Thursday, September 11, 2025
Vermeer
Tutumlu Kadın ve Kışa Hazırlık:
Enerji Tasarrufu Üzerine Düşünceler
Mutfak duvarımızda asılı duran Johannes Vermeer’in (1632–1675, Delft) ünlü eseri “The Milkmaid” (Sütçü Kadın) bana her defasında farklı şeyler düşündürür. Hollandalı ressamın bu tablosunda güçlü kuvvetli bir kadın, sütü tek damlasını ziyan etmeden yavaşça kaba boşaltır. Tutumluluğun, emeğin ve sadeliğin simgesi gibidir. Vermeer’in daha çok bilinen “İnci Küpeli Kız” tablosunun aksine, bu resim günlük yaşamın gerçekçiliğini yansıtır. İşte bu nedenle bana daha anlamlı gelir.
Şimdi Büyükada’ya kış geliyor. Kadıyoran yokuşundaki küçük yazlık evimizde doğal gaz yok, kombi yok. Kalın bir kazakla oturuyorum. İçimden “kışın daha az doğal gaz, daha az elektrik nasıl kullanılır?” diye düşünmeden edemiyorum. Avrupa’da savaş ve enerji krizi nedeniyle çoktan tasarruf önlemleri devreye girdi. Eyfel Kulesi artık gece yarısından sonra ışıklandırılmıyor, mağaza vitrinleri karanlık. Almanya kapatılmış nükleer santralleri yeniden açma çabasında, rüzgâr ve güneş yatırımlarını hızla artırıyor. Benim önerilerim ise daha mütevazı: evlerde ortak sıcak su haftada bir–iki gün verilebilir, ortam sıcaklığı 18°C ile sınırlandırılmalı, insanlar ev içinde terlik, yün çorap, kazak giymeli.
1971’de İngiltere’de kaldığımda, pansiyon odamda elektrikli sobayı çalıştırmak için bozuk para atardım. Gece ise kalın battaniye altında uyurdum. İngilizler, savaş döneminde kıtlık ve soğukla yaşamayı öğrenmişlerdi. Zaten tutumluluk, onların ulusal karakterinin bir parçasıydı. Bugün bile birçok İngiliz evinde yalnızca oturulan oda ısıtılır, diğer odalar kapalıdır. Kraliçe’nin sarayında bile bu böyledir. 1976’da Moskova’da ise durum farklıydı. Kalın taş duvarlı binalarda merkezi ısıtma vardı. İç mekânlar sıcaktı ama israf edilmezdi. Bu da farklı bir tutumlu yaşam biçimiydi.
Bizde ise işler çoğu zaman tersine işliyor. Bahçe sulamalarından gece ışık gösterilerine kadar, her yerde enerji savurganlığı göze çarpıyor. İstanbul’daki yüksek binaların süslü gece aydınlatmaları adeta arabesk zevkin zirvesi. Beni en çok düşündüren konu şu: Ankara gibi güneşli şehirlerde neden hâlâ ısınma ve elektrik için dünyanın öbür ucundan, Sibirya’dan ya da Cezayir’den gaz getiriyoruz? Oysa Almanya, bizden çok daha kuzeyde olmasına rağmen çatılarına güneş panelleri yerleştirmekte son derece başarılı oldu. Bizde ise çaydanlık saatlerce ocakta kaynar; oysa ben kettle kullanıp termosla çayımı demlediğimde kimse beğenmez.
Enerji krizinde riskler büyük. İran, her kış olduğu gibi iç talep nedeniyle gaz kesintisi yapacak. Bu 2–4 hafta sürebilir. Cezayir ve Nijerya’dan gelen LNG sevkiyatı güvenilir değil. Avrupa, yüksek fiyat ödeyerek kontratları bozup kendi ihtiyacına gaz yönlendirebilir. Bizim tek avantajımız Azerbaycan gazı, ama o da pahalı. Rus gazı ise tamamen Ukrayna savaşının gidişatına bağlı.
Kışın doğal gaz kullanımını azaltmak artık kaçınılmaz. Zaten ekonomik koşullar da bizi buna zorlayacak. O halde bireyden devlete kadar herkesin tasarruf tedbirlerini benimsemesi gerekiyor. Bundan 40 yıl önce doğal gaz, Ankara’nın kirli havasını kurtarmıştı. Ancak bugün artık daha rasyonel bir enerji politikası şart. Güneşin, rüzgârın ve basit yaşam alışkanlıklarının bize neler kazandırabileceğini yeniden hatırlamamız lazım. Tıpkı Vermeer’in sütçü kadını gibi, tek damla ziyan etmeden…
⸻
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment