Thursday, August 14, 2025

Yazılım

Enerji Sektöründe Yazılımın Kritik Rolü: Termik Santral Yatırımlarında Doğru Araç Seçimi Enerji sektöründe yeni bir termik santral yatırımı planlıyorsanız, standart ofis yazılımlarının bu süreci yönetmekte yetersiz kalacağını bilmelisiniz. Excel gibi temel araçlar, bu denli karmaşık ve çok disiplinli projelerin teknik, ekonomik ve çevresel gerekliliklerini karşılamaktan uzaktır. Nitekim “Excel ile termik santral modellemeye çalışmak, kâğıttan uçakla okyanus geçmeye benzer” ifadesi durumu özetler. Bunun yerine, uluslararası alanda kabul görmüş, teknik modelleme, maliyet analizi, risk yönetimi ve optimizasyon özelliklerini içeren kapsamlı mühendislik yazılımlarına ihtiyaç vardır. Bu tür projelerde yazılım, yalnızca hesaplama aracı değil; aynı zamanda proje yönetimi, veri bütünlüğü ve karar destek mekanizmasının merkezidir. Yazılım Satın Alma Sürecinde Karşılaşılan Zorluklar Yazılım tedarik süreci, kurumların dijital dönüşüm yolculuğunda kritik bir aşamadır. Ancak, bu süreç hem kamu kurumlarında hem de özel sektörde farklı dinamikler nedeniyle aksayabilir. 1. Kamu Kurumları: Bürokrasi ve Yasal Sınırlamalar Kamu kurumları, Kamu İhale Kanunu, bütçe kısıtları ve uzun onay süreçleri nedeniyle esnek hareket edemez. • Teknik bilgi eksikliği yanlış yazılım seçimine yol açar. • Kapsamın yanlış tanımlanması işlevselliği sınırlar. • İhale prosedürleri süreci uzatır. Çözüm: Ön analiz raporları hazırlanmalı, bağımsız danışmanlık alınmalı ve teknik şartnameler mühendislik ekibiyle birlikte hazırlanmalıdır. 2. Özel Sektör: Hızlı Karar, Yanlış Tercih Riski Özel sektörde mühendislik ekipleri ihtiyacı belirlese de, karar çoğunlukla teknik bilgisi sınırlı üst yönetim tarafından verilir. • İhtiyaçların net tanımlanmaması uyumsuz yazılım alımına yol açar. • Maliyet odaklı yaklaşım uzun vadeli verimliliği düşürür. Çözüm: Karar sürecinde teknik ve mali değerlendirmeler paralel yürütülmeli, üst yönetim teknik eğitimlerle bilgilendirilmelidir. 3. Satın Alma Departmanının Sınırlı Katılımı Satın alma ekipleri genellikle sürecin son aşamasında devreye girer ve teknik detaylara hâkim değildir. • Bu durum bütçe aşımlarına, • Proje gecikmelerine • ve uyumsuz yazılım alımına neden olabilir. Çözüm: Satın alma ekipleri baştan sürece dahil edilmeli, teknik yeterlilik eğitimi almalıdır. 4. Satıcıların Sorumluluğu Yazılım sağlayıcılarının da dikkat etmesi gereken noktalar vardır: • Müşterinin ihtiyaçlarını dinlemek, • Şeffaf demo süreçleri yürütmek, • Aşırı agresif satış taktiklerinden kaçınmak. Başarılı Bir Yazılım Satın Alma Süreci İçin 4 Altın Kural 1. İhtiyaç Analizi: Teknik ve fonksiyonel gereksinimler net şekilde tanımlanmalı. 2. Çok Disiplinli Ekip: Mühendislik, satın alma ve yönetim aynı masada olmalı. 3. Piyasa Araştırması: Sektör trendleri, rakip uygulamalar ve referanslar incelenmeli. 4. Satıcı Değerlendirme: Teknik destek, fiyatlandırma ve garanti koşulları karşılaştırılmalı. Termik santral yatırımları gibi yüksek bütçeli ve kritik projelerde, doğru yazılım seçimi operasyonel verimliliğin ve yatırımın sürdürülebilirliğinin temelidir. Kamu ve özel sektör, yazılım alımını salt bir ticari işlem olarak değil; stratejik bir yatırım olarak görmelidir. Unutulmamalıdır ki, “Doğru yazılım, projenin yarısıdır.” ⸻

Friday, August 08, 2025

Tengiz

Tengiz Petrol Sahasında Kültürel ve Kişisel Yolculuklar 1996 yılında Kazakistan’daki Tengiz petrol sahasında görev yaparken tanıştığımız genç, yetenekli ve idealist yabancı mühendislerin hayatı zamanla bambaşka yönlere evrildi. O dönem, sahada sadece teknik süreçler değil, aynı zamanda derin kültürel ve insani etkileşimler de yaşanıyordu. Dostoyevski ve Tolstoy’un romanlarında sıkça karşımıza çıkan zarif, eğitimli, samimi ve romantik Rus ile Kazak kadın karakterlere benzer nitelikte genç kadınlar, sahada görev yapan uluslararası mühendislerin yaşamlarına dokundu. Kimi zaman kısa süreli birer aşk hikâyesiyle başlayan bu ilişkiler, çoğunlukla kalıcı evliliklerle sonuçlandı. Tengiz’in çöl ikliminde, zorlu yaşam koşulları altında şekillenen bu yakınlaşmalar, yalnızca bireysel tercihlerle sınırlı kalmadı. Aynı zamanda kültürel etkileşim ve göç olgusunu da beraberinde getirdi. Bazı Kazak kadınlar, evlendikleri eşlerinin görev yaptığı Louisiana (ABD), Londra (İngiltere) ya da İstanbul (Türkiye) gibi büyük şehirlere taşınarak yeni hayatlara yelken açtı. Uzun süren Sovyet yönetiminin etkisiyle, yerel mühendislerde mülkiyet duygusu ve sahiplenme refleksi oldukça sınırlıydı. Buna karşılık Batılı ve Türk mühendisler, sahip oldukları profesyonel eğitim ve kültür gereği daha yüksek düzeyde inisiyatif alma, sahiplenme ve yönetme eğilimi gösteriyordu. Türk müteahhit firmalar, sahada genellikle 28/28 rotasyon (28 gün çalışma, 28 gün izin) sistemini uygulamak yerine, personeli 6 ay boyunca sahada tutmayı tercih ediyorlardı. Bu uzun süreli izolasyon ve zorlu yaşam koşulları, çalışanlarda sürmenaj, tükenmişlik sendromu ve depresyon gibi ciddi psikolojik sorunlara yol açıyordu. Sahada geliştirilen bireysel çözüm çoğu zaman insan ilişkileri oldu. Kazak kadınlarla kurulan dostluklar zamanla sevgililiğe, ardından evliliğe dönüştü. Bu evliliklerden doğan çocuklar, kültürlerarası birlikteliğin en somut ve umut verici meyvelerinden biri hâline geldi. Bazı şirketler, bu kültürel yakınlaşmayı sadece tesadüfi bir gelişme olarak görmedi; aynı zamanda sosyal uyumu güçlendiren bir unsur olarak destekledi. Genetik ve kültürel çeşitliliğin bir araya geldiği bu evlilikler, sahadaki hayatın teknik yönleri kadar insani yönlerinin de ne kadar güçlü olabileceğini gösterdi. 1996 Tengiz sahasında başlayan bu yolculuklar, sadece enerji sektörünün değil, insan ruhunun ve kültürlerarası etkileşimin de birer hikâyesi olarak hatırlanmaya devam ediyor. ⸻

Elektrik talebinde yeni zirve

Türkiye Elektrik Talebinde Tarihi Zirve: 28 Temmuz’da 59.199 MWh 28 Temmuz 2025’te Türkiye’nin elektrik tüketimi saatlik bazda 59.199 MWh’ye ulaşarak rekor kırdı. Anlık (puant) yük ise 59.387 MW ile bugüne kadarki en yüksek seviyeye çıktı. Ülke genelinde etkili olan sıcak hava dalgası nedeniyle soğutma talebi hızla artarken, sistemin yükü de olağanüstü seviyelere ulaştı. Türkiye’nin 120.000 MW kurulu gücü bulunmasına rağmen, bu gücün her an kullanıma hazır olmaması emre amadelik sorununu tekrar gündeme getirdi. Güneş enerjisi santralleri gündüz saatlerinde önemli katkı sağlarken, akşam saatlerinde üretimin düşmesiyle yük yeniden doğalgaz ve kömür santrallerine kaydı. Linyit santralleri ise çeşitli nedenlerle tam kapasite devreye giremedi. Uzmanlar, benzer dalgalanmalara karşı elektrik sisteminin daha esnek hale getirilmesi için depolama, talep tarafı yönetimi ve yenilenebilir kaynakların desteklenmesi gerektiğini vurguluyor.

Almanya’nın yeni insanları

Almanya’nın Yeni İnsanları 1960’lı yıllarda Almanya, II. Dünya Savaşı sırasında kaybettiği genç iş gücünü telafi etmek amacıyla Türkiye, İtalya, Yunanistan ve eski Yugoslavya cumhuriyetleri gibi ülkelerden işçi alımı yaptı. Türkiye’den Almanya’ya giden işçilerin büyük bir bölümü köy veya küçük kasaba kökenliydi; bir kısmı ise büyük şehirlerin varoş mahallelerine yeni göç etmiş insanlardı. Bu işçiler, Almanya’ya gitmeden önce sağlık kontrollerinden geçirilip “çalışmaya elverişli” raporu aldıktan sonra kömür madenlerinde ve seri üretim bantlarında çalışmaya başladılar. Çoğu Almanca öğrenmekte zorlandı; dili öğrenebilenler ise genellikle yalnızca temel düzeyde, kırık dökük konuşabiliyordu. Zamanla ailelerini yanlarına getirdiler ve çocukları Alman okullarında eğitim almaya başladı. Bu çocuklar için Almanca, kaçınılmaz olarak ikinci dil değil, fiilen ana dil hâline geldi. Entegrasyon sağlayabilenler Alman vatandaşlığına geçti, ancak köy ve kasaba alışkanlıklarını korumaya devam ettiler. Alman toplumunda bu ilk nesil Türk işçileri, “az eğitimli, kurnaz, kural tanımayan, işsizlik sigortasından yararlanan ve ucuz işlerde çalışan” bir grup olarak algılandı. Çoğu muhafazakâr, sağcı, milliyetçi ve dindar olan bu insanlar, kendi kültürel normlarına sıkı sıkıya bağlı kaldılar. Almanlar ise çoğunlukla bu grubu görmezden geldi, hatta zaman zaman hor gördü. 2000’li yıllara gelindiğinde Almanya’ya bu kez üniversite mezunu, en az bir yabancı dil bilen, seküler, liberal ve etik değerlere bağlı bir göçmen grubu gelmeye başladı. Bu yeni göçmenler, çoğunlukla Türkiye’nin hızla otoriterleşen siyasi ortamından kaçan büyük şehir insanlarıydı. Almanya’da daha önce pek görülmemiş bir Türk profili ortaya çıktı: kültüre, edebiyata ve müziğe katkı sağlayan; opera, konser ve sergi gibi etkinliklere katılan bireyler. Bu yeni grup, önceki Türk işçi imajıyla neredeyse hiçbir ortak noktası olmayan bir tablo çizdi. Benzer durumlar, diğer göçmen gruplarında da gözlemleniyor. Gelen sığınmacılar arasında iyi eğitimli olanlar hızla entegre olup topluma karışırken, uyum sağlayamayanlar sorun yaşıyor ve bazıları iade edilerek sınır dışı ediliyor. Bugün Almanya’da bu iki farklı Türk profili birbirinden oldukça uzak bir yaşam sürüyor. Bir yanda sağcı, muhafazakâr, milliyetçi, kurnaz ve az eğitimli “Almancı” yeni kuşaklar; diğer yanda ise iyi eğitim almış doktorlar, mühendisler ve girişimciler bulunuyor. Bu iki grup arasında nasıl bir toplumsal entegrasyon sağlanacağı ise hâlâ belirsizliğini koruyor. ⸻

Kız torun

Kız Torun ve Uzayan Ömür Derler ki, “Kız torun insanın ömrüne on yıl ekler.” Bu söz, belki bilimsel verilerle ispatlanmış değildir ama hayatın içinden gelen bir gerçeği yansıttığı kuşkusuz. Hele de torununuzun ilk gülümsemesiyle tanıştığınız o an, zaman birden yavaşlar. Yılların yorgunluğu çekilir gider, yerine tarif edilemez bir huzur yerleşir. Kız torun, sadece bir evlat çocuğu değil; geçmişin birikimi, geleceğin umudu, bugünün neşesidir. Onun minicik elleriyle tuttuğu her parmak, yaşama tutunmak için bir başka neden olur insana. Erkek evlat da kıymetlidir elbette, ama kız torun kalbe başka türlü dokunur. Annenizi, eşinizi, kızınızı bir anda yeniden yaşatıverir. Her bakışında bir şefkat, her seslenişinde bir müjde vardır. İleri yaşlarında bir büyük için, torun demek zamanın geriye sarılması gibidir. Ama kız torun bambaşkadır; saçındaki toka, eteğindeki fırfır, oyunlarındaki incelikle hayatın yumuşak tarafını yeniden hatırlatır. Sertleşmiş, köşelenmiş yüreğinizde bile bir yumuşama başlar. Kız torununuz varsa artık televizyonda çizgi film izlemek, küçük elbiseler dikmek, oyuncak çay partisine davet edilmek sıradan işler haline gelir. İşte bu yüzden ömür uzar. Sayılarla, ilaçlarla değil; sevgiyle, umutla, gülüşlerle. Kız torun, yaşlılık hüznüne karşı hayatın en etkili panzehiridir. Damar sertliğini değil, kalp yumuşaklığını getirir. Bir insanın ömrüne on yıl eklenmesi mucizevi bir durumdur. Ama bazen bir gülüş, bir “dede” ya da “anneanne” sesi yeterlidir. Kalp tekrar atmaya başlar, yaşama yeniden bağlanılır. Kız torun insanın ömrünü gerçekten uzatır mı? Belki de mesele ömür değil; o ömrün içinin doluluğudur. Sevgiyle, neşeyle, kahkahayla, umutla. Bazen bu da on yıl değil, bir ömür eder. ⸻

Sunday, August 03, 2025

Kalamış

Kalamış’ta Bir Evin Hatırası Annem Hadiye Hanım’ın babası, dedem Abdülkadir Bey ile kardeşine, Aksaray Kıztaşı’ndaki bahçeli küçük ev babalarından miras kalmış. Annem Hadiye Hanım henüz beş yaşındayken, yani 1930 yılında, dedem Abdülkadir Bey genç yaşta geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etmiş. Bunun üzerine dul annesiyle yetim kızı, evin üst katında yaşamaya başlamış; alt katı ise kiraya vermişler. Anneannem Fatma Müzeyyen Hanım, mahalle terzisi olarak çalışmış. Bu meslek benim çocukluğumda da vardı. Terzi kadın, tüm gün evde kalır; moda dergilerinden modeller göstererek genç kızlara ve hanımlara uygun elbiseler seçtirir, sonra alınan kumaşları kesip teyel diker, prova alır ve işi bırakırdı. Elbiselerin dikimi ev sahiplerine kalırdı. O zamanlar konfeksiyon yoktu; herkes kendi elbisesini dikerdi. Kadınlar bu yüzden çok daha şık olurdu. Uzun süre ortalarda görünmeyen Abdülkadir Bey’in kardeşi, evin ve bahçenin satışı için “izale-i şuyu” (ortaklığın giderilmesi) davası açmış. Dava yıllarca sürmüş. Nihayetinde, annem Gazi Terbiye Enstitüsü’nü bitirip İstanbul Kız Enstitüsü’nde öğretmenliğe başladığında dava sonuçlanmış. Mahkeme kararıyla ev satılmış. Satış bedelinin yarısı Abdülkadir Bey’in payı olarak ayrılmış; bu payın yarısı Fatma Müzeyyen Hanım’a, diğer yarısı ise iki kızına verilmiş. Fatma Müzeyyen Hanım ve kızı Hadiye’ye düşen miktar az bir paraymış. Ev elden gitmiş, herkes payını almış. Suzan Teyze’nin ailesi Ankara’dan gelip kendi paylarını almışlar, kızların evlenme masrafları için harcamışlar. Bu paraya daha sonra babam İsmail Bey katkıda bulunmuş. Babamın Antalya Lisesi’nden sınıf arkadaşı Fahrünnisa Elmalı Hanım, İstanbul Kalamış’ta Elmalı Apartmanı’nın karşısındaki parselde yer alan, altı taş, üstü ahşap ev ile arkasındaki kâgir (taş) yapıyı satın almalarını tavsiye etmiş. Evi almışlar, böylece İstanbul’da bir ev sahibi olmuşuz. Önceki evin alt katı inşaat malzemeleri için depo, üst katı ise oda oda kiraya verilmiş. Arkadaki daha geniş, tek katlı ev ise iki ayrı aileye kiralanırmış. Yaz aylarında, kiracıların ayrıldığı zamanlarda tatilimizi burada geçirirdik. Ben, kiracı çocuklarıyla ahşap evin üst katında, geniş orta salonda oynardım. Kiracılardan biri, duvar ustası Agop Usta idi. Alt katta inşaat malzemesi depolardı. Daha sonra babamla anlaştı, alt ambara tuğlalarla bölmeler yaptı, yaşanacak bir alan oluşturdu ve ailesiyle buraya taşındı. Zamanla duvarcılığı bırakıp müteahhit oldu. Yapsat usulü binalar yaparak zenginleşti. Babam ise kiracılarla uğraşmaktan bıkınca, kira toplama işini yaşlı bir emlakçı olan Osman Bey’e devretti. Osman Bey kiraları toplar, babama “Değerli Huzura” diye başlayan uzun mektuplarla rapor verirdi. Yıllar sonra başka bir müteahhit çıkageldi. “Bu evleri yıkalım, dört katlı sekiz dairelik betonarme bir bina yapalım, size üç daire vereyim,” dedi. Teklif kabul edildi. Orta kattaki iki daire ve alt kattaki ön cepheli bir daire bize kaldı. İnşaat iki-üç yıl sürdü. Bu süre boyunca müteahhit babama aylık ödeme yaptı. İnşaat bitince daireleri tekrar kiraya verdik. Müteahhit, bu projeden kazandığı parayla Kadıköy merkezde bir arsa ve eski bir bina alarak büyük bir iş hanı yaptırdı. O da çok zengin oldu. Kalamış Reşit Paşa’daki bu evden çocukluk anılarım çoktur. Yaz aylarında, adli tatil boyunca burada geçirdiğim günler en keyifli zamanlardı. Şimdiki Caddebostan Migros’un bulunduğu yerde büyük bir gazino vardı. Arkalarda oturur müzik dinlerdik. Haldun ve ben tahta sandalyelerde uyurduk. Erol Büyükburç, gençliğinde burada sahneye çıkardı. Sabahat Teyze ile Galip Amca dans yarışmasında burada birincilik kazanmışlardı. O dönem Caddebostan Gazinosu’nun bulunduğu yer, Anadolu yakasında troleybüs hattının son durağıydı. Troleybüs oradan dönerdi. Bir gece, dönüş yolunda troleybüse binemedik, çok kalabalıktı. Nasıl döndüğümüzü hatırlamıyorum. Herhalde taksiye binmişizdir. Onca yolu yürümüş olmamız pek mümkün değil. 1977’de ailem Kalamış’a taşındı. Kardeşim Haldun, ODTÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği son yılını Paris Caddesi’ndeki bir öğrenci evinde geçirdi. Biz o sırada Şeker Apartmanı’ndaydık. 1977’den 2010 yılına kadar ailem Kalamış Şen Sokak’taki evde oturdu. Ben 2000 yılında bir yıl Süzer firmasında çalışırken, hafta içi onların evinde kalırdım. Akşam yemeklerinde birlikte sofraya oturur, eski günleri konuşurduk. Annemin sebze ağırlıklı yemekleri ise her zaman nefisti. ⸻

Saturday, August 02, 2025

Doğum günüm

Bugün Özel Bir Gün: Doğum Günüm Bugün benim doğum günüm. Annem Hadiye Hanım, o anı hâlâ tüm detaylarıyla hatırlar. 12-13 Ağustos 1951 gecesi, saat 00.10’da dünyaya gelmişim. Doğduğum odada bir duvar saati varmış; annem her ayrıntıyı canlı bir şekilde anımsar. Annem, tahmini doğum tarihinden yaklaşık yirmi gün önce Cihanbeyli’den Ankara’ya getirilmiş. Babam İsmail Bey, onu doğum için başkente bırakmış. Sonrasında kuzeni Suzan Teyze ve ailesi anneme göz kulak olmuş. Doğum sancıları başlayınca annemi Ankara Cebeci Doğumevi’ne —bugünkü adıyla Zekai Tahir Kadın Doğum Hastanesi— götürmüşler. Doğum sürecini yakından takip etmişler. Benim dünyaya geldiğim haberini babama telgrafla ulaştırmışlar. Babam o sırada Cihanbeyli Adliyesi’nde bir koyun hırsızının duruşmasındaymış. Sevinçli haberi alınca mutluluktan adeta sarhoş olmuş, anlatılanlara göre sanığı serbest bırakmış. Hemen yola çıkmış, yoldan geçen bir kamyona binmiş ve yaklaşık dört saatlik bir yolculukla Ankara’ya, yanımıza gelmiş. Suzan Teyze’nin anlattığına göre doğduğumda kırmızı bir yüzüm varmış ama “Bu bebek çok tatlı olacak,” demiş. Annem toparlandıktan sonra ailecek Cihanbeyli’ye dönmüşüz. İlk yılımda anneannem Fatma Müzeyyen Hanım bana bakmış. Bugün için minnettarım. Geçen yıllara, yaşanmışlıklara, sevdiklerime ve hayata şükrediyorum. Size en içten selamlarımı gönderiyorum. Her şey gönlünüzce olsun. ⸻