Sunday, September 21, 2025

Sonbahar

Büyükada’da Sonbahar Büyükada’da sonbahar, doğanın bize fısıldadığı bir davet gibidir: “Biraz yavaşla.” Yapraklar renk değiştirir, serinleyen hava ışığı daha yumuşak ve sıcak tonlara boyar. Dışarıdaki bu büyülü dönüşüm, ister istemez evlerimize de yansır. Çünkü mevsimler yalnızca doğayı değil, ruh halimizi ve yaşam alanlarımızı da derinden etkiler. Sonbaharın en büyüleyici yanlarından biri kuşkusuz ışığın rengi ve açısıdır. Yazın keskin ve parlak ışığı, yerini altın sarısı tonlara bırakır. Pencereden süzülen bu ışık, evin içinde huzur dolu, dingin bir atmosfer yaratır. Bu etkiyi güçlendirmek için perdelerinizi hafif kumaşlarla değiştirebilir, akşamları sarı ya da amber tonlarında lambalarla loş ve sıcak bir ortam kurabilirsiniz. Büyükada’da sonbahar denince akla ilk gelen renkler turuncu, kızıl, kahverengi ve hardal sarısıdır. Ev dekorasyonunda bu tonlara küçük dokunuşlarla yer vermek, mevsimin ruhunu içeriye taşımanın en güzel yoludur. Örneğin: • Yumuşacık bir battaniye, • Toprak tonlarında kırlent kılıfları, • Ahşap objeler veya hasır sepetler… Büyük değişikliklere gerek yoktur; bazen masanın üzerine yerleştirilecek kuru bir dal aranjmanı bile sonbaharın büyüsünü evinize getirmeye yeter. ⸻

Büyükada kıyılar

Büyükada’da Kıyılar Neden Halktan Koparılıyor? Marmara’nın incisi Büyükada, sadece tarihiyle, kültürüyle ve doğasıyla değil, aynı zamanda kıyılarıyla da İstanbullular için bir nefes alma alanıdır. Ancak son yıllarda ada sahillerinde yaşanan gelişmeler, adalıların ve ziyaretçilerin ortak malı olan kıyıların giderek halka kapatıldığına işaret ediyor. Kumsal bölgesinde yer alan Horoz Cafe kıyısının balıkçılar kooperatifine kiralanmasıyla birlikte bu sahil artık vatandaşın kullanımına açık değil. Aynı şekilde Değirmen Rıhtımı da kapalı. Gözle görülür bir şekilde, kamu kurumları ve belediyeler ellerindeki her fırsatta kıyıları özel kişi ya da kurumlara kiralıyor. Böylece “kamunun malı” olan sahiller, kâğıt üzerinde geçici sözleşmelerle, gerçekte ise kalıcı bir şekilde halkın elinden alınıyor. Oysa Anayasa açık: Kıyılar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır; herkesin eşit ve serbestçe yararlanmasına açıktır. Hiçbir kurumun, hiçbir belediyenin bu hakkı vatandaştan esirgemeye hakkı yoktur. Büyükada gibi zaten kısıtlı yeşil ve kıyı alanlarına sahip bir yerde, halka açık sahillerin daralması nefes alma imkânımızı elimizden alıyor. İnsanların denize gireceği, balık tutacağı, yürüyüş yapacağı alanlar azalıyor. Sadece ticari işletmelere bırakılmış bir ada yaşamı, ne sürdürülebilir ne de adanın ruhuna uygun. Elbette belediyelerin gelir ihtiyacı olabilir. Ancak bunun yolu, kıyıları parça parça kiraya vermek değildir. Şeffaf ve adil projelerle, kültürel etkinliklerle, sürdürülebilir turizm gelirleriyle farklı finansal kaynaklar yaratmak mümkündür. Halkın kıyı hakkını gasp eden uygulamalar, belediyeye gelir değil, toplumda kırgınlık ve tepki getirir. Büyükada’nın kıyıları halkındır. Adalıların, İstanbulluların ve gelecek kuşakların ortak mirasıdır. Bu alanların kapatılması sadece bir çevre meselesi değil, aynı zamanda bir demokrasi meselesidir. Çünkü kıyılara erişim, kentte eşit yaşam hakkının bir parçasıdır. Artık şu soruyu sormanın vakti gelmiştir: Belediyeler gerçekten halk için mi çalışıyor, yoksa kıyıları ticari bir meta gibi mi görüyor? ⸻

2025 mavi yolculuk

13–20 Eylül 2025 Kaş Mavi Yolculuk Gulet – Korunaklı Koy Doğu Rotası ⸻ Tekne ve Mürettebat • 24 m uzunluğunda, 7 m genişliğinde, 6 kamaralı Bodrum guleti, 380 hp Iveco dizel motor. • Mürettebat: Tecrübeli kaptan, Hatay mutfağı ustası aşçı, iki tayfa. • Yemekler: Kahvaltı, öğle ve akşam yemekleri teknede; deniz mahsulleri, taze balık ve mezeler (içecekler ekstra). • Konfor: Güvertede yataklar ve cibinlikler, masa başında sohbet ve müzik. Zodyak bot ile kıyıya erişim. ⸻ 1. Gün – 13 Eylül (Cumartesi): Kaş – Tekneye Biniş ve Tanışma • 16:00: Kaş Marina’da biniş, kabinlere yerleşme. • 16:30–18:00: Hoş geldin içecekleri ve tanışma. İnönü Koyu’na hareket, yüzme molası. (İsmet İnönü, Hamidiye Gemisi ile burada bir gece konaklamıştır.) • 19:00: Akşam yemeği – levrek ızgara, karides, deniz mahsulleri ve mezeler. • Sohbet: Tanışma, mavi yolculuk deneyimleri, Kaş’ın doğu rotası üzerine sohbet, gece yüzme seansı. ⸻ 2. Gün – 14 Eylül: Çamlık Koyu • 08:00–09:00: Kahvaltı. • 09:00: Korsan Koyu’nda yüzme ve şnorkel (çok sayıda tekne bulunmaktadır). Ardından Kocakarı Koyu. • 13:00: Öğle yemeği. • 14:00: Kekova Batık Şehir gezisi, Korsan Koyu. • 19:00: Akşam yemeği – köfte, piyaz, mezeler. • Sohbet: Kaş koylarının saklı güzellikleri, şarkılar, türküler ve dans. Tarihçe Notu: Kekova Adası’ndaki küçük taş karakol, II. Dünya Savaşı sırasında İtalyan askerleri tarafından gözetleme ve deniz trafiğini kontrol amacıyla kullanılmıştır. Stratejik konumu sayesinde Kaş–Kekova hattı ve Meis Adası yönü gözlemlenebilmiştir. Bugün hâlâ ayakta olan kalıntılar, Akdeniz’deki savaş yıllarının sessiz tanıklarıdır. ⸻ 3. Gün – 15 Eylül: Kekova • 08:00–09:00: Kahvaltı. • 09:00: Çamlık Koyu’nda yüzme. • 13:00: Öğle yemeği teknede (taze fasulye, makarna). • 14:00–17:00: Çamlık Koyu’nda yüzme ve dinlenme. • 19:00: Akşam yemeği – Adana mutfağından özel tatlar. • Sohbet: Çocukluk anıları. ⸻ 4. Gün – 16 Eylül: Kaleköy (Simena) ve Üçağız • 08:00–09:00: Kahvaltı. • 09:00: Kaleköy rıhtımına çıkış, kale gezisi ve dondurma molası. • 13:00: Öğle yemeği teknede – mantı. • 14:00–17:00: Tersane Koyu’nda yüzme ve dinlenme. • 19:00: Akşam yemeği – çoban kavurma, pilav, salata, meyve. • Sohbet: Gerçek hayat hikâyeleri, kitap tanıtımı, şarkılar ve türküler. ⸻ 5. Gün – 17 Eylül: Üçağız • 08:00–09:00: Kahvaltı. • 09:00: Üçağız’a hareket, yüzme ve şnorkel. • 13:00: Öğle yemeği – hamburger. • 14:00–17:00: Gökkaya Koyu, serbest yüzme ve güvertede dinlenme. • 19:00: Akşam yemeği. • Sohbet: Katılımcı hikâyeleri. ⸻ 6. Gün – 18 Eylül: Karaloz Koyu • 08:00–09:00: Kahvaltı. • 09:00: Kekova Adası’na hareket. • 13:00: Öğle yemeği. • 14:00–17:00: Karaloz Koyu’nda yüzme ve kano gezileri. • 19:00: Akşam yemeği – kaptanın hazırladığı suşi. • Sohbet: Türk sanat müziği. Not: Dilek Hanım’ı iki kez arı soktu, kantaron yağı sürülerek müdahale edildi. ⸻ 7. Gün – 19 Eylül: Kaş Çevresi ve Veda • 08:00–09:00: Kahvaltı. • 09:00: Gökkaya Koyu’nda yüzme molası, dalgalı denizde yolculuk. • 13:00: Öğle yemeği – şinitzel. • 14:00–17:00: Güvertede dinlenme, deniz ve sohbet. • 19:00: Akşam yemeği – balık ve veda partisi. ⸻ 8. Gün – 20 Eylül: Kaş – Tekneden Çıkış • 09:30: Tekneye veda, Kaş Marina’da çıkış. ⸻ Öne Çıkan Güncellemeler ve Önlemler • Doğu rotasında Kekova, Kaleköy, Gökkaya ve Karaloz gibi korunaklı koylar önceliklidir. • Açık denizde sert rüzgâr olursa tekne daha kapalı koylara yönlenecektir. • Emre’nin dedesinin Kurtuluş Savaşı’nı anlatan romanı incelendi. • Mehmet her gün uzun yüzdü. Son gün yine uzun yüzmeye çıktı; ancak tekne yer değiştirdiği için zodyak bot ile denizden almak gerekti. • Zodyak bot ile kıyıya çıkışta güvenlik önlemleri uygulanacaktır. • Yemekler, 2024 deneyimlerinden seçilen Akdeniz mutfağı ve taze deniz ürünleriyle devam edecektir. • Güvertede gece yatışı ve dolunay izleme planlanmıştır; fırtına durumunda kabinler kullanılacaktır. • Şubat 2025 tarihinde kişi başı 25.000₺ ödendi (yaklaşık 500 €). ⸻

Thursday, September 11, 2025

Vermeer

Tutumlu Kadın ve Kışa Hazırlık: Enerji Tasarrufu Üzerine Düşünceler Mutfak duvarımızda asılı duran Johannes Vermeer’in (1632–1675, Delft) ünlü eseri “The Milkmaid” (Sütçü Kadın) bana her defasında farklı şeyler düşündürür. Hollandalı ressamın bu tablosunda güçlü kuvvetli bir kadın, sütü tek damlasını ziyan etmeden yavaşça kaba boşaltır. Tutumluluğun, emeğin ve sadeliğin simgesi gibidir. Vermeer’in daha çok bilinen “İnci Küpeli Kız” tablosunun aksine, bu resim günlük yaşamın gerçekçiliğini yansıtır. İşte bu nedenle bana daha anlamlı gelir. Şimdi Büyükada’ya kış geliyor. Kadıyoran yokuşundaki küçük yazlık evimizde doğal gaz yok, kombi yok. Kalın bir kazakla oturuyorum. İçimden “kışın daha az doğal gaz, daha az elektrik nasıl kullanılır?” diye düşünmeden edemiyorum. Avrupa’da savaş ve enerji krizi nedeniyle çoktan tasarruf önlemleri devreye girdi. Eyfel Kulesi artık gece yarısından sonra ışıklandırılmıyor, mağaza vitrinleri karanlık. Almanya kapatılmış nükleer santralleri yeniden açma çabasında, rüzgâr ve güneş yatırımlarını hızla artırıyor. Benim önerilerim ise daha mütevazı: evlerde ortak sıcak su haftada bir–iki gün verilebilir, ortam sıcaklığı 18°C ile sınırlandırılmalı, insanlar ev içinde terlik, yün çorap, kazak giymeli. 1971’de İngiltere’de kaldığımda, pansiyon odamda elektrikli sobayı çalıştırmak için bozuk para atardım. Gece ise kalın battaniye altında uyurdum. İngilizler, savaş döneminde kıtlık ve soğukla yaşamayı öğrenmişlerdi. Zaten tutumluluk, onların ulusal karakterinin bir parçasıydı. Bugün bile birçok İngiliz evinde yalnızca oturulan oda ısıtılır, diğer odalar kapalıdır. Kraliçe’nin sarayında bile bu böyledir. 1976’da Moskova’da ise durum farklıydı. Kalın taş duvarlı binalarda merkezi ısıtma vardı. İç mekânlar sıcaktı ama israf edilmezdi. Bu da farklı bir tutumlu yaşam biçimiydi. Bizde ise işler çoğu zaman tersine işliyor. Bahçe sulamalarından gece ışık gösterilerine kadar, her yerde enerji savurganlığı göze çarpıyor. İstanbul’daki yüksek binaların süslü gece aydınlatmaları adeta arabesk zevkin zirvesi. Beni en çok düşündüren konu şu: Ankara gibi güneşli şehirlerde neden hâlâ ısınma ve elektrik için dünyanın öbür ucundan, Sibirya’dan ya da Cezayir’den gaz getiriyoruz? Oysa Almanya, bizden çok daha kuzeyde olmasına rağmen çatılarına güneş panelleri yerleştirmekte son derece başarılı oldu. Bizde ise çaydanlık saatlerce ocakta kaynar; oysa ben kettle kullanıp termosla çayımı demlediğimde kimse beğenmez. Enerji krizinde riskler büyük. İran, her kış olduğu gibi iç talep nedeniyle gaz kesintisi yapacak. Bu 2–4 hafta sürebilir. Cezayir ve Nijerya’dan gelen LNG sevkiyatı güvenilir değil. Avrupa, yüksek fiyat ödeyerek kontratları bozup kendi ihtiyacına gaz yönlendirebilir. Bizim tek avantajımız Azerbaycan gazı, ama o da pahalı. Rus gazı ise tamamen Ukrayna savaşının gidişatına bağlı. Kışın doğal gaz kullanımını azaltmak artık kaçınılmaz. Zaten ekonomik koşullar da bizi buna zorlayacak. O halde bireyden devlete kadar herkesin tasarruf tedbirlerini benimsemesi gerekiyor. Bundan 40 yıl önce doğal gaz, Ankara’nın kirli havasını kurtarmıştı. Ancak bugün artık daha rasyonel bir enerji politikası şart. Güneşin, rüzgârın ve basit yaşam alışkanlıklarının bize neler kazandırabileceğini yeniden hatırlamamız lazım. Tıpkı Vermeer’in sütçü kadını gibi, tek damla ziyan etmeden… ⸻

Wednesday, September 10, 2025

Araba bakımı

Aracınıza İyi Bakın Büyükada, İstanbul’un kalabalığından uzak, sessizliği ve dinginliğiyle bilinir. Bir zamanlar atlı faytonların tıkırtısı duyulurdu; şimdi ise onların yerini elektrikli taksiler ve küçük otobüsler aldı. Bu değişim, adadaki yaşamı kolaylaştırdı, ulaşımı modernleştirdi. Ancak aynı zamanda bize çok önemli bir gerçeği de hatırlattı: Kullandığımız araçlara nasıl davrandığımız, yaşam kültürümüzün bir parçasıdır. Yıllar önce İstanbul’da, bir yerli–yabancı ortak girişim şirketinde çalışıyordum. Üst yönetimde genel müdür ve yardımcılarına, her üç yılda bir değiştirilen kiralık otomobiller verilirdi. Bu araçları ev–iş arasında, Ankara’ya seyahatlerde ve termik santral gezilerinde kullanıyorduk. Bir gün, o sıralar özelleştirme sürecinde olan Soma Termik Santrali’ne gitmem gerekiyordu. Santralin misafirhanesinde geceledim; ertesi sabah saha mühendisiyle birlikte benim kiralık otomobille Deniş kömür sahasına doğru yola çıktık. Toprak stabilize yolda son derece yavaş ve dikkatli sürüyordum. Amacım egzozun zarar görmemesi, aksın kırılmaması, arabanın yıpranmamasıydı. Saha mühendisi bu duruma hayret edip sordu: — “Araba sizin değil, kiralık. Neden daha hızlı gitmiyorsunuz?” Ona şöyle açıkladım: “Arabaya bir şey olursa, tamir ve bakım işleriyle uğraşmam gerekecek. Bu da bana zaman kaybettirir. Gideceğimiz yol yarım saatten fazla sürmez. On dakika erken varmamızın bizim için bir anlamı yok.” Açıklamam pek ikna edici olmamış olacak ki ertesi gün santralin bize verdiği Renault station araçla aynı yolu geçtik. Bu kez direksiyon başında saha mühendisi vardı. Tahmin edeceğiniz gibi çok hızlı sürdü; aracın amortisörleri zaten patlaktı, yol boyunca ciddi şekilde rahatsız oldum. Bir başka sefer Soma Eynez kömür sahasındaki şantiyeye gittim. Otoparkta 30’a yakın 4x4 SUV jeep vardı. Araçların çoğu sert ve dikkatsiz kullanımdan ötürü kısa sürede yıpranmıştı. Beni Edremit Havalimanı’ndan alıp sahayı gezdiren şoför de arabayı sanki kavga eder gibi kullanıyordu. Benzer manzarayı bugün Büyükada’da da görüyoruz. Elektrikli araçlar aslında çevre dostu ve ada yaşamına uygun bir çözüm getirdi. Fakat zamanla erkek şoförlerin çoğu bu araçları dikkatsiz, hızlı ve sert kullanmaya başladılar. Dik yokuşlara giriyor, marifet gösterir gibi sert sürüyor, araçları hızla yıpratıyorlardı. Kadın şoförler ise genel olarak daha dikkatli ve daha güvenli sürüş sergilediler. Buna rağmen yakın zamanda iki kaza yaşandı. Birinde, Çarkıfelek Caddesi’nde elektrikli taksinin aksı kırıldı, araç devrildi; kadın şoförün kaburgaları kırıldı. Kadıyoran’daki evime çıkan Tepeköy parkurunda erkek şoförlerin aynı dikkatsizliği sürdürdüğünü biliyorum. Bu kazalar bir anlık hatadan değil, uzun süreli kötü kullanımın birikmiş sonucundan kaynaklanıyor. Elektrikli araçlar bazı dik yollara girmemeli. Yüksek Hızlı Tren ile Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde Bostancı’da inip taksi durağına giderim. Eğer taksinin sahibi şoför ise araç genellikle rahattır; amortisörler sağlam, klima çalışır, yol makul hızla alınır. Ama eğer gündelikçi bir şoföre denk gelirsem, aracın içi dışı kirli, her tarafından ses gelir, amortisörler patlaktır, klima çalışmaz. Çünkü gündelikçi şoför aracın bakımını üstlenmez; kazancının düşüklüğünü araca bakmayarak telafi eder. Şehirlerarası otobüs şoförlerinin profesyonel sürüşlerine her zaman hayranım. Arabalarını çok dikkatli ve güvenli kullanıyorlar. Buna karşın şehir içinde marketlere mal taşıyan şirket araçlarının sürücüleri çoğu zaman dikkatsizdir. Kendi arabamızı elden geldiğince özenle kullanmak gerekir. Hız kesme kasislerinde mutlaka yavaşlamalı, rögar kapaklarına ve çukurlara dikkat etmeliyiz. Arkadan selektör yakarak yol isteyenlere hemen yol verin. Makas atanlara bulaşmayın, ani manevra yapmayın; geçip gitsinler. Özellikle 34 plakalı kiralık araçlardan uzak durun. Ambulans geliyorsa en sağa yanaşın, asla arkasına takılmayın. Almanya’da sürücülerin araçlara gösterdiği dikkate de hayranım. Kendi arabaları olsun ya da olmasın, herkes özenli sürüş sergiler. Fabrikalarda da benzer bir disiplin vardır: Tezgâh vardiya sonunda tertemiz bırakılır. Makineler ne kadar dikkatli kullanılırsa o kadar uzun ömürlü olur ve iyi randıman verir. Sonuçta mesele yalnızca araba kullanmak değildir. Özel mülkiyete ve ortak değerlere gösterilen özen, toplumun gelişmişlik seviyesinin de bir göstergesidir. Kendi aracımız olsun ya da olmasın, sorumluluk bilinciyle hareket etmek hem bize hem çevremize güvenlik ve konfor sağlar. Büyükada örneği bize şunu net biçimde hatırlatıyor: Araçlara iyi bakmak sadece bireysel bir tercih değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Dikkatsiz kullanım, en huzurlu sokaklarda bile kazalara ve kayıplara yol açabilir. Faytonlardan elektrikli araçlara geçiş modernleşmenin bir simgesi oldu. Ama asıl ilerleme, araçlara gösterdiğimiz özen ve sorumluluk bilincinde yatıyor. Büyükada sokaklarının sessiz, güvenli ve huzurlu kalması da işte buna bağlıdır. ⸻