çözümler üretmemiz lazım.

Farkındayım mültecilerle ilgili bu makalenin tonu çok sert oldu. Konu sadece bir tür işgal ötesinde, daha çok yönetim sorunu haline geldi. Ulusal ve Uluslararası ölçekte doğru yönetilemeyen bir kriz sonucu evlerini terk etmek zorunda kalmış zavallı insanlardan bahsettik. Acımasız olan bu makale değil, durumun kendisi acımasız, ve kısa dönemde elimizden fazla birşey gelmiyor. Düşüncelerinizi, çözümlerinizi, tavsiyelerinizi, tecrübelerinizi, beklentilerinizi bildirirseniz memnun olurum. Doğrudan mesaj göndermek isterseniz Epostam başlıkta var.
---
Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

Prinkipo, 02/15/16

Thursday, February 11, 2016

Afşin Elbistan konulu sunum KahramanMaraş Üniversitesinde nasıl yapıldı? (2007)



Afşin Elbistan konulu sunum
KahramanMaraş Üniversitesinde nasıl yapıldı? (2007)

Yıllar öncesinde enerji bakanlığına mühendis olmayan bir siyasetçi gelmişti. Konuyu ne derece iyi bildiğini herkese anlatmak için toplantılarda hiç durmadan son istatistik rakamlardan bahsediyordu. Önüne gelen son enerji piyasası raporlarını ezberlemiş, her toplantıda bunları tekrarlıyordu. Ancak birimleri yanlış telaffuz ediyordu. Bütün kw, kw-saat, mw, kv, kVA hatta mbyte herşey birbirine karışmıştı.

Eğer bir sunumda, Türkiye'de ilk defa 1903'te Tarsus'ta kurulan 2-kw'lık su türbini bilgisi varsa, benim o sunuma olan ilgim bir anda bitiyor. Arkasından dünyada enerji başlıyor. Beni hiç ilgilendirmeyen bilgiler ekrana geliyor. Sonra Türkiye'de enerji'nin gelişimi grafikleri yükleniyor. Sunumlarda yüzlerce binlerce rakam önünüzden geçiyor, hangisini hatırlıyorsunuz?

12-Kasım 2007 tarihinde KahramanMaraş üniversitesinde öğrenciler için yapılan "1.Bölgesel Sorunlar ve Türkiye" Sempozyumu sabah son oturumunda, benden önceki üç konuşmacı birbirinin benzeri sunumlar yaptılar. Çoğunlukla İktisat ve Mühendislik fakültesi son sınıf öğrencileri konuşmaları izliyorlardı.

Uzak bir üniversiteden gelen genç bir akademisyen zaman sınırlamalarını aşarak önündeki metni sonuna kadar inatla okudu. Konu çok kısıtlı bir teknolojiyi anlatıyordu. Sunum yine Tarsus'taki 2-kw'lık su türbini ile başlamıştı. Ekrandaki görüntü çok sayıda rakam içeriyordu, ama rakamlar o kadar çok sayıda ve o kadar çok küçüktü ki, okumaya imkan yoktu.

Sıra son konuşmacı olarak bana geldi. Moderatör "Bir an önce bitirse de yemeğe gitsek" diye bana bakıyordu. Benden önceki tüm konuşmacılar kendilerine verilen süreleri fazlasıyla aşmışlardı. Bana yemek öncesi 13-dakika kalmıştı.

Toplantı KahramanMaraş üniversitesindeydi. Gündemde, il sınırları içindeki en önemli ekonomik üretimi sağlayan termik santral Afşin Elbistan yoktu. Kahraman Maraş için sanki "Afşin Elbistan" yoktu. Nurhak dağının arkasında kalmıştı, Kayseri, Malatya, Afşin Elbistan termik santraline sanki daha yakındı.

Hazırladığım PPT sunumu ilk görüntüde bıraktım. "Afşin Elbistan-A santrali kapatılmalıdır." Cümleyi tekrarladım, sonra kürsüyü yumrukladım. Sonra devam ettim, "A- santrali kapatılmalı ve hurda olarak satılmalıdır. B-santrali tam kapasitede çalıştırılmalıdır. Kendini uzun yıllar işletmede ispatlamış, ıslak kömürü baca gazıyla kurutarak zenginleştiren indirek kurutmalı pülverize (PFC) kömür yakma teknolojisine sahip, B- santralinin benzerleri C- D- E kömür bölgelerine, yerli imalatla yapılmalıdır" dedim. Arkasından, önceki sunumlarda defalarca verilen bilgiler içinde son güncel rakamları izleyicilere sordum. İzleyici öğrencilerin hiçbiri bilemedi, hatırlayamadı. Anlatılan binlerce rakam yerine varmamıştı.

Bilmemiz gerekli olan temel parametreler belli. Enerji Bakanlığının açıkladığı 2016 için geçerli Türkiye'nin kurulu gücü (73-Gwe), peak çekişi (Ağustos 43-Mwe), son yıl elektrik tüketimi 258 milyar kw-saat, doğalgaz tüketimi 48 milyar m3. Kişi başına yıllık tüketim 3300 kwsaat. Yerli linyit üretimi 15-16 Mton, taşkömürü üretimi 1.8-2 Mton, ithal kömür ithalatı 35-40 Mton. Bilmemiz gerekenlerin hepsi bu.

Afşin Elbistan, Tufanbeyli, Kangal kömür şeridinde yapılacak yeni santrallerin Afşin-B santrali benzeri olması gerektiğine inanıyorum. Yarısı su, 1/4'ü kül olan bu bize özel komür, dönüşümlü akışkan yatak (CFB) teknolojisi ile düzgün yakılamaz. CFB teknolojisi, külü çok olan kömürler için uygundur. CFB burda çalışmaz mı? Herhalde çalışır, ama ilk işletmeye girmesi, uzun ve zor olur, çok fazla ilave sıvı yakıt ister. Seçilen CFB santrallerine şüphe ile bakıyorum. Sorunsuz- kesintisiz işletme için ciddi endişelerim var.

Kömür kapasite rakamlarını özellikle aralıklı bıraktım, mertebeyi biliyorum ama her kaynakta ayrı rakam ortaya çıkıyor, yeni rezervler bulunuyor, ekleniyor, çıkarılıyor. Bunların hepsi normal, resmi rakamlar rezervler, üretimler, kapasiteler hiç durmadan değişir. Verilen tüm rakamlara ihtiyatla bakarsınız. Benim verdiğim rakamlar hassas değil, hassas olmasına gerek te yok, mertebeler belli.

KahramanMaraş Üniversitesinde "2.Bölgesel Sorunlar ve Türkiye" Sempozyumu 2012 yılında yapıldı. Bir daha yapılmadı. Afşin Elbistan için gerekli teknik elemanları sağlayacak Makina mühendisliği bölümü ise çok yeni açıldı.

---
Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

Ankara, 11/02/16

Friday, February 05, 2016

Memoires (Hatırat)



Memoires (Hatırat) neden çok önemli?

Bazan bir arkadaşımdan bir tecrübe, bir hayat hikayesi dinliyorum. İçimden keşke diyorum hocam bunları yazıya dökse, anlattıkları böyle sözlü anlatımda kalmasa. İnsanlar yaşlanınca unutulma korkusuna kapılıyorlar. Ne kadar güçlü, zengin, meşhur, akıllı, etkin olurlarsa olsunlar, zaman geliyor, bütün bu güç, zenginlik, etkinlik, ün kayboluyor. Yokolma yaklaşıyor. O zaman kendinden sonrakiler için kendi varlığını anlatan bir belge, döküman, kitap oluşturma çabası başlıyor.

İnternet üstünden bana ulaşan emekli bir Hazine genel müdürünün mektupları bana aynı durumu çağrıştırdı. Daha fazla gecikmeden kendi varlığı ile ilgili bugüne kadar biriktirdiği önemli dökümanları herkesle paylaşmak istemiş. Nixon, Kennedy, dönemleriyle ilgili gençlik meslek hayatı, ulaşılmaz güç, etkinlik, emeklilik döneminde devam eden IMF Filipinler temsilciliği. Bu yazıları, dökümanları belki bir yakını yazıya döktü. Bu mektupların şimdi bir önemi yok, ilerde sadece tarihçilere yarar.

Yaşlı bir eniştemiz vardı. Bir önemli bakanlıkta uzun yıllar genel müdürlük yapmıştı. Bizim yakınımızdı, ancak bize hiçbir yardımı olmadı, yardım isteyeceğimiz zaman özellikle kaçardı. hayatının son yılını yatakta geçirdi. Bir genç akademisyen kendisinden izin aldı. Günlerce onun hayatının etkin üst düzey bürokrat dönemlerini sesli banda aldı, bu bantları yazıya geçirdi, belki ilerde bir kitap yapar. Bu kayıtlar araştırmacının kişisel kütüphanesinde kaldı.

Bir doktor tanımıştım. Çok etkili, meşhur, zengin bir kişiydi. Terminal illness, (kanser) hastalığına yakalanmıştı. İnternette bir blog açmış, son günlerine kadar hayatını yazmış. Yıllar sonra google araması sırasında rastladım, hatıralarında çocukluğunu yeni bitirebilmişti.

ABD - Türk ortak girişim şirketine iki dönem yabancı genel müdür aldık. Ayda 12,500$ plus masraflar ödendi. Ben satış müdürü olarak onlarla yakın mesai yaptım. Süreleri bitti döndüler, sonra hayata veda ettiklerini duyduk. İkisi de terminal akciğer hastalığından hayata veda etmişler. Arkalarında yazılı hiçbirşey yok. Sanki bu insanlar hiç yaşamadılar. Google taramalarında bizim yazdığımız teknik makalelerde co-author/ ortak yazar isim olarak görülüyorlar. Birkaç İngilizce basın bülteninde isimleri var.

Yaşlanan zenginlerimizde "ghost writer (yardımcı yazar)" yardımı ile hatıralarını yazma eğilimi görüyorum. "Ben bu dünyaya geldim, yaşadım, toplum için çok işler yaptım, para kazandım, insanlara istihdam sağladım, beni bilin, benden sonra beni hatırlayın", diyorlar. Memoires, çok ileri yaşlarda yazıldığı için eski olayları hatırlamak zorlaşıyor. Anlatılanlar tekrara giriyor. Netlik ve detaylar kayboluyor.

Margaret Thatcher, Bill Clinton, Hillary Clinton, Tommy Blair, Mihail Gorbachov özellikle Henry Kissinger, bütün batı liderleri, iktidarları sonrası böyle kitaplar yazdılar. Çanakkale 1915 savaş hatıralarını, önce İngiliz General Ian Hamilton (Gallipoli Diary, 1920), sonra Alman General Otto Liman von Sanders (Der Kampf um Die Dardanellen, 1927) kitap haline getirdiler. Mustafa Kemal beyin Çanakkale hatıralarını genç gazeteci Ruşen Eşref, Şişli evinde yaptığı bir haftalık mülakat ile kaleme aldı (1919), önce gazete makalesi sonra kitap olarak yığınlara duyurdu, mülakat kitap onu efsane Paşa yaptı.

Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Orhan Veli, Ahmet Haşim daha kalıcı ve ölümsüz oldular. Aziz Nesin'in çocukluk hatıraları, Ahmet Haşim'in 1930'larda Almanya'da tedavi için bulunduğu sürede yazdığı 20-makaleden derlenen "Frankfurt Seyahatnamesi" bugün bile çok etkileyici. Sebahattin Ali'nin romanları hala çok satar listesinde. Son okuma bağımlılığım Avusturyalı yazar Stefan Zweig (1881-1942) geride muhteşem kitaplar bırakmış. Sokrates, Aristo, Makyavel yüzyıllar öncesinden bize sesleniyorlar.

Kraliçe her akşam dolmakalem ile memoire/ hatırat tutarmış, biliyormuydunuz? Her gece, hiç aksatmadan o günün izlenimlerini, muhasebesini yazarmış. Bununla ilgili bir dökümanter TV programı izlemiştim. Kraliçe kendi gözlemlerini her gece kendi el yazısıyla kağıda döküyor, tüm yazdıkları 50-yıl boyunca gizli kalacak, sonra yayınlanacak. Araştırmacılara, tarihçilere kaynak olacak.

Bir okul arkadaşımın yurtdışı tecrübesini dinledim. Rusya'da son 12-yıldır çalışıyordu. Orda bir işyeri kurmuş, yerel insanları istihdam etmiş. Rus Su-24 uçağının 24-Kasım 2015 günü düşürülmesi sonrası ordaki herşey bitmiş. "Ben bir balonmuşum, bir iğne soktular, patlattılar, işim, malım, mülküm, ofisim herşey bitti. Vize vermiyorlar oraya gidemiyorum. İşimi yönetemiyorum, herşeyi nerdeyse sıfırladım, burda herşeye yeniden başlamak zorundayım. Hayatımın son 12-yıllık çalışması, didinmesi, uğraşı orda kaldı, sıfırlandı." diyor.

Bizim coğrafyada memoire/ hatırat yazmak nedense pek makbul değil. "Yazdıklarımdan birisi üstüne alınır, çocuklarıma zarar verir", korkusu var. Halbuki, yaşlandıkça, çerçeveden çıkıyoruz, kalıplara sığmıyoruz. Zaman geçtikçe, kendimize gülebiliyoruz. Bu meziyetler bizim coğrafyada kabul görmüş geçerli kurallar değil. Amerikalı diyor ki, "Başkalarının hatalarından öğrenemez isen, tüm hataları yapıp öğrenmeye yeterli yılların yoktur." Geçmişte yaptıklarımızı, termik santral inşaat safhalarını, teklif sürecini ara sıra genç mühendislere anlatıyorum. Onlara masal gibi geliyor. Bence hatıratlar/ biyografiler çok önemli. Bizim gibi aynı hataları yıllar boyunca tekrar tekrar yapan toplumlar için daha da önemli. Hayat, her şeyi tecrübe edebileceğimiz kadar uzun değil. Başkalarının tecrübelerinden faydalanmak gerekir.

Emekli hazine genel müdürünün mektup detayları bana bunları hatırlattı. Düşüncelerinizi, tavsiyelerinizi, tecrübelerinizi, beklentilerinizi bildirirseniz memnun olurum. Doğrudan mesaj göndermek isterseniz Epostam başlıkta var.

---

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


Prinkipo, 02/08/16

Monday, February 01, 2016

Günümüzde Elektrik Ticareti



Enerji piyasası ile enerji ticaretinin Türkiye’de tarihsel gelişimi için kamu kurumların doğuşuna ve gelişimine bakmak gerekir. TEK, TEDAŞ, TEAŞ, EÜAŞ, TEİAŞ, TETAŞ ve EPDK’nın kuruluşu, elektrik piyasası kanunu, yenilenebilir enerji kanunu, nükleer enerji ve enerji verimliliği kanunları, dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesi, Gün Öncesi Piyasası’nın kurulması, EÜAŞ varlıklarının özelleştirilmesi, Gün İçi Piyasası için EPİAŞ'ın kurulumu önemlidir.

Türkiye'de elektrik iletim hatlarının tamamı devlete aittir. 2016 Ocay ayı itibariyle bugün toptan elektrik ticaretin % 50’si özel sektör tarafından yapılmaktadır. Elektrik üretiminde özel sektör payının % 79 olmuştur.

Enerji’nin arz tarafında kritik parametrelere bakalım. Yağmur yağış, rüzgar, hidrolik santrallerin, rüzgar ve elektrik santrallerinin durumu, termik santrallerde gaz, petrol ve kömür fiyatlarının etkileri, işletme sırasında yapılan teknik hatalar ve gerekli revizyonlar, bakım onarımlar önemlidir.

Talep tarafında ise; hava ortam sıcaklığı, hava koşullarındaki değişiklikler, elektrikle iç ortam ısınma, ortamda aydınlık, bulutlu olma faktörü, okul tatilleri, resmi tatillerdeki tüketici davranışları, tüm bu faktörler enerji fiyatlarını etkiler. Elektrik taleb artışı, büyüyen nüfus, hızlı şehirleşme ve güçlü ekonomik gelişme ile oluşur.

Gün Öncesi Piyasası (GÖP), enerji şirketleri için güvenilir piyasa olarak işlevini sürdürmektedir. Gün İçi Piyasası (GİP), piyasadaki dengesizlik miktarını azaltmayı hedefleyen bir ara piyasadır. OTC (over-the- counter, masa üstü) hacimlerinde EPİAŞ kurulumu ve Gün İçi Piyasası ile olumlu gelişmeler yaşanmaktadır. Son durumda "Vadeli İşlem ve Opsiyon Piyasası" ile yurdumuzda elektrik ticareti daha likid (alışkan) hale gelmiştir.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM) uygulaması ile hidro, rüzgar, jeotermal, biyo-kütle ve güneş ile üretim yapanlar on yıl süre ile 7,3-13,3 USDcent/kw-saat bedelle enerji satabilirler.

Serbest tüketici”lerin enerji alım anlaşması sınırı onüç yılda 9.000 mWsaat/yıl’dan 3,6 mWsaat/yıl’a düşmüştür.

Altı ay içinde; evlerde kullanılan enerji bedelinde +% 7,5, dağıtım şirketlerine ödenen toplam payda +% 7,0, fatura toplamında +% 5,0, ticarethanelerde kullanılan enerji bedelinde +% 0,6, dağıtım sirketlerine ödenen toplam payda +% 21,7 ve fatura toplamında +% 4,7 değişim olmuştur.

Yurdumuzda elektrik ticaretini olumlu etkileyen unsurlar şöyle sıralanabilir.
Serbestleşen piyasa çeşitliliğinin artması, rekabetin gelişmesi, yasal ve düzenleyici alt yapı, Gün İçi Piyasa uygulaması ve nitelikli insan kaynağı varlığı.

Olumsuzluklar ise;
Alt yapı yetersizliği, serbest tüketici limiti, damga vergisi maliyeti, bağımsız izleme kurumları yetersizliği ve kamu denetim aksaklıkları.

Enerji ticaretini engelleyen unsurlar,
Dışa bağımlılık, pahalı ve yetersiz yatırım finansmanı, talep artışındaki son dönem yavaşlama, yeni teknolojilere ayak uyduramama, sürdürülebilirlik, güvenilirlik sorunu, yetersiz ve tecrübesiz kadrolar.

Enerji ticareti yapanlar; genel yurtiçi ve yurtdşı ekonomik gelişmelerden, meteorolojik olaylardan, doğal gaz kesintilerinden, kısa vadeli teminat mektuplarından, borsa yerine ikili anlaşma uygulamasından dolayı risk altındadırlar.

Yatırım aşamaları; yatırım öncesinde yetersiz idari, teknik ve mali araştırmalar, yatırım döneminde yatırım kararının uygulanması ve işletme döneminde karşılaşılan idari, teknik ve personel sorunlardan oluşuyor.

Yatırımcını kontrolü dışında oluşan sorunlar var. Son on yılda iletim tarifesinin 70 kat, dağıtım tarifesinin 12 kat artışı, torba kanunla lisans harcının hidrolik santrallerde gayri safi hasılanın bin’de onbeş’i olarak belirlenmesi.
Can suyu miktarları da 2010’da artırılmıştır.

Öte yandan kamu kısıt ve talimatlarında şeffaflık yoktur. Özel sektör firmalarının EÜAŞ gibi üretim devi ile mücadele etmek zorunluluğu vardır. Yekdem miktarlarının çok artması, idaresinin nasıl yapıldığının net olmaması ve maliyetinin ne çıkacağının tahmin edilememesi yatırımcının karşılaştığı önemli zorluklardır.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM)’in alım garantisi verdiği işletmelerin toplam gücü 15.000 mW’a ulaşmıştır. Bunun 4.300 mW’lık kısmı, kurulu kapasitesi 30 mW ve üstü hidroelektrik santrallerdir.

Piyasa Takas Fiyatı (PTF)’nin yıllar ortalamasının düşerek 2015’te ortalama 133,45 TL/kWsaat olarak gerçekleşmiştir.

YEKDEM’de bedel, gelir ve gider farkından oluşur. Gider rakamına, dengeleme eklenir. YEKDEM’de çalışmalar sistemin optimizasyonu ve güvenilirliği üzerinden yürütülür. YEKDEM kapsamındaki üreticilerin serbest piyasada enerji satması ve aradaki farkın prim olarak ödenmesi ihtiyacı var.

Geçmiş tecrübelerimiz ışığında Elektrik Piyasası beklentilerimizi burda arzedelim.
Elektrik Piyasası İşletme A.Ş. (EPİAŞ) şeffaflık platformu oluşturacak, bekliyoruz.
TEİAŞ yönetmeliğinde değişiklik yapılarak primer ve sekonder frekans rezervi alım yöntemi revize edilecek. Bunun yanı sıra test gereksinimlerinin gevşetilmesine çalışılacak, umuyoruz.
Otomatik Sayaç Okuma Sistemi (OSOS) geliştirilerek piyasa yönetim sistemi ile doğrudan iletişim kurulacak. Serbest Tüketici veri tabanı geliştirilip, güncel tutulması sağlanacak. Serbest tüketici takvimi oluşturulacak.
Sıfır bakiye düzeltme tutarı (SBDT) ve iletim kaybı iletim tarifelerinde, son kaynak düzenlemeleri ve tarifesinde, tüketici hakları yönetmeliğinde, uzlaştırma sisteminin yeniden ele alınması sağlanacak.
Tüketici portalı oluşturularak, kapasite piyasası gereksinimleri karşılanacak.

Düşüncelerinizi, tavsiyelerinizi, tecrübelerinizi, beklentilerinizi bildirirseniz memnun olurum. Epostam başlıkta var.

---

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


Prinkipo, 02/02/16