Saturday, February 13, 2016

Mülteci mi? İşgalci mi?



yoksa çözüm Entegrasyon mu?

Hanımla beraber 1984 yılında İngiltere'ye gittim. Geleneksel bir İngiliz pansiyonda rezervasyon yaptırmıştım. Kaldığımız pansiyonun sahibi 1972 yılında Uganda'dan 90 gün içinde sınırdışı edilmiş Hintli Müslüman bir aile çıktı. Çok az bir para ile İngiltere'ye gelmişler, yeni ülkelerinde tutunabilmek için pansiyonu bir İngiliz aileden devralmışlardı. Tüm aile fertleri pansiyonda kalan misafirleri memnun etmek için canla başla çalışıyorlardı. İngiltere, Hintli aileleri Uganda'ya gönderebilmek için 1890'larda onlara İngiliz pasaportu vermiş, onlar da 1972'de İngiltere'ye göç etmişlerdi. Ailenin babası zorunlu göç sırasında başlarından geçenleri bana anlattı. Eskiden Uganda'da ticaret yapıyordu, malı mülkü vardı, orda çok zengindi. Neyse zor günler geride kalmıştı ama gerçekten çok sıkıntılı günler yaşamışlardı.

Yıllar boyu güney İtalya, Afrika'dan özellikle Tunus ve Libya'dan kaçanların istilasına uğradı. Sicilya açıklarındaki adası Lampedusa, Afrika kıyılarına çok yakın olduğu için binlerce mülteci buraya akın ettiler. İtalyanlar zaman zaman bu durumlardan yakınsalar da sınırlarını kapatmadılar. Bugüne kadar hiç bir zaman büyük patlamalar yaşanmadı. Arap baharından sonra İtalya'ya kaçan göçmen sayısı herhalde bugün bir milyonu aşmıştır. Ancak gelenler İtalya'da kalmıyorlar, kuzey Avrupa'ya dağılıyorlar. Suriye'den kaçanlarla, Libya ve Tunus'tan kaçanlar arasında bir fark var. Libya ve Tunus'tan, çoğu eğitimsiz, genç erkekler kaçıyor. Bunlar kuzey Avrupa ülkelerinde her türlü suça karışıyorlar, taciz, tecavüz, hırsızlık, uyuşturucu, fuhuş olaylarına giriyorlar. Alman Pegida gibi aşırı sağcı yerel guruplar bunları şiddetle yola getirmeye çalışıyor, polis suça karışan mültecileri sınırdışı ediyor. Suriye'den ise aileler hep beraber kaçıyor. Baba, yanına karısını ve çocuklarını alıp ailesini savaştan kaçırmaya çalışıyor. Umarız barış olur ve Türkiye'den kaçan önemli sayıda Suriyeli ülkelerine döner. Her olumsuzluğu onlara bağlamak doğru değil diye düşünüyorum. Coelho, "İyi ki ben o tarafta değilim" demiş. Bir anda çoluk çocuk vatansız parasız evsiz işsiz sigortasız korunaksız ortada kalmak, dilini bilmediğin komşu ülkeye sığınmak kolay değil. Dünya tarihinde, geçici bile olsa, 3 milyon mülteciyi kabul etmiş tek bir yer yok. En yakın tarihlerdeki örnekler, Hindistan-Pakistan-Bangladeş. Her üçünün de sonucu belli... Büyük şehirlerde yolda sakin yürümeye imkan yok, her taraf mülteci çocuk, genç anne ve bebeleri ile dolu. Bu kadar mülteci ile nasıl baş edeceğiz? Geldiler, sınırları aştılar, boş yerlere, boş evlere, tatil yerlerine, boş çiftlik evlerine, buldukları her yere yerleştiler. Hastaneler geçici misafir kartlı mültecilerle dolu. Devlet hastaneleri doldu, nerdeyse mülteciden başka kimseye bakmıyor, bakamıyor. Onların gelişiyle beraber, yurdumuzda yok olmuş eski salgın ölümcül hastalıklar tekrar ortaya çıktı, çocuk felci, su çiçeği, tüberkloz. Allah hepimizi daha kötüsünde korusun. Yaklaşık 3-milyon mülteci ailesi güney sınırımızı geçtiler. Aileleri ile geldiler. Ortalama eğitim düzeyleri ilkokul altında. Eğitimli, kalifiye olanlar burda durmadı, Avrupa'ya başka uzak yerlere gittiler. Viyana Belediye Başkanı Omar Al-Rawi İngiltere Sağlık Bakanı Ara Derzi, dünyanın en ünlü mimarlarından Zaha Al-Hadid, Bağdat doğumlu Irak asıllı göçmenlerdir. Apple kurucusu Steve Jobs'ın babası Suriye doğumlu idi. Ancak bu olumlu örnekler, gelen birinci kuşak içinde çok az. Bize gelen mülteci erkeklerin düzgün eğitimi ve belirli kalifiye işi yok. Kadınlar ezik, silik, çocuk doğurmak ve ev işleri yapmak dışında başka işleri yok. Ev dışında çalışmak kültürlerinde yok. Masum zavallı düşkün görüntüleri ile boş evleri, çiftlikleri, topraklarımızı, sokakları, parkları, hastaneleri, okulları zaman içinde işgal ettiler. Bunlar mülteci değil, sanki modern işgal orduları. Son 5-yılda, onlara 10- milyar $ harcama yapmışız. Kısıtlı kaynaklarımız bu insanlara gitmiş. Gelen mültecileri başıboş bırakmanın, büyük şehirlere hele de başkente yerleşmelerine göz yummanın mantığı nedir?
Yeni mülteciler 70'lerde Almanya'ya giden Türk işçilerle aynı durumda değiller. Bizimkiler Alman hükümetiyle imzalanan sözleşmeye uygun olarak düzenli kurallar içinde gitmiş eğitimli kalifiye işçilerdi. Şimdi mülteci deyince, her şey çok değişiyor. Almanlar çalışacak işçi istediler, insanlar geldi, yanlarında aileleriyle, alışkanlıkları ve değişik kültürleri ile beraber geldiler. Entegre olmamak için 2-kuşak direndiler.

Allah kimseyi vatanından ayrılmak zorunda bırakmasın. Kaybedecek bir şeyleri kalmamış insanlar, hayata tutunmak için her türlü suça yönelebilirler. Bize hiçbir bir gönül ve kardeşlik bağları da yok. İmparatorluk 100-yıl öncesinde kaldı. Savaş başlamadan önce de zaten kültürel ve ekonomik bakımlardan bizden çok farklı idiler. Türkiye'de geçen yıl, 150 bin göçmen çocuk doğmuş. Biz bunca mülteci ile ne yapacağız? Avrupa ülkeleri durumun çabuk farkına vardılar. Sınırlar kapandı, duvarlar örüldü, kontroller sıkılaştı, Schengen göreceli kaldırıldı. Biz ise olayın hiç farkına varmadık. Yakında kanun dışı işler artacak. Güvenlik sorunları, suç önleyici masraflar artacak. Farkına vardığımız zaman bakacağız, malımız mülkümüz sağlığımız rahatımız düzenimiz güvenliğimiz herşey gitmiş bitmiş. Yapılacak ne var? Cin şişeden çıktı artık. Ortadoğu'ya barışın gelmesi lazım. Nasıl gelecek, hiçbir fikrim yok. Ne süre içinde barış gelecek? Herhalde birkaç 10 yıl geçecek. Bu bize gelen eğitimi az, kalifiye işleri olmayan insanlar bizim ortama nasıl uyacaklar? Nasıl entegre olacaklar? Mevcut sınırlı kaynaklarımız ne kadar süre bunları besleyecek?

Kısa sürede geri gönderemiyor isek, bizim bu gelen mülteci aile fertlerine, çocuklara gençlere hızla Türkçe öğretmemiz lazım. Onları ekonomik sisteme sokmamız lazım. Üretici olmalarını sağlamamız lazım. Türk eğitim sistemi içine almamız, onları entegre etmemiz lazım. Yurtlarına geri gönderemiyorsak, tıpkı Almanların, Amerikalıların yaptığı gibi kendi sistemimize entegre edeceğiz. Kendi yaşam normlarımızı öğretmemiz lazım. Getto olarak kendi içlerine dönük yaşamalarını engellememiz lazım. Onları kamplara hapsederek bir yere varamayız. Güney sınırımızı geçenlerin, totaliter bir ülkede yetiştiklerini, çoğunluk olarak sünni muhafazakar Arab olduklarını unutmayalım. Tarlalarda, fabrikalarda, emek yoğun işlerde çalışsınlar, işyerleri açsınlar, ticaret yapsınlar. Askerlik yapsınlar, okula gitsinler, eğitim alsınlar, beceri kazansınlar. Antakya'da olduğu gibi, gelenlerin kültürlerini bizimkine eklememiz lazım. Bize yük değil zenginlik getirmelerine yardımcı olmamız lazım. Bu konuda net doğru- yanlış yok, ama kafa yormamız, politika üretmemiz lazım. Ne yapacağımız hakkında çözümler üretmemiz lazım.

Farkındayım mültecilerle ilgili bu makalenin tonu çok sert oldu. Konu sadece bir tür işgal ötesinde, daha çok yönetim sorunu haline geldi. Ulusal ve Uluslararası ölçekte doğru yönetilemeyen bir kriz sonucu evlerini terk etmek zorunda kalmış zavallı insanlardan bahsettik. Acımasız olan bu makale değil, durumun kendisi acımasız, ve kısa dönemde elimizden fazla birşey gelmiyor. Düşüncelerinizi, çözümlerinizi, tavsiyelerinizi, tecrübelerinizi, beklentilerinizi bildirirseniz memnun olurum. Doğrudan mesaj göndermek isterseniz Epostam başlıkta var.
---
Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

Prinkipo, 02/15/16

No comments: