yoksa çözüm Entegrasyon mu?
Hanımla
beraber 1984 yılında İngiltere'ye gittim. Geleneksel bir İngiliz
pansiyonda rezervasyon yaptırmıştım. Kaldığımız pansiyonun
sahibi 1972 yılında Uganda'dan 90 gün içinde sınırdışı
edilmiş Hintli Müslüman bir aile çıktı. Çok az bir para ile
İngiltere'ye gelmişler, yeni ülkelerinde tutunabilmek için pansiyonu bir İngiliz aileden devralmışlardı. Tüm aile fertleri pansiyonda
kalan misafirleri memnun etmek için canla başla çalışıyorlardı.
İngiltere, Hintli aileleri Uganda'ya gönderebilmek için 1890'larda
onlara İngiliz pasaportu vermiş, onlar da 1972'de İngiltere'ye göç etmişlerdi. Ailenin babası zorunlu göç
sırasında başlarından geçenleri bana anlattı. Eskiden Uganda'da
ticaret yapıyordu, malı mülkü vardı, orda çok zengindi. Neyse
zor günler geride kalmıştı ama gerçekten çok sıkıntılı
günler yaşamışlardı.
Yıllar
boyu güney İtalya, Afrika'dan özellikle Tunus ve Libya'dan
kaçanların istilasına uğradı. Sicilya açıklarındaki adası
Lampedusa, Afrika kıyılarına çok yakın olduğu için binlerce
mülteci buraya akın ettiler. İtalyanlar zaman zaman bu durumlardan
yakınsalar da sınırlarını kapatmadılar. Bugüne kadar hiç bir
zaman büyük patlamalar yaşanmadı. Arap baharından sonra
İtalya'ya kaçan göçmen sayısı herhalde bugün bir milyonu
aşmıştır. Ancak gelenler İtalya'da kalmıyorlar, kuzey Avrupa'ya
dağılıyorlar. Suriye'den kaçanlarla, Libya ve Tunus'tan kaçanlar
arasında bir fark var. Libya ve Tunus'tan, çoğu eğitimsiz, genç
erkekler kaçıyor. Bunlar kuzey Avrupa ülkelerinde her türlü suça
karışıyorlar, taciz, tecavüz, hırsızlık, uyuşturucu, fuhuş
olaylarına giriyorlar. Alman Pegida gibi aşırı sağcı yerel
guruplar bunları şiddetle yola getirmeye çalışıyor, polis suça
karışan mültecileri sınırdışı ediyor. Suriye'den ise aileler
hep beraber kaçıyor. Baba, yanına karısını ve çocuklarını
alıp ailesini savaştan kaçırmaya çalışıyor. Umarız barış
olur ve Türkiye'den kaçan önemli sayıda Suriyeli ülkelerine
döner. Her olumsuzluğu onlara bağlamak doğru değil diye
düşünüyorum. Coelho, "İyi ki ben o tarafta değilim"
demiş. Bir anda çoluk çocuk vatansız parasız evsiz işsiz
sigortasız korunaksız ortada kalmak, dilini bilmediğin komşu
ülkeye sığınmak kolay değil. Dünya tarihinde, geçici bile
olsa, 3 milyon mülteciyi kabul etmiş tek bir yer yok. En yakın
tarihlerdeki örnekler, Hindistan-Pakistan-Bangladeş. Her üçünün
de sonucu belli... Büyük şehirlerde yolda sakin yürümeye imkan
yok, her taraf mülteci çocuk, genç anne ve bebeleri ile dolu. Bu
kadar mülteci ile nasıl baş edeceğiz? Geldiler, sınırları
aştılar, boş yerlere, boş evlere, tatil yerlerine, boş çiftlik
evlerine, buldukları her yere yerleştiler. Hastaneler geçici
misafir kartlı mültecilerle dolu. Devlet hastaneleri doldu,
nerdeyse mülteciden başka kimseye bakmıyor, bakamıyor. Onların
gelişiyle beraber, yurdumuzda yok olmuş eski salgın ölümcül
hastalıklar tekrar ortaya çıktı, çocuk felci, su çiçeği,
tüberkloz. Allah hepimizi daha kötüsünde korusun. Yaklaşık
3-milyon mülteci ailesi güney sınırımızı geçtiler. Aileleri
ile geldiler. Ortalama eğitim düzeyleri ilkokul altında. Eğitimli,
kalifiye olanlar burda durmadı, Avrupa'ya başka uzak yerlere
gittiler.
Viyana Belediye Başkanı Omar Al-Rawi İngiltere Sağlık Bakanı
Ara Derzi, dünyanın en ünlü mimarlarından Zaha Al-Hadid, Bağdat
doğumlu Irak asıllı göçmenlerdir. Apple kurucusu Steve Jobs'ın
babası Suriye doğumlu idi. Ancak bu olumlu örnekler, gelen birinci
kuşak içinde çok az. Bize gelen mülteci erkeklerin
düzgün eğitimi ve belirli kalifiye işi yok. Kadınlar ezik,
silik, çocuk doğurmak ve ev işleri yapmak dışında başka işleri
yok. Ev dışında çalışmak kültürlerinde yok. Masum zavallı
düşkün görüntüleri ile boş evleri, çiftlikleri,
topraklarımızı, sokakları, parkları, hastaneleri, okulları
zaman içinde işgal ettiler. Bunlar mülteci değil, sanki modern
işgal orduları. Son 5-yılda, onlara 10- milyar $ harcama yapmışız.
Kısıtlı kaynaklarımız bu insanlara gitmiş. Gelen mültecileri
başıboş bırakmanın, büyük şehirlere hele de başkente
yerleşmelerine göz yummanın mantığı nedir?
Yeni
mülteciler 70'lerde Almanya'ya giden Türk işçilerle aynı durumda
değiller. Bizimkiler Alman hükümetiyle imzalanan sözleşmeye
uygun olarak düzenli kurallar içinde gitmiş eğitimli kalifiye
işçilerdi. Şimdi mülteci deyince, her şey çok değişiyor.
Almanlar çalışacak işçi istediler, insanlar geldi, yanlarında
aileleriyle, alışkanlıkları ve değişik kültürleri ile beraber
geldiler. Entegre olmamak için 2-kuşak direndiler.
Allah
kimseyi vatanından ayrılmak zorunda bırakmasın. Kaybedecek bir
şeyleri kalmamış insanlar, hayata tutunmak için her türlü suça
yönelebilirler. Bize hiçbir bir gönül ve kardeşlik bağları da
yok. İmparatorluk 100-yıl öncesinde kaldı. Savaş başlamadan
önce de zaten kültürel ve ekonomik bakımlardan bizden çok farklı
idiler. Türkiye'de geçen yıl, 150 bin göçmen çocuk doğmuş.
Biz bunca mülteci ile ne yapacağız? Avrupa ülkeleri durumun çabuk
farkına vardılar. Sınırlar kapandı, duvarlar örüldü,
kontroller sıkılaştı, Schengen göreceli kaldırıldı. Biz ise
olayın hiç farkına varmadık. Yakında kanun dışı işler
artacak. Güvenlik sorunları, suç önleyici masraflar artacak.
Farkına vardığımız zaman bakacağız, malımız mülkümüz
sağlığımız rahatımız düzenimiz güvenliğimiz herşey gitmiş
bitmiş. Yapılacak ne var? Cin şişeden çıktı artık.
Ortadoğu'ya barışın gelmesi lazım. Nasıl gelecek, hiçbir
fikrim yok. Ne süre içinde barış gelecek? Herhalde birkaç 10 yıl
geçecek. Bu bize gelen eğitimi az, kalifiye işleri olmayan
insanlar bizim ortama nasıl uyacaklar? Nasıl entegre olacaklar?
Mevcut sınırlı kaynaklarımız ne kadar süre bunları besleyecek?
Kısa
sürede geri gönderemiyor isek, bizim bu gelen mülteci aile
fertlerine, çocuklara gençlere hızla Türkçe öğretmemiz lazım.
Onları ekonomik sisteme sokmamız lazım. Üretici olmalarını
sağlamamız lazım. Türk eğitim sistemi içine almamız, onları
entegre etmemiz lazım. Yurtlarına geri gönderemiyorsak, tıpkı
Almanların, Amerikalıların yaptığı gibi kendi sistemimize
entegre edeceğiz. Kendi yaşam normlarımızı öğretmemiz lazım.
Getto olarak kendi içlerine dönük yaşamalarını engellememiz
lazım. Onları kamplara hapsederek bir yere varamayız. Güney
sınırımızı geçenlerin, totaliter bir ülkede yetiştiklerini,
çoğunluk olarak sünni muhafazakar Arab olduklarını unutmayalım.
Tarlalarda, fabrikalarda, emek yoğun işlerde çalışsınlar,
işyerleri açsınlar, ticaret yapsınlar. Askerlik yapsınlar, okula
gitsinler, eğitim alsınlar, beceri kazansınlar. Antakya'da olduğu
gibi, gelenlerin kültürlerini bizimkine eklememiz lazım. Bize yük
değil zenginlik getirmelerine yardımcı olmamız lazım. Bu konuda
net doğru- yanlış yok, ama kafa yormamız, politika üretmemiz
lazım. Ne yapacağımız hakkında çözümler üretmemiz lazım.
Farkındayım
mültecilerle ilgili bu makalenin tonu çok sert oldu. Konu sadece
bir tür işgal ötesinde, daha çok yönetim sorunu haline geldi.
Ulusal ve Uluslararası ölçekte doğru yönetilemeyen bir kriz
sonucu evlerini terk etmek zorunda kalmış zavallı insanlardan
bahsettik. Acımasız olan bu makale değil, durumun kendisi
acımasız, ve kısa dönemde elimizden fazla birşey gelmiyor.
Düşüncelerinizi,
çözümlerinizi, tavsiyelerinizi, tecrübelerinizi, beklentilerinizi
bildirirseniz memnun olurum. Doğrudan mesaj göndermek isterseniz
Epostam başlıkta var.
---
Haluk
Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup,
mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı
ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak
termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif,
satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar
termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya,
mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere
danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji
komisyonları üyesidir.
Prinkipo,
02/15/16
No comments:
Post a Comment