Saturday, May 24, 2025
Yazılım Satın Alma Süreci: Zorluklar ve Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
Enerji sektöründe yeni bir termik santral yatırımı planlıyorsanız, mevcut standart yazılımlar bu süreci yönetmek için yetersiz kalacaktır. Excel gibi temel araçlar, bu denli karmaşık projelerin ihtiyaçlarını karşılamaz. Bu nedenle, uluslararası alanda kullanılan, kapsamlı ve güvenilir yazılımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Yazılım olmadan bu süreci etkin bir şekilde yönetmek mümkün değildir. İnternet üzerinden araştırma yaparak, demo programları incelemeniz faydalı olacaktır.
Yazılım Satın Alma Süreci: Genel Bakış
Yazılım satın alma süreci, kurumların dijital dönüşüm yolculuklarında kritik bir aşamadır. Ancak, bu süreç genellikle zorlu ve hassas bir yapıya sahip olup, çeşitli engel ve aksaklıklarla karşılaşılabilir. Kamu kurumları ve özel sektör şirketleri için bu süreç, dikkatli bir şekilde yönetilmediği takdirde istenmeyen sonuçlara yol açabilir. Yazılım alım süreci, yalnızca yazılımın kalitesine değil, aynı zamanda sürecin etkin bir şekilde nasıl yönetildiğine de bağlıdır.
Kamu Kurumlarının Yazılım Satın Alma Zorlukları
Kamu kurumları, yazılım alım sürecinde çeşitli bürokratik engeller ve yasal düzenlemelerle karşılaşmaktadır. Kamu ihale kanunları ve bütçe sınırlamaları, bu kurumların yazılım satın alımını zorlaştırabilir. Genellikle büyük ölçekli projelere ihtiyaç duydukları için yazılım seçiminde daha fazla titizlik gerektirir. Ancak, yazılım alımı genellikle uzun bir süreçtir; çünkü her adımda farklı onay mekanizmaları ve bürokratik prosedürler bulunur.
Bürokratik engeller ve yazılımın kapsamının yanlış belirlenmesi, yazılımın kurumun ihtiyaçlarına uygun olmamasına yol açabilir. Bu nedenle, kamu kurumlarının yazılım alım sürecinin dikkatli bir şekilde planlanması ve yönetilmesi büyük önem taşır. Ayrıca, teknik bilgi eksiklikleri ve belirli yazılım çözümlerinin uzun vadeli faydalarının tam olarak anlaşılmaması, bu süreçteki başarısızlık oranını artırabilir.
Büyük Özel Şirketlerde Yazılım İhtiyacı ve Karar Verme Süreci
Büyük özel sektör şirketlerinde yazılım ihtiyacı genellikle mühendislik departmanları tarafından belirlenir. Bu departmanlar, belirli yazılımlar için ihtiyaç duyduklarında, taleplerini üst kademelere ileterek yazılımın kapsamını belirlerler. Daha sonra, karar vericilerden onay alınır ve yazılım alım süreci başlar. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, mühendislik ekiplerinin yazılımın şirketin iş süreçlerine nasıl katkı sağlayacağı konusunda net bir değerlendirme yapmasıdır.
Karar vericiler genellikle teknik konularda sınırlı bilgiye sahip olabileceği için, yazılım seçim süreci bazen belirsiz hale gelebilir. Eğer yazılımın gereksinimleri doğru şekilde tanımlanmazsa, yazılımın şirketin ihtiyaçlarına cevap vermesi güçleşebilir. Bu nedenle, yazılım seçiminde mühendislik ekiplerinin önceden kapsamlı bir analiz yaparak ihtiyaçları net bir şekilde belirlemeleri önemlidir. Aksi takdirde, şirketin operasyonel verimliliği ve süreçleri olumsuz etkilenebilir.
Satın Alma Sürecinde Yaşanan Sorunlar: Satın Alma Departmanının Rolü
Satın alma departmanı, yazılım alım sürecinin genellikle son aşamasında devreye girer. Ancak, bu departman çoğu zaman yazılımın teknik özellikleri hakkında yeterince bilgiye sahip olmayabilir. Satın alma departmanlarının, yazılım alım sürecine yeterince dahil edilmemesi, sürecin doğru yönetilememesine yol açabilir. Bu durum, yazılım alımında yanlış kararların verilmesine neden olabilir.
Satın alma departmanları, genellikle yeni teknolojiler ve yabancı yazılımlar hakkında sınırlı bilgiye sahiptir. Bu da, yazılım alımını zora sokar. Satın alma departmanlarının bu durumu aşabilmesi için, yazılımın teknik detayları ve kullanım koşulları hakkında daha fazla bilgi edinmeleri gereklidir. Ancak çoğu zaman, yazılım alım süreci iptal edilir veya ertelenir. Bu da, şirketin ihtiyaçlarına uygun bir yazılımın bulunamamasına neden olabilir.
Satıcıların Stratejisi: Kontrollü ve Dikkatli Yaklaşım
Yazılım sağlayıcılarının bu süreçteki rolü büyük önem taşır. Satıcılar, alıcıların ihtiyaçlarını anlamalı, ancak çok fazla inisiyatif göstermemelidir. Yazılım alım sürecinde, alıcıların karar verme süreçlerinde kararsızlık yaşaması sık rastlanan bir durumdur. Bu durum karşısında satıcılar, fazla baskı yapmaktan kaçınmalıdır. Satıcıların, yazılımın faydalarını açık bir şekilde anlatırken, alıcıları zor durumda bırakmamaları gerekir.
Aksi takdirde, yazılım sağlayıcısı ile alıcı arasında bir güven sorunu oluşabilir ve süreç olumsuz yönde ilerleyebilir. Bu nedenle, satıcılar yanıtlarını sınırlı ve kontrollü bir şekilde vermeli, gereksiz önerilerde bulunmaktan kaçınmalıdır.
İyi Yönetilen Bir Yazılım Satın Alma Süreci İçin İpuçları
Yazılım satın alma süreci karmaşık bir yapıdadır ve her aşamada dikkatli bir yönetim gerektirir. Kamu kurumları ve büyük özel sektör şirketlerinin yazılım satın alma sürecinde başarılı olabilmesi için aşağıdaki ipuçları önemlidir:
1. İhtiyaçların Net Bir Şekilde Belirlenmesi: Yazılımın gereksinimleri baştan net bir şekilde tanımlanmalıdır. Bu, yazılımın şirketin ihtiyaçlarına uygun olmasını sağlar.
2. Karar Vericilerin Eğitilmesi: Karar vericiler, yazılımın teknik ve işlevsel gereksinimlerini anlamalıdır. Eğitim ve bilgi paylaşımı, doğru kararlar alınmasına yardımcı olur.
3. Satın Alma Departmanının Bilgilendirilmesi: Satın alma departmanı, yazılımın teknik özellikleri hakkında detaylı bilgi sahibi olmalıdır. Bu, alım sürecindeki hataları önlemeye yardımcı olur.
4. Satıcıyla İyi İletişim: Satıcılar, alıcıyı zor durumda bırakmadan, yazılımın faydalarını açık bir şekilde anlatmalıdır. Bu, sağlıklı bir ilişki kurulmasını sağlar.
Yazılım satın alma süreci doğru yönetildiğinde, kurumlar için önemli faydalar sağlar. Ancak sürecin her aşamasında dikkatli ve bilinçli bir yaklaşım sergilenmesi, başarıyı garanti altına alacaktır. Bu sürecin yönetilmesi, kurumların dijitalleşme yolundaki en önemli adımlarından biridir.
“Excel ile termik santral modellemeye çalışmak, kağıttan uçakla okyanus geçmeye benzer."
Ankara 16- Nisan 2025
TANAP: Türkiye’nin Enerji Koridoru Olma Vizyonunun Omurgası
Giriş
21. yüzyılda enerji, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi ve jeostratejik bir güç unsuru haline gelmiştir. Türkiye, konumu itibarıyla enerji üreticisi ve tüketicisi ülkeler arasında doğal bir köprü işlevi görmektedir. Bu bağlamda TANAP (Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi), Türkiye’nin bu konumunu somutlaştıran en büyük altyapı yatırımlarından biri olarak öne çıkmaktadır.
TANAP Hakkında Genel Bilgi
TANAP, Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ndeki Şah Deniz 2 sahasında üretilen doğalgazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyan uluslararası bir doğalgaz boru hattıdır. Proje, Güney Gaz Koridoru’nun en uzun ayağını oluşturur.
• Toplam Uzunluk: Yaklaşık 1.850 km
• Hat Çapı: 56 inç (bazı kesimlerde 48 inç)
• Taşıma Kapasitesi: İlk etapta 16 milyar m³/yıl (6 milyar m³ Türkiye’ye, 10 milyar m³ Avrupa’ya), ileride 31 milyar m³’e çıkarılabilir
• Başlangıç ve Güzergah: Ardahan (Türkiye-Gürcistan sınırı) → Edirne/İpsala (Yunanistan sınırı)
• Ülkeler: Azerbaycan → Gürcistan → Türkiye
Teknik ve Çevresel Detaylar
Kompresör ve Ölçüm İstasyonları
TANAP boru hattı boyunca 7 kompresör istasyonu, 4 ölçüm istasyonu ve 11 pig istasyonu planlanmış; bu sayede yüksek basınçla gazın uzun mesafelere iletimi sağlanmaktadır.
Çevresel Etki ve Sürdürülebilirlik
Proje, Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası’nın çevresel ve sosyal kriterlerine uygun şekilde yürütülmüştür. Tarım arazilerinin rehabilitasyonu, yaban hayatı geçiş yolları, yerel halkla iletişim ve sosyal destek projeleriyle örnek bir ÇSED uygulaması gerçekleştirilmiştir.
Ekonomik Boyut
Yatırım ve Finansman
Başlangıçta yaklaşık 11.7 milyar dolar olarak öngörülen yatırım tutarı, maliyet düşürücü önlemlerle 6.5 milyar dolara indirildi. Finansman, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD), Dünya Bankası ve Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) gibi kurumlardan sağlandı.
Gelir ve Kapasite
Yıllık yaklaşık 15-16 milyar m³ doğalgaz taşımacılığı karşılığında yaklaşık 1.5 milyar dolar gelir elde edilmektedir. Kapasite artırımıyla birlikte bu gelir potansiyeli katlanabilir.
İşgücü ve İnsan Kaynağı
İnşaat Dönemi
İnşaat aşamasında doğrudan ve dolaylı olarak 13.000’in üzerinde kişi istihdam edildi. Türkiye’nin farklı bölgelerinden birçok taşeron ve mühendislik firması projeye dahil edildi.
İşletme Aşaması
Ankara ve Eskişehir’de ofisleri bulunan TANAP, yüzlerce nitelikli personel ile bakım, izleme ve operasyon süreçlerini yürütmektedir.
Jeopolitik ve Stratejik Önemi
TANAP, Avrupa’nın enerji arz güvenliği açısından kritik bir projedir. Rus doğalgazına alternatif bir kaynak sağlayarak, enerji kaynaklarını çeşitlendirme stratejisinde kilit rol üstlenmektedir.
• Türkiye’nin enerji merkezi olma hedefi açısından TANAP, hem transit ülke konumunu hem de jeopolitik etkisini güçlendirmektedir.
• Azerbaycan ile stratejik ortaklık, bu proje ile kurumsallaşmış ve kalıcı hale gelmiştir.
• TANAP, Avrupa Birliği’nin enerji güvenliği politikalarının doğrudan parçası haline gelmiştir.
Diğer Enerji Projeleriyle İlişkisi
TAP (Trans Adriyatik Boru Hattı)
TANAP’ın İpsala’da TAP’a bağlanmasıyla Azeri gazı Yunanistan, Arnavutluk ve Adriyatik Denizi üzerinden İtalya’ya ulaşır. Böylece TANAP, TAP sayesinde Avrupa pazarına entegre olur.
BTC (Bakü-Tiflis-Ceyhan)
BTC petrol taşırken TANAP doğalgaz taşır. Her ikisi de Türkiye’nin doğu-batı enerji koridorundaki stratejik rolünü perçinler. BTC’nin oluşturduğu altyapı ve güvenlik zemini TANAP’a öncülük etmiştir.
BOTAŞ
TANAP’ın Türkiye’deki %30 ortağı olan BOTAŞ, iç tüketime yönlendirilen doğalgazın ana alıcısıdır. BOTAŞ’ın Türkiye doğalgaz piyasasındaki tecrübesi projeye lojistik ve teknik katkı sunmaktadır.
Şahdeniz 2 ve Güney Gaz Koridoru
TANAP, Şahdeniz 2 sahasından başlayıp TAP’a uzanan Güney Gaz Koridoru’nun tam ortasında yer alır. Bu hat sayesinde Avrupa, Rusya dışı kaynaklardan doğalgaz temin edebilmektedir.
TANAP, sadece bir enerji altyapı projesi değil, aynı zamanda Türkiye’nin enerji diplomasisi, jeopolitik önemi ve bölgesel iş birliklerinin bir sembolüdür. Avrupa’nın arz güvenliği, Azerbaycan’ın ekonomik geleceği ve Türkiye’nin enerji merkezi olma vizyonu, TANAP sayesinde ortak bir noktada buluşmaktadır. Önümüzdeki dönemde kapasite artırımı, yeni bağlantılar ve enerji çeşitliliği projeleriyle TANAP’ın etkisi daha da artacaktır.
Büyükada’da İlkbahar: Huzurun Yapı Gürültüsüne Yenildiği Mevsim
Büyükada’da ilkbahar yalnızca doğanın değil, aynı zamanda betonun ve makine seslerinin de uyanışı demek. Kış boyunca sessiz kalan sokaklar, baharın ilk günleriyle birlikte bambaşka bir yüz kazanıyor. Çarşıda hummalı bir yenilenme var: Dükkanlar el değiştiriyor, yeni kiracılar mekânlarını şekillendiriyor, esnaf sezon hazırlığında.
Ancak bu hazırlıklar, adanın dokusuna yerleşmiş dinginlik duygusunu zedeliyor. Hilti sesleri dar sokaklarda yankılanıyor. Alçı tozları, demir parçacıkları rüzgârla birlikte burnunuza kadar ulaşıyor. Sakinlik umuduyla gelenler, kendilerini adeta bir inşaat alanında buluyor.
Elektrikli araçların gelişiyle, eskiden yalnızca yürüyerek veya at arabalarıyla ulaşılan yüksek bölgeler artık motorlu ulaşımın kolaylaştığı yeni sahnelere dönüştü. Bir zamanlar faytonların gitmek istemediği yollar şimdi her türlü malzeme taşıyan araçlara açık. Bu, hem ada ekonomisini kolaylaştırdı hem de mahremiyet hissini azalttı.
Sabahın erken saatlerinden itibaren tak tuk sesleri yükseliyor. Çim biçme makineleri çalışıyor. Biçilen çimler torbalara doldurulup hayvan sahiplerine yem olarak satılıyor. Ne zenginmişiz ki, sabahın serinliğinde bile hiç durmadan biçilen çimlerle uğraşacak gücümüz var!
Adanın arka bahçelerinde uzanan Hristos Tepesi ise başka bir hikâye anlatıyor. Yağmurla beslenen otlar serbestçe büyüyor. Kimse dokunmuyor. Doğa kendi hâline bırakılmış. Yaz geldiğinde sararıp kuruyacak, sonbaharda yeniden yeşerecek. Bu döngüde tek sabit olan, insan eliyle bırakılmış çöpler.
Yaz aylarında şehirden gelen piknikçiler, bu doğal güzellikleri günübirlik ziyaret ediyor. Arkalarında plastik ambalajlar, boş şişeler, izmaritler bırakıyorlar. Toplamak yine yerel halka veya birkaç duyarlı insana kalıyor. Neyse ki yağmurlar bazı izleri siliyor; ama plastikler inatla kalıyor.
Büyükada, zaman zaman doğa ile insan arasındaki bitmeyen bir mücadeleye sahne oluyor. Sessizliğin, gürültüye karşı verdiği bu savaşta kimin galip geleceği hâlâ belli değil.
Türkiye'de Nükleer Enerji Üzerine Kişisel Bir Değerlendirme - 2025
Sevgili Enerji Profesyonelleri, Değerli Meslektaşlarım,
1968 kuşağı, ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü'nde “Nükleer”, “Isı” ve “Mekanik” bölümleri olduğunu hatırlayacaktır. “Nükleer” bölümünden çok sayıda lisans, yüksek lisans ve hatta doktora mezunu çıkmış, hepsi nükleer santraller tasarlayabilecek, inşa edebilecek ve işletebilecek özgüvene sahipti.
O dönemde, İran gibi diğer Orta Doğu ülkelerinden gelen öğrenciler de Türk meslektaşlarıyla birlikte eğitim alıyordu. İranlı öğrenciler, başlangıçta yoğun bir Azeri Türkçesi aksanıyla konuşurken, zamanla akıcı bir günlük Türkçe’ye geçiş yapmış ve yerel öğrencilerden farksız hale gelmişti. Eğitimlerini tamamlayıp diplomalarını aldıktan sonra ülkelerine dönerek kariyerlerine devam ettiler.
Türkiye’de ODTÜ’lü nükleer mezunları, Türkiye Elektrik Kurumu’nun Nükleer Enerji Bölümü’nde çalışmaya başladılar. Ancak geçen yıllar boyunca Türkiye, nükleer çağın gerisinde kaldı. Nükleer enerji planlarında ciddi bir ilerleme kaydedilemedi; aksine, nükleer ihalelerde yolsuzluk haberleri gündeme geldi. 2000’li yılların başında IMF, bu faaliyetlerin Türk Hazinesi’ne yüksek finansal risk getirdiğini belirterek nükleer enerji ihalelerinin durdurulmasını istedi ve çalışmalar sona erdi. 1960’larda kurulan Türkiye Elektrik Kurumu Nükleer Enerji Bölümü kapatıldı; çoğunluğu ODTÜ mezunu mühendisler ya başka birimlere transfer oldu ya da kurumu terk etti.
1968’den bu yana yaklaşık 57 yıl geçti. O heyecanlı ODTÜ mezunları bu süreçte neler yaptı? Bazıları enerji sektöründe kendi özel şirketlerini kurdu ve büyük başarılar elde etti. Termik santrallerde yüksek kapasiteli kömür transfer sistemleri inşa ettiler, mekanik montaj işleri tamamladılar, özellikle Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerinde saha kurulumları gerçekleştirdiler. Bazıları endüstriyel tesisler için çelik yapı üretimi yapan fabrikalar kurdu, bazıları kamuda çalıştı, Bakanlıklarda görev aldı, yüksek prestijli kamu ve özel sektör pozisyonlarına yükseldi. Birçoğu yurt dışına giderek kariyerlerini sürdürdü; ABD, Kanada ve İsviçre gibi ülkelerde nükleer enerji sektöründe üst düzey pozisyonlarda çalıştılar.
İranlı ODTÜ mezunları ise kendi ülkelerinin nükleer endüstrisinde önemli roller üstlendi. Bugün, İran nükleer sektöründe karar verici pozisyonlarda ODTÜ mezunlarının yer aldığını biliyoruz. Onlar, nükleer santraller tasarlıyor, inşa ediyor ve yakın gelecekte işletmeye almayı planlıyor. İran’ın nükleer teknolojisindeki son aşamayı, ürünlerini, politikalarını ya da iş ortamını eleştirebilirsiniz, ancak ulaştıkları seviye dikkatle değerlendirilmeli. İran’ın nükleer teknolojisi, bir anlamda ODTÜ Makine Mühendisliği Nükleer Bölümü’nün 1968’lerdeki mirasının ürünüdür.
Keşke ODTÜ’nün bu değerli insan kaynağı, Türkiye’de yerel nükleer santraller kurmak ve enerji sorunumuzu çözmek için kullanılabilseydi. 2025 yılına geldiğimizde, enerji sektöründe ciddi bir darboğazla karşı karşıyayız. Kamu ve özel sektördeki büyük oyuncular, bu darboğazı öngörmüş ve art arda toplantılar düzenlemiştir. Ancak Türk enerji piyasası zor bir sektör; kârlılığı düşük, rekabeti yüksek. Kamu kuruluşları yeni yatırımlar için finansal kaynak bulamıyor. Özel sektör, yüksek risk nedeniyle büyük yatırımlardan kaçınıyor. Uluslararası yatırımcılar, Türkiye’deki enerji projelerine finansman sağlamak konusunda isteksiz; yüksek risk algısı nedeniyle yüksek faiz oranları talep ediyorlar.
Peki, neden enerji piyasamız ve projelerimiz “finanse edilebilir” değil? Yeni enerji projeleri için hazırlanan belgeler, uluslararası standartlarda “finanse edilebilir belgeler” değil. Hukuki çerçevemiz henüz yeni ve yeterince test edilmemiş. Uluslararası saygın şirketlerden yeni enerji projeleri için teklif istendiğinde, çoğu yanıt bile vermiyor. Fizibilite ve ön fizibilite raporları uluslararası standartları karşılamıyor. Kamu ihaleleri, imkânsız maddeler içerdiği için finanse edilebilir değil. Yerel piyasada milyar dolarlık projeler için hazırlanan fizibilite belgeleri, düşük maliyetle ve düşük kalitede üretiliyor; bu nedenle uluslararası alanda kabul görmüyor.
Bugün, herhangi bir saygın uluslararası mühendislik şirketine gidip bir enerji projesi için teklif isteseniz, yanıt almanız zor. ABD ve Fransız şirketlerini geçmişteki gereksiz uluslararası anlaşmazlıklar nedeniyle devre dışı bırakırsanız, geriye yalnızca Rusya, Hindistan, Çin, Kore gibi doğu ülkelerinin şirketleri veya Kanada’nın Candu teknolojisi kalıyor. Bu şirketler, uluslararası nükleer enerji piyasasında yeni oyuncular ve genellikle gelişmekte olan, test edilmemiş teknolojilerle düşük fiyatlar sunuyor.
Nükleer santral gerekliliğini abartmamalıyız. 5000 MWe kapasiteli bir nükleer santral ihalesi, eğer yabancı hakimiyetine yol açacaksa, abartılı bir adımdır. Türkiye, 1968’lerdeki muazzam mühendislik ve entelektüel potansiyeline rağmen kendi nükleer teknolojisini geliştiremedi. Sadece nükleer teknoloji değil, basit kömür yakıtlı termik santralleri bile kendi başımıza inşa edemiyoruz. Bu santraller, uzay mekiği değil, çelik boru imalatından ibaret; ancak yerel özel şirketlerimiz yalnızca “inşaat, temel ve saha montajı” gibi düşük kâr marjlı, düşük katma değerli işleri üstlenebiliyor. Niteliksiz veya yarı nitelikli iş gücüne dayalı bu işler, Kazakistan, İrlanda veya Körfez ülkelerinde olduğu gibi yabancı katılımına karşı yerel dirençle karşılaşıyor.
Hâlâ büyük projeleri az hazırlıkla tamamlayabileceğimizi düşünüyoruz. Hâlâ düşük maliyetli, kurum içi Excel tablolarıyla “finanse edilebilir fizibilite belgeleri” üretebileceğimize inanıyoruz. Bu yazının yazarı, 30 yılı aşkın enerji sektörü tecrübesiyle, müzakere masasının yabancı tarafında birçok kez bulunmuştur. Yabancı taraf, projenin tüm risklerini hesaplayarak, ciddi ve pahalı “due diligence” çalışmalarıyla hazırlanmış şekilde masaya oturur. Ancak bizim “kurum içi hazırlanmış sözde finanse edilebilir belgeler” sunulduğunda, bu belgeleri “dikkatle inceleyeceklerini” söylerler. Bu inceleme yıllarca sürebilir ve kararları beklemek yıllar alır.
Türk halkı, kendi teknolojisini geliştirmesi gerektiğini bilmeli. İnsan kaynaklarına daha fazla destek verilmeli, Ar-Ge’ye daha fazla fon ayrılmalı, genç mühendis mezunlara daha fazla yatırım yapılmalı, yazılım ve donanım ihtiyaçları karşılanmalı. Emin olun, genç mühendislerimiz, uluslararası saygın şirketlerdeki meslektaşlarından farklı değil. Hatta bazı yabancı mühendislik şirketlerinde üst düzey yönetici pozisyonlarında Türk kökenli isimler var.
Nükleer santraller, temelde gelişmiş bir termik santral türüdür; bir döngü daha eklenir, yüksek güvenlik önlemleri alınır ve atık sorunu çözülür. Nükleer santraller, enerji güvenliği açısından ek avantajlar sunar. Nükleer teknoloji, nükleer güvenlik ve farkındalık konusunda insanlarımızı eğitmek için iyi bir fırsattır. Coğrafyamız, dış politikamızı olduğu kadar enerji politikalarımızı da şekillendiriyor. Bu coğrafyada nükleer karşıtı bir duruş sergileme lüksümüz yok. Kendi nükleer teknolojimizi geliştirmeli, entelektüel gücümüzü eğitmeli, personelimizi yetiştirmeliyiz. Nükleer karşıtı aktivizmle nükleer teknolojinin detaylarını öğrenemezsiniz; öğrenme, her zaman olduğu gibi yaparak gerçekleşir.
Nükleer teknolojinin çok pahalı, değerli ve maliyetli bir mesele olduğunu da unutmamalıyız. Termik enerji üretiminde olduğu gibi sadece parayla elde edilemez. Ülkenizin nükleer teknolojideki gelişim düzeyi, artık savunmasız bir gelişmekte olan ülke olmadığınızı, yüksek teknoloji liginde yer aldığınızı açıkça gösterir. Bu, rakipler için de bir caydırıcılık faktörüdür.
Eğer dış politikada taviz vermek istemiyorsanız, kendi yeteneklerinize, daha düşük ve bağımsız bir maliyetle güvenmelisiniz. Bunu ancak genç yeteneklerinizi, en son bilimsel ve entelektüel kapasiteleriyle çalıştırarak, uzun ve zorlu bir yolculukla, kan, ter ve gözyaşıyla başarabilirsiniz. Bu, aynı zamanda bölgedeki “en uygun olanın hayatta kalması” meselesidir.
Son söz olarak, eski bir atasözü der ki: “Yapabileceğine inanırsan, yaparsın.”
Yorumlarınızı her zaman bekliyorum.
Subscribe to:
Posts (Atom)