Saturday, May 24, 2025

Türkiye'de Nükleer Enerji Üzerine Kişisel Bir Değerlendirme - 2025

Sevgili Enerji Profesyonelleri, Değerli Meslektaşlarım, 1968 kuşağı, ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü'nde “Nükleer”, “Isı” ve “Mekanik” bölümleri olduğunu hatırlayacaktır. “Nükleer” bölümünden çok sayıda lisans, yüksek lisans ve hatta doktora mezunu çıkmış, hepsi nükleer santraller tasarlayabilecek, inşa edebilecek ve işletebilecek özgüvene sahipti. O dönemde, İran gibi diğer Orta Doğu ülkelerinden gelen öğrenciler de Türk meslektaşlarıyla birlikte eğitim alıyordu. İranlı öğrenciler, başlangıçta yoğun bir Azeri Türkçesi aksanıyla konuşurken, zamanla akıcı bir günlük Türkçe’ye geçiş yapmış ve yerel öğrencilerden farksız hale gelmişti. Eğitimlerini tamamlayıp diplomalarını aldıktan sonra ülkelerine dönerek kariyerlerine devam ettiler. Türkiye’de ODTÜ’lü nükleer mezunları, Türkiye Elektrik Kurumu’nun Nükleer Enerji Bölümü’nde çalışmaya başladılar. Ancak geçen yıllar boyunca Türkiye, nükleer çağın gerisinde kaldı. Nükleer enerji planlarında ciddi bir ilerleme kaydedilemedi; aksine, nükleer ihalelerde yolsuzluk haberleri gündeme geldi. 2000’li yılların başında IMF, bu faaliyetlerin Türk Hazinesi’ne yüksek finansal risk getirdiğini belirterek nükleer enerji ihalelerinin durdurulmasını istedi ve çalışmalar sona erdi. 1960’larda kurulan Türkiye Elektrik Kurumu Nükleer Enerji Bölümü kapatıldı; çoğunluğu ODTÜ mezunu mühendisler ya başka birimlere transfer oldu ya da kurumu terk etti. 1968’den bu yana yaklaşık 57 yıl geçti. O heyecanlı ODTÜ mezunları bu süreçte neler yaptı? Bazıları enerji sektöründe kendi özel şirketlerini kurdu ve büyük başarılar elde etti. Termik santrallerde yüksek kapasiteli kömür transfer sistemleri inşa ettiler, mekanik montaj işleri tamamladılar, özellikle Orta Doğu ve Orta Asya ülkelerinde saha kurulumları gerçekleştirdiler. Bazıları endüstriyel tesisler için çelik yapı üretimi yapan fabrikalar kurdu, bazıları kamuda çalıştı, Bakanlıklarda görev aldı, yüksek prestijli kamu ve özel sektör pozisyonlarına yükseldi. Birçoğu yurt dışına giderek kariyerlerini sürdürdü; ABD, Kanada ve İsviçre gibi ülkelerde nükleer enerji sektöründe üst düzey pozisyonlarda çalıştılar. İranlı ODTÜ mezunları ise kendi ülkelerinin nükleer endüstrisinde önemli roller üstlendi. Bugün, İran nükleer sektöründe karar verici pozisyonlarda ODTÜ mezunlarının yer aldığını biliyoruz. Onlar, nükleer santraller tasarlıyor, inşa ediyor ve yakın gelecekte işletmeye almayı planlıyor. İran’ın nükleer teknolojisindeki son aşamayı, ürünlerini, politikalarını ya da iş ortamını eleştirebilirsiniz, ancak ulaştıkları seviye dikkatle değerlendirilmeli. İran’ın nükleer teknolojisi, bir anlamda ODTÜ Makine Mühendisliği Nükleer Bölümü’nün 1968’lerdeki mirasının ürünüdür. Keşke ODTÜ’nün bu değerli insan kaynağı, Türkiye’de yerel nükleer santraller kurmak ve enerji sorunumuzu çözmek için kullanılabilseydi. 2025 yılına geldiğimizde, enerji sektöründe ciddi bir darboğazla karşı karşıyayız. Kamu ve özel sektördeki büyük oyuncular, bu darboğazı öngörmüş ve art arda toplantılar düzenlemiştir. Ancak Türk enerji piyasası zor bir sektör; kârlılığı düşük, rekabeti yüksek. Kamu kuruluşları yeni yatırımlar için finansal kaynak bulamıyor. Özel sektör, yüksek risk nedeniyle büyük yatırımlardan kaçınıyor. Uluslararası yatırımcılar, Türkiye’deki enerji projelerine finansman sağlamak konusunda isteksiz; yüksek risk algısı nedeniyle yüksek faiz oranları talep ediyorlar. Peki, neden enerji piyasamız ve projelerimiz “finanse edilebilir” değil? Yeni enerji projeleri için hazırlanan belgeler, uluslararası standartlarda “finanse edilebilir belgeler” değil. Hukuki çerçevemiz henüz yeni ve yeterince test edilmemiş. Uluslararası saygın şirketlerden yeni enerji projeleri için teklif istendiğinde, çoğu yanıt bile vermiyor. Fizibilite ve ön fizibilite raporları uluslararası standartları karşılamıyor. Kamu ihaleleri, imkânsız maddeler içerdiği için finanse edilebilir değil. Yerel piyasada milyar dolarlık projeler için hazırlanan fizibilite belgeleri, düşük maliyetle ve düşük kalitede üretiliyor; bu nedenle uluslararası alanda kabul görmüyor. Bugün, herhangi bir saygın uluslararası mühendislik şirketine gidip bir enerji projesi için teklif isteseniz, yanıt almanız zor. ABD ve Fransız şirketlerini geçmişteki gereksiz uluslararası anlaşmazlıklar nedeniyle devre dışı bırakırsanız, geriye yalnızca Rusya, Hindistan, Çin, Kore gibi doğu ülkelerinin şirketleri veya Kanada’nın Candu teknolojisi kalıyor. Bu şirketler, uluslararası nükleer enerji piyasasında yeni oyuncular ve genellikle gelişmekte olan, test edilmemiş teknolojilerle düşük fiyatlar sunuyor. Nükleer santral gerekliliğini abartmamalıyız. 5000 MWe kapasiteli bir nükleer santral ihalesi, eğer yabancı hakimiyetine yol açacaksa, abartılı bir adımdır. Türkiye, 1968’lerdeki muazzam mühendislik ve entelektüel potansiyeline rağmen kendi nükleer teknolojisini geliştiremedi. Sadece nükleer teknoloji değil, basit kömür yakıtlı termik santralleri bile kendi başımıza inşa edemiyoruz. Bu santraller, uzay mekiği değil, çelik boru imalatından ibaret; ancak yerel özel şirketlerimiz yalnızca “inşaat, temel ve saha montajı” gibi düşük kâr marjlı, düşük katma değerli işleri üstlenebiliyor. Niteliksiz veya yarı nitelikli iş gücüne dayalı bu işler, Kazakistan, İrlanda veya Körfez ülkelerinde olduğu gibi yabancı katılımına karşı yerel dirençle karşılaşıyor. Hâlâ büyük projeleri az hazırlıkla tamamlayabileceğimizi düşünüyoruz. Hâlâ düşük maliyetli, kurum içi Excel tablolarıyla “finanse edilebilir fizibilite belgeleri” üretebileceğimize inanıyoruz. Bu yazının yazarı, 30 yılı aşkın enerji sektörü tecrübesiyle, müzakere masasının yabancı tarafında birçok kez bulunmuştur. Yabancı taraf, projenin tüm risklerini hesaplayarak, ciddi ve pahalı “due diligence” çalışmalarıyla hazırlanmış şekilde masaya oturur. Ancak bizim “kurum içi hazırlanmış sözde finanse edilebilir belgeler” sunulduğunda, bu belgeleri “dikkatle inceleyeceklerini” söylerler. Bu inceleme yıllarca sürebilir ve kararları beklemek yıllar alır. Türk halkı, kendi teknolojisini geliştirmesi gerektiğini bilmeli. İnsan kaynaklarına daha fazla destek verilmeli, Ar-Ge’ye daha fazla fon ayrılmalı, genç mühendis mezunlara daha fazla yatırım yapılmalı, yazılım ve donanım ihtiyaçları karşılanmalı. Emin olun, genç mühendislerimiz, uluslararası saygın şirketlerdeki meslektaşlarından farklı değil. Hatta bazı yabancı mühendislik şirketlerinde üst düzey yönetici pozisyonlarında Türk kökenli isimler var. Nükleer santraller, temelde gelişmiş bir termik santral türüdür; bir döngü daha eklenir, yüksek güvenlik önlemleri alınır ve atık sorunu çözülür. Nükleer santraller, enerji güvenliği açısından ek avantajlar sunar. Nükleer teknoloji, nükleer güvenlik ve farkındalık konusunda insanlarımızı eğitmek için iyi bir fırsattır. Coğrafyamız, dış politikamızı olduğu kadar enerji politikalarımızı da şekillendiriyor. Bu coğrafyada nükleer karşıtı bir duruş sergileme lüksümüz yok. Kendi nükleer teknolojimizi geliştirmeli, entelektüel gücümüzü eğitmeli, personelimizi yetiştirmeliyiz. Nükleer karşıtı aktivizmle nükleer teknolojinin detaylarını öğrenemezsiniz; öğrenme, her zaman olduğu gibi yaparak gerçekleşir. Nükleer teknolojinin çok pahalı, değerli ve maliyetli bir mesele olduğunu da unutmamalıyız. Termik enerji üretiminde olduğu gibi sadece parayla elde edilemez. Ülkenizin nükleer teknolojideki gelişim düzeyi, artık savunmasız bir gelişmekte olan ülke olmadığınızı, yüksek teknoloji liginde yer aldığınızı açıkça gösterir. Bu, rakipler için de bir caydırıcılık faktörüdür. Eğer dış politikada taviz vermek istemiyorsanız, kendi yeteneklerinize, daha düşük ve bağımsız bir maliyetle güvenmelisiniz. Bunu ancak genç yeteneklerinizi, en son bilimsel ve entelektüel kapasiteleriyle çalıştırarak, uzun ve zorlu bir yolculukla, kan, ter ve gözyaşıyla başarabilirsiniz. Bu, aynı zamanda bölgedeki “en uygun olanın hayatta kalması” meselesidir. Son söz olarak, eski bir atasözü der ki: “Yapabileceğine inanırsan, yaparsın.” Yorumlarınızı her zaman bekliyorum.

No comments: