Thursday, March 05, 2015

Yüzyüze sözel iletişim başarının anahtarıdır (Moskova 1976)


Değerli Okurlarım,

Size bugün Moskova'da 1976 yılında başımdan geçen bir olayı anlatacağım. Zaman Şubat 1976. Bir kamu fabrikasında çalışırken Birleşmiş Milletler Eğitim Bursu ile Moskova'ya gönderildim. Okulu yeni bitirmişim, fabrikada iki yıllık talaşlı imalat- çelik konstrüksiyon üretim tecrübem var. Az sayıda yabancı dil bilen mühendislerden biri olarak seçildim ve gönderildim. Moskova ortamı saf romantik dışa kapalı Sovyet dönemi, Brejnev dönemi. Kimse Moskova hakkında birşey bilmiyor. Moskova'da yaşayanlar da dışardaki dünya hakkında birşey bilmiyorlar, kapalı kozalarında işsizlik bilmeden, devletin onlara sağladığı bedava sağlık, eğitim, ucuz ulaşım imkanlarıyla mutlu yaşıyorlar. Moskova o zamanlar çok farklıydı. Apayrı bir dünya idi. Sanki apayrı, uzayda uzak bir gezegende yaşanan bir ortamdı.

Moskova'da yaşayan çok az sayıdaki yabancılardan biriydim. Gelir gelmez Rusça öğrenmeye başladım. Kendimi idare edebilecek kadar, alışveriş yapabilecek, yol sorabilecek kadar öğrendim. Konuşma pratiği yapma imkanım sınırlıydı, herkes benimle İngilizce konuşmak istiyordu. Ben Rusça konuşamıyordum.

Gelişmekte olan ülkelerim genç mühendislerine yönelik talaşlı imalat üstüne hazırlanmış teknik eğitim yakındaki bir üniversitede yapılıyordu. Üniversite anfilerinde makine imalatı, çelik konstrüksiyon konularında tüm gün ders görüyorduk. Ders sonrası haftada belirli günler yakındaki bir torna imalatı fabrikasında pratik eğitim alıyorduk. Katılımcıların sayısı 30 civarındaydı. Çoğu Afrika, Güney Asya ve Latin Amerika ülkelerinden gelmişlerdi. Tüm eğitim ve aramızdaki iletişim İngilizce dilinde idi.

Kaldığımız yer Moskova Üniversitesi'ne yakın "University Hotel" (Gastrinistza Universitetskaya) idi. O kış çok soğuk geçti. Belki de bana öyle geldi. Her yer nerdeyse bir metreyi aşan kar ile doldu. Ruslar için soğuk hava, bol kar ortamı çok olağan durumdu. Devletin onlara ucuz ve pratik sağladığı, güvenli işler, sağlık ve eğitim imkanları vardı. Küçük evlerde oturuyorlar, metro ile işe gidip geliyorlar, çocuklarını devlet okullarına gönderiyorlar, ucuz yiyecekler alıyorlar, basit giyiniyorlar, bol kitap okuyorlar, ucuz klasik plaklar dinliyorlar, enstrüman çalıyorlar, çocuklarını spor veya bale okullarına gönderiyorlar, kendi kapalı dünyalarında mutlu yaşıyorlardı. Evleri küçük ama kalın duvarlı, merkezi ısıtmalı, soğuğa korunaklıydı. Ortada özel otomobil çok azdı, olanlar da zaten basit kullanışsız modellerdi. Herkes yürüyor, belediye otobüslerine, metroya biniyorlardı. Mükemmel bir yeraltı metro sistemi vardı. Votka ucuzdu, geceleri votka eşliğinde arkadaş muhabbeti onlara yetiyordu. Entellektüel uğraşlar, edebiyat, şiir, roman, kitap, klasik müzik, opera ve en önemlisi Rus balesi ilgi alanlarıydı.

Geldiğimin ertesi günü herhangi bir bale sahnelenmesine bilet alabilmek için Bolşoy tiyatrosuna gittim. Uzun bir kuyruk vardı. Bu kuyruk hiç bitmedi, gece gündüz sürdü, benim kuyruğa girip uzun süre bekleyip bilet almama imkan yoktu. Ruslar kuyruk beklemek konusunda çok dirençli idiler, saatlerce kuyruk bekleyebiliyorlardı. Bolşoy tiyatrosunda gerçek bir Rus balesi seyredebilme ümitlerimi yavaş yavaş kaybettim. Baleye bilet almam imkansızdı, karaborsa bilet bulmam için Rusça'mın çok iyi olması gerekiyordu, gişe dışından bilet alırken her an aldatılabilirdim, aldığım bilet boş- geçersiz olabilirdi.

Kaldığımız otelin servis imkanlarını araştırdım. Otelde biz yabancı misafirlere yardımcı olacak bir "Servis Büro" (Hizmet- danışma ofisi) vardı. Burda bir yönetici Tovariş (Yoldaş) Nina, ve üç personeli orta yaşlarda Victoria, Natalia ve Galia isimli hanımlar misafirlere yardımcı oluyorlardı. Herbirinin Rusça dışında mükemmel konuştukları ikinci bir yabancı dilleri vardı. Victoria İngilizce konuşuyordu, Natalia İspanyolca, Galia Almanca. Çoğumuz İngilizce bilen Victoria ile iletişim kurduk. Hizmet bürosuna sordum, acaba bana Bolşoy tiyatrosundan konser, opera, bale için bilet bulabilirlermiydi? Cevap "Nyet" (hayır) oldu. Mümkün değildi. Otele yabancılar için gönderilen birkaç bilet vardı, ama dağıtım tümüyle Servis Büro Yöneticisi Tovarish Nina'nın denetimindeydi. Tovarish Nina ulaşılmaz, yaklaşılmaz bir yöneticiydi. Tüm güç ondaydı, sadece birkaç özel misafir bu biletlere ulaşabiliyordu.

Aradan bir ay geçti. Bolşoy tiyatrosundan bilet alma ümitlerimi tamamen yitirdim. Moskova'ya gelmişim ve Bolşoy tiyatrosunda bir sahneleme görmeden döneceğim. Parası neyse vereyim, ama olmuyor, herşey para değil. Herşeyde karaborsa vardı, ama Bolşoy tiyatrosuna bilet almak çok zordu. Başka dünyevi keyifler için para her kilidi açıyordu, ama Bolşoy tiyatrosu biletleri ayrı bir değerdeydi. Saatlerce kuyrukta bekleyip satın aldığınız biletin size sağladığı seyir keyfi ölçüsüzdü.

İngilizce konuşan Victoria'dan başka yardım edecek kimse yoktu. Bu konuda onun da elinden birşey gelmiyordu. Tovarish Nina ile doğrudan konuşmak gerekliydi. Onun da uzmanlık alanı olan mutlaka bir yabancı dili vardı. Hangisi?

Fransızca. Tovarish Nina Moskova üniversitesi "Fransız Dil ve Edebiyatı" bölümünü bitirmişti, hafif Rus aksanlı ama kusursuz Fransızca konuşuyordu. Üniversite yıllarında Fransızca dersi almıştım ama sonradan çoğunu unuttum, aklımda pek bir şey kalmadı. Tovarish Nina ile doğrudan bire bir iletişim kurabilmek için eski Fransızca dil bilgimi yenilemem gerekiyordu.

Beraber teknik eğitim aldığımız diğer yabancı mühendislerin Fransızca bilgilerini kontrol ettim. Çok iyi Fransızca bilen bir Batı Afrikalı mühendis vardı. Yazılı Fransızcaya çok iyi hakimdi, ancak sözlü Fransızcası Fransız Afrikası yerel aksanı idi. Konuşurken zor anlaşılıyordu. Benim için çok önemli değildi, Tovarish Nina ile bire bir Fransızca konuşmam ve ilk iletişimde buzları kırmam lazımdı. Basit Fransızca cümleler öğrendim, kendi kendime pratik yaptım. Bir sabah erken saatte Tovarish Nina, ofisine geldiğinde kapıda belirdim, ve Fransızca basit cümlelerle onu selamladım, kendimi tanıttım.

"Bonjour Madame, Mon nom est Haluk d'Ankara Turkei. Comment allez-vous?"
Ona "Madamé Nina" olarak hitap ettim. Madamé Nina o gün çok mutlu oldu. Otelde o sıralar Fransızca konuşan fazla misafir yoktu. Laf lafı açtı. Bana yaptığı işleri anlattı, bititdiği okulunu anlattı, Fransız Komünist partisi misafir üyelerine gençliğinde yaptığı rehberlik- mihmandarlığı anlattı, ünlü Fransız pop şarkıcısı Gilbert Bécaud ile gezilerini, ailesini, eşini, çocuklarını, gençliğini anlattı. O artık sıradan bir Tovarish değildi, Fransızca bilen hoş kültürlü bir hanımdı, ben de onun oteldeki özel önemde yabancı konuklardan biriydim.

Ertesi gün Bolshoy için bilet sordum. Sadece bir bilet bekliyordum. Moskova'da geçireceğim kalan her hafta için bir bilet toplam altı adet bale - opera bileti verdi. Bolshoy tiyatrosu o zaman bir inanılmaz ortamdı, bugün de öyle.

İş hayatında yüzyüze sözel olarak yapılan iletişimin bir sanat olduğuna inanıyorum. "İletişim" her şeydir. "İletişim" insan ile diğer canlı varlıklar arasındaki en önemli farklardan biridir. Bir yabancı dil öğrenmek diğerini unutturmaz, kullandıkça daha iyi konuşursunuz. Günümüzde bir yabancı dil yetmez, iki- üç- daha fazla dil öğrenmek lazım. Yüzyüze bire bir sözlü iletişim size her kapıyı açar, iletişim iş hayatında başarının anahtarıdır.


Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


2015-03-05 Oberstdorf, Almanya

No comments: