Değerli
Okurlarım,
Size
bugün Moskova'da 1976 yılında başımdan geçen bir olayı
anlatacağım. Zaman Şubat 1976. Bir kamu fabrikasında çalışırken
Birleşmiş Milletler Eğitim Bursu ile Moskova'ya gönderildim.
Okulu yeni bitirmişim, fabrikada iki yıllık talaşlı imalat-
çelik konstrüksiyon üretim tecrübem var. Az sayıda yabancı dil
bilen mühendislerden biri olarak seçildim ve gönderildim. Moskova
ortamı saf romantik dışa kapalı Sovyet dönemi, Brejnev dönemi.
Kimse Moskova hakkında birşey bilmiyor. Moskova'da yaşayanlar da
dışardaki dünya hakkında birşey bilmiyorlar, kapalı kozalarında
işsizlik bilmeden, devletin onlara sağladığı bedava sağlık,
eğitim, ucuz ulaşım imkanlarıyla mutlu yaşıyorlar. Moskova o
zamanlar çok farklıydı. Apayrı bir dünya idi. Sanki apayrı,
uzayda uzak bir gezegende yaşanan bir ortamdı.
Moskova'da
yaşayan çok az sayıdaki yabancılardan biriydim. Gelir gelmez
Rusça öğrenmeye başladım. Kendimi idare edebilecek kadar,
alışveriş yapabilecek, yol sorabilecek kadar öğrendim. Konuşma
pratiği yapma imkanım sınırlıydı, herkes benimle İngilizce
konuşmak istiyordu. Ben Rusça konuşamıyordum.
Gelişmekte
olan ülkelerim genç mühendislerine yönelik talaşlı imalat
üstüne hazırlanmış teknik eğitim yakındaki bir üniversitede
yapılıyordu. Üniversite anfilerinde makine imalatı, çelik
konstrüksiyon konularında tüm gün ders görüyorduk. Ders sonrası
haftada belirli günler yakındaki bir torna imalatı fabrikasında
pratik eğitim alıyorduk. Katılımcıların sayısı 30
civarındaydı. Çoğu Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika
ülkelerinden gelmişlerdi. Tüm eğitim ve aramızdaki iletişim
İngilizce dilinde idi.
Kaldığımız
yer Moskova Üniversitesi'ne yakın "University Hotel"
(Gastrinistza Universitetskaya) idi. O kış çok soğuk geçti.
Belki de bana öyle geldi. Her yer nerdeyse bir metreyi aşan kar
ile doldu. Ruslar için soğuk hava, bol kar ortamı çok olağan
durumdu. Devletin onlara ucuz ve pratik sağladığı, güvenli
işler, sağlık ve eğitim imkanları vardı. Küçük evlerde
oturuyorlar, metro ile işe gidip geliyorlar, çocuklarını devlet
okullarına gönderiyorlar, ucuz yiyecekler alıyorlar, basit
giyiniyorlar, bol kitap okuyorlar, ucuz klasik plaklar dinliyorlar,
enstrüman çalıyorlar, çocuklarını spor veya bale okullarına
gönderiyorlar, kendi kapalı dünyalarında mutlu yaşıyorlardı.
Evleri küçük ama kalın duvarlı, merkezi ısıtmalı, soğuğa
korunaklıydı. Ortada özel otomobil çok azdı, olanlar da zaten
basit kullanışsız modellerdi. Herkes yürüyor, belediye
otobüslerine, metroya biniyorlardı. Mükemmel bir yeraltı metro
sistemi vardı. Votka ucuzdu, geceleri votka eşliğinde arkadaş
muhabbeti onlara yetiyordu. Entellektüel uğraşlar, edebiyat, şiir,
roman, kitap, klasik müzik, opera ve en önemlisi Rus balesi ilgi
alanlarıydı.
Geldiğimin
ertesi günü herhangi bir bale sahnelenmesine bilet alabilmek için
Bolşoy tiyatrosuna gittim. Uzun bir kuyruk vardı. Bu kuyruk hiç
bitmedi, gece gündüz sürdü, benim kuyruğa girip uzun süre
bekleyip bilet almama imkan yoktu. Ruslar kuyruk beklemek konusunda
çok dirençli idiler, saatlerce kuyruk bekleyebiliyorlardı. Bolşoy
tiyatrosunda gerçek bir Rus balesi seyredebilme ümitlerimi yavaş
yavaş kaybettim. Baleye bilet almam imkansızdı, karaborsa bilet
bulmam için Rusça'mın çok iyi olması gerekiyordu, gişe dışından
bilet alırken her an aldatılabilirdim, aldığım bilet boş-
geçersiz olabilirdi.
Kaldığımız
otelin servis imkanlarını araştırdım. Otelde biz yabancı
misafirlere yardımcı olacak bir "Servis Büro" (Hizmet-
danışma ofisi) vardı. Burda bir yönetici Tovariş (Yoldaş) Nina,
ve üç personeli orta yaşlarda Victoria, Natalia ve Galia isimli
hanımlar misafirlere yardımcı oluyorlardı. Herbirinin Rusça
dışında mükemmel konuştukları ikinci bir yabancı dilleri
vardı. Victoria İngilizce konuşuyordu, Natalia İspanyolca, Galia
Almanca. Çoğumuz İngilizce bilen Victoria ile iletişim kurduk.
Hizmet bürosuna sordum, acaba bana Bolşoy tiyatrosundan konser,
opera, bale için bilet bulabilirlermiydi? Cevap "Nyet"
(hayır) oldu. Mümkün değildi. Otele yabancılar için gönderilen
birkaç bilet vardı, ama dağıtım tümüyle Servis Büro
Yöneticisi Tovarish Nina'nın denetimindeydi. Tovarish Nina
ulaşılmaz, yaklaşılmaz bir yöneticiydi. Tüm güç ondaydı,
sadece birkaç özel misafir bu biletlere ulaşabiliyordu.
Aradan
bir ay geçti. Bolşoy tiyatrosundan bilet alma ümitlerimi tamamen
yitirdim. Moskova'ya gelmişim ve Bolşoy tiyatrosunda bir sahneleme
görmeden döneceğim. Parası neyse vereyim, ama olmuyor, herşey
para değil. Herşeyde karaborsa vardı, ama Bolşoy tiyatrosuna
bilet almak çok zordu. Başka dünyevi keyifler için para her
kilidi açıyordu, ama Bolşoy tiyatrosu biletleri ayrı bir
değerdeydi. Saatlerce kuyrukta bekleyip satın aldığınız biletin
size sağladığı seyir keyfi ölçüsüzdü.
İngilizce
konuşan Victoria'dan başka yardım edecek kimse yoktu. Bu konuda
onun da elinden birşey gelmiyordu. Tovarish Nina ile doğrudan
konuşmak gerekliydi. Onun da uzmanlık alanı olan mutlaka bir
yabancı dili vardı. Hangisi?
Fransızca.
Tovarish Nina Moskova üniversitesi "Fransız Dil ve Edebiyatı"
bölümünü bitirmişti, hafif Rus aksanlı ama kusursuz Fransızca
konuşuyordu. Üniversite yıllarında Fransızca dersi almıştım
ama sonradan çoğunu unuttum, aklımda pek bir şey kalmadı.
Tovarish Nina ile doğrudan bire bir iletişim kurabilmek için eski
Fransızca dil bilgimi yenilemem gerekiyordu.
Beraber
teknik eğitim aldığımız diğer yabancı mühendislerin Fransızca
bilgilerini kontrol ettim. Çok iyi Fransızca bilen bir Batı
Afrikalı mühendis vardı. Yazılı Fransızcaya çok iyi hakimdi,
ancak sözlü Fransızcası Fransız Afrikası yerel aksanı idi.
Konuşurken zor anlaşılıyordu. Benim için çok önemli değildi,
Tovarish Nina ile bire bir Fransızca konuşmam ve ilk iletişimde
buzları kırmam lazımdı. Basit Fransızca cümleler öğrendim,
kendi kendime pratik yaptım. Bir sabah erken saatte Tovarish Nina,
ofisine geldiğinde kapıda belirdim, ve Fransızca basit cümlelerle
onu selamladım, kendimi tanıttım.
"Bonjour
Madame, Mon nom est Haluk d'Ankara Turkei. Comment allez-vous?"
Ona
"Madamé Nina" olarak hitap ettim. Madamé Nina o gün çok
mutlu oldu. Otelde o sıralar Fransızca konuşan fazla misafir
yoktu. Laf lafı açtı. Bana yaptığı işleri anlattı, bititdiği
okulunu anlattı, Fransız Komünist partisi misafir üyelerine
gençliğinde yaptığı rehberlik- mihmandarlığı anlattı, ünlü
Fransız pop şarkıcısı Gilbert Bécaud ile gezilerini, ailesini,
eşini, çocuklarını, gençliğini anlattı. O artık sıradan bir
Tovarish değildi, Fransızca bilen hoş kültürlü bir hanımdı,
ben de onun oteldeki özel önemde yabancı konuklardan biriydim.
Ertesi
gün Bolshoy için bilet sordum. Sadece bir bilet bekliyordum.
Moskova'da geçireceğim kalan her hafta için bir bilet toplam altı
adet bale - opera bileti verdi. Bolshoy tiyatrosu o zaman bir
inanılmaz ortamdı, bugün de öyle.
İş
hayatında yüzyüze sözel olarak yapılan iletişimin bir sanat
olduğuna inanıyorum. "İletişim" her şeydir. "İletişim"
insan ile diğer canlı varlıklar arasındaki en önemli farklardan
biridir. Bir yabancı dil öğrenmek diğerini unutturmaz,
kullandıkça daha iyi konuşursunuz. Günümüzde bir yabancı dil
yetmez, iki- üç- daha fazla dil öğrenmek lazım. Yüzyüze bire
bir sözlü iletişim size her kapıyı açar, iletişim iş
hayatında başarının anahtarıdır.
Haluk
Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup,
mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı
ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak
termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif,
satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar
termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya,
mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere
danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji
komisyonları üyesidir.
2015-03-05
Oberstdorf, Almanya
No comments:
Post a Comment