Thursday, November 17, 2022

Mr Carry

Amerikalı efsane saha montaj süpervizörü, 1962-1965 Çok eski bir hikayeyi anlatıyorum. İsmi Joseph Carry (Mr Carry) Atalarının Amerikaya ilk göç eden İngiliz, Fransız, irlandalı olduğunu hatta yerli kanı geni de karışmış bulunduğunu söylüyordu. Orta Amerika çiftçi aksanı ile anlaşılması zor bir ingilizce konuşuyordu. Amerikan firmalarının Türkiye piyasasında her endüstriyel tesis ihalesini aldıkları zamanlar, ortada Almanlar, Japonlar, Çinliler yok. Mersin Ataş rafinerisi yanına yeni bir termik santral kurulacak. Rafineride üretilen 6-numaralı fueloil sıvı yakıtı buhar kazanlarında yakarak 2x25 Mwe elektrik üretecek ve Çukurova’ya elektrik verecek. İhaleyi daha sonra ortak girişim şirketi kuracağımız Amerikan B&W şirketi anahtar teslimi almış. Yerli saha montaj işini, bünyesinde çok sayıda ingilizce bilen Odtü mezunu mühendis bulunan bizim şirkete vermiş. Amerikadan saha montaj işini iyi bilen bir süpervizör göndermiş. Adamın altına son model bir Amerikan otomobili vermişler. Şirket Otel, yemek masraflarını karşılıyor. Adamımız istişare ve rutin raporlama için Mersin Ankara arasında her hafta sonu gidip geliyor. Ancak 1960 yıllarında yollar dar ve çok bozuk. Rüzgar gibi giden Amerikan arabası ile bozuk yollarda hızlı giderken bir kaza yapıyor. Yakalanıyor, mahkemeye çıkarılıyor. Hakim fazla bir hapis cezası vermiyor, ancak mağdurun ailesine aylık parasal tazminat ödeyebilmesi için Türkiye dışına çıkış yasağı koyuyor. Amerikadaki eşi kocasını boşuyor. Araba kullanması yasak, yanına yerli bir şöför veriyorlar. Santral montajı bitiyor. Yeni bir 2x25 Mwe santral ihalesi çıkıyor, o işi Japon Mitsubishi alıyor, montaj işi yine bizde, Amerikan saha süpervisörümüz ile beraber işi alıp bitiriyoruz. Amerikalı süpervizörümüz Mr Carry çok yanlız. Türk arkadaşları ona dul iki çocuklu güzel esmer bir eş (Melahat) buluyorlar, evleniyor, kadının önceki eşinden çocuklarını sahipleniyor, kendisinin de bir çocuğu oluyor. Aradan yıllar geçiyor, kahramanımız yaşlanıyor, şirketteki görevi yeni projelerde çalışıyor, tazminat ödediği aileye maddi yardımı devam ediyor, kendi eşinin eski çocuklarına ve Kendi çocuğuna bakıyor. Eşi Melahat Amerikan vatandaşı oluyor, Mary ismini alıyor. Ben onu 1990’larda tanıdım. “Mutlaka Amerikalı bir saha süpervizörü isteriz” diyen bir yeni projede görev almıştı. Ana dili ingilizcesi hala düzgündü, kırık bir Çukurova aksanı Türkçe konuşuyordu. Sonra izini kaybettim. Zaman geçti, 2000’li yıllarda Milano’da bir Powergen konferansına katıldım, kaldığım otelin kahvaltı salonunda bir genç Amerikalı mühendis ile tanıştım, mükemmel Türkçe biliyordu. Sohbet koyulaşınca bizim Amerikalının Türk eşinden doğma oğlu olduğu ortaya çıktı. Tarsus Amerikan lisesinden sonra Boğaziçi üniversitesi Makina mühendisliği bölümünü bitirmiş, Amerika’da babasının ailesinin eyaletinde lisans üstü eğitim almış, bir Amerikan enerji şirketinde çalışıyordu, babası yaşlanmış, Türkiye dışına çıkış yasağı bitmiş ama Mersin’i bırakmamış. Geriye bakıyorum, inanılmaz tesadüflerin insanları bir araya getirdiği, enteresan bir dünyada yaşıyoruz. 4x25 Mwe Mersin termik santrali eskidi, yaşlandı, özelleşti, satıldı, hurda olarak söküldü, yerine yeni bir yatırım yapılacak. Bakalım ne yapılacak. Istanbul, 17 Kasım 2022

Sunday, November 06, 2022

Termik santrallerde tarım

Termik santrallerde tarım Bugünlerde sadece KalecikKarası üzümlerinden yapılmış ve 2-3 yıl dinlendirilmiş kırmızı şaraplardan içiyorum. Günde bir yarım bardak, bazan tam bir bardak. KalecikKarası üzümlerini başka yerlerde de yetiştiriyorlar. Kapadokya'da, Trakya Mürefte'de, Denizli'de, hatta Alaçatı'da. Ancak olmuyor. KalecikKarası üzümü sadece Ankara Kalecik'te tam oluyor. Diğerleri bence benim damak tadıma uygun değil. Kalecik Karası büyük çekirdekli, yoğun bir kırmızı üzüm. Nesli Yokolmaya yakın tekrar bulundu, Kalecik’te yetiştirildi, harika ürün vermeye başladı.  AlaÇatı'da neden hep yabancı üzüm yetiştirilir? Varsa yoksa Cabarnet Savignion, Muscat, Shiraz, Chardoney.  Ege bölgesinin kendi üzümü yokmu? Çalkarası, Sultaniye? Ben yurtiçinde sadece yerli üzümden yapılmış şarap içerim. Boğazkere, Öküzgözü, KalecikKarası favori üzümlerim. Düzgün imalatçıdan kalite kontrol yapılmış ürünleri alırım. Soğutulma sıcaklığına dikkat ederim. Yurtdışında ise bulunduğum bölgenin şarabını tercih ederim.   Size termik santrallerdeki tarım ürünlerinden, özellikle üzüm üretiminden bahsetmek istiyorum.  "Quelle alaka?" dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ancak o kadar alakasız değil.  Termik santrallerde, bacagazındaki uçucu külleri (Fly-Ash) büyük "ElectroStatic Precipitator (ESP)" diye adlandırdığımız toz tutucu filtrelerle tutarız. FlueGas Desulphurization (FGD)- BacaGazı Kükürtsüzleştime tesisleri ile havaya kükürt kaçmasını engelleriz. BuharKazanı altından cüruf (Bottom Ash) toplarız. Sonra bütün bunları pompalanan suya karıştırır, Kül Barajına göndeririz.   Kül barajı çoğunlukla yakınlarda kullanılmayan, tarım yapılmayan bir derin vadi olur. Burada vadi zeminini izole ederiz. Külde çok miktarda zehirli madde, radyoaktif atık vardır. Zemin izolesi çok ciddi bir iştir. Sonra içini su ile doldururuz, sonra buraya, kül ve curufu, su ile pompalarız.  Bacadan toplanan zararsız nötr uçucu kül çok iyi bir çimento dolgu maddesidir, siloda toplanır, çimento fabrikalarına ton başına 18-20 US Dolar fiyatla satılır. Kalan kül- cüruf- kükürt  kül barajında birikir, 15-20 yılda kül barajı dolar, üstüne 1-2 metre tarım toprağı örteriz. Sonra üstünde tarım yaparız. Bazı işletmeler bu toprağa sadece çam ağacı dikerler. Bazı işletmeler burda tarım yapmayı daha keyifli hale getirmek için yöresel bitkiler yetiştirir.  İyi kalite şaraplık üzüm için bol güneş gören/ yamaç eğimli/ doğal volkanik kül alanları kullanılır.  Dolu kül barajı alanları üstünde iyi kalite üzüm yetiştirmek mümkündür. Aynı alanlar zeytin yetiştirmek için de idealdir. Soma termik santrali eski kül barajı yerinde artık zeytin yetiştiriliyor. Harika sızma, rafine virgin zeytinyağı üretiyorlar. Kül içinde zehirli madde olasılığı varsa, oraya Çam ağacı dikiliyor. Elbistan'da çam ağaçları var. Orhaneli termik santralinde de çam var. Adana bölgesinde bir ithal kömür santrali ise Cabarnet Savignion üzüm bağları yetiştirmiş. Daha henüz başlangıç aşamasında. İlk ürünleri geçtiğimiz dönem tattık, potansiyel var, ilerde daha iyi olacak. Kangal santrali dolu kül barajı üstünde Boğazkere, Elbistan- Tufanbeyli kül barajları üstünde Öküzgözü, Çayırhan'da KalecikKarası yetiştirilebilir. Çok da güzel olur. Yatağan- Kemerköy- Yeniköy için zeytin ağacı dikmek lazım. Çan Çanakkale hatta Soma için Ege bölgesi üzümleri PapazKarası, KaraLahna, Çavuş, Kuntra, Çalkarası, Sultaniye düşünmek lazım Termik santrallerinde bugüne kadar doğru tasarım yapılmadı, doğru çalıştırılmadı, filtreler küçüktü, bacagazı kükürtsüzleştirme tesisleri yoktu, kül barajları yoktu. Bu tasarım işleri yabancılara bırakılmaz, bu işler  kontrol altına girmeli. Kamu özel çoğu yerde kendi işlettiği termik santralleri iyi kontrol edemiyor, çevre ekipmanları için gerekli rehab harcaması yapamıyor, çoğu yerde görmemezlikten gelebiliyor. Termik santralleri kontrol etmek sadece kamu kuruluşlarının işi değildir. Tüm STK'lar görevlidir. Durumdan vazife çıkarmak zorundadırlar.  Gerektiği yerde seslerini yükseltmek, her türlü legal platformda konuyu kontrol etmek zorundadırlar. Sonunda kullanılan su, alınan nefes, hava, toprak, deniz hepimizin. Termik santraller en iyi/ en kolay mevcut kömür yatakları yanına, mevcut termik santral yanına yapılır. Termik santralin mevcut tarım/ orman arazisine, Sit alanına, turizm bölgelerine yapılması doğru değildir. Kül barajı dolar, üstüne asma fidanları dikilir, üzüm olur, bağ olur, şarap olur, zeytin dikilir, zeytinyağı olur. Soma, Kangal, Afşin-B eski ancak tasarımı çok iyi birer santrallerdir. İzmir'li Manisa'lı Egeli olarak, kafa yoralım, biraraya gelelim, finansman bulalım, kendi bölgemizdeki  termik santrallerin işletme hakkını satın alalım, filtreleri büyütelim, kükürtsüzleştime tesisleri ekleyelim, enstrumantasyon ve kontrol cihazlarını yenileyelim, daha iyi çalıştıralım. Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

Babalar

Babalar ölünce çocuklar çabuk büyür. Babamın babası (dedem) Mülazımı Sani (üsteğmen) Abdullah bey 1890 yılında Eğirdir’de doğmuş, ısparta rüştiyesini (ortaokulunu) bitirdikten sonra 15-16 yaşlarında orduya katılmış, Arabistan’da Hicaz’da Filistin’de savaşmış, mütareke döneminde Üsküdar jandarma karakol komutanlığı yapmış, sonra istiklal savaşında Sakarya’da kasığından mermi yarası almış, 1922’de izmir’e giren suvariler arasındaymış. Muharip gazi olarak İstiklal madalyası almış, Keçiborlu jandarma komutanı iken talihsiz bir olaya karışıp askerlikten ayrılmak zorunda kalmış. Daha sonraki hayatı savaş stresini (pwts) gidermek için sığındığı alkol bağımlılığı ile geçmiş. Arab ülkelerinde öğrendiği günlük Arapça ile çevrede cerre çıkmış, yakın köylerde gezici hocalık imamlık yapmış. Eğirdir’de 1944 yılında alkole bağlı hastalıktan hayata veda etmiş. Babaannemin babası Rafi bey, 1913 Balkan savaşında Edirne siperlerinde genç yaşta şehit olmuş. Babaannem, doğarken annesini kaybetmiş, Rafi beyin kaybı ile hayatta yapayanlız kalmış. Rafi beyin ikinci eşi İnci hala, genç babaannemi kardeşi Abdullah beyle evlendirmiş. Babaannem Hacı Zeynep hanımın tüm ömrü halı tezgahında karın tokluğuna halı dokuyarak geçmiş. 1880’ler doğumlu Annemin babası (dedem) Abdülkadir bey, istanbul Aksaray mahkemesi katibi imiş. 1930e’larda kalp krizinden hayata veda etmiş. Babam ismail bey babasız parasız korunaksız zor şartlarda okumuş, Antalya lisesinden sonra en ucuz posta treni biletini zor denkleştirip Ankara’ya gelmiş, o yıılarda yeni açılan Ankara Hukuk fakültesine parasız yatılı girip, başarı ile bitirmiş, daha sonra yargıç olmuş. Üniversite yıllarında yazdığı romantik tonlu günlükler, halamoğlu kuzen tarafından ödünç alınıp geri verilmeyince son yıllarda yeniden anılarını yazdı, kendisinin daha güncel gerçekçi ve olgunluk anlatımı oldu. Hafızamı zorluyorum, fark ettim dedelerim hakkında ne kadar az şey biliyorum. Geçmişi hatırlamak istemediler, zor günleri zor zamanları unutmak istediler. Bize zor acılı zamanları anlatmadılar. Dedelerim kısa yaşadılar, erken yaşlarda öldüler, geride bıraktıkları dul eşleri ve yetim çocukları zor zamanlar yaşadılar, Babalar ölünce çocuklar çabuk büyüdüler. Bu coğrafyanın kaderiydi, kötü idarenin sonuçlarına katlanmak zorunda kaldılar. Annem babam erken cumhuriyet Türkiye’sinin çocuklarıydı, babalarını erken kaybettiler, yeni kurulan cumhuriyet onlara babalık yaptı, çok çalıştılar, çocukları için herşeyin en iyisini istediler ellerinden gelen herşeyi çocuklarına verdiler. Onlara çok şey borçluyuz. Ankara 25 Ekim 2022 Haluk Direskeneli, 1973 yılında ODTÜ Makina Mühendisliği`ni bitirdi. Mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD-Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalıştı. Bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık yaptı. Makina Mühendisleri Odası ve ODTÜ Mezunları Derneği`nin enerji komisyonları üyesidir.

Vandalizm

Dünya mirası eserlere vandal eylemler nasıl önlenmeli? Birkaç hafta önce Ataşehir Meriç caddesinde yürüyüşe çıktım. Tek yönlü araç trafiği olan uzun bir cadde, boydan boya gidiş dönüş yaklaşık toplan altı km tutuyor, günlük onbin adım hedefini tutturuyorum. Yolda Ataşehir ilkokulu bahçe dış duvarında resimler var. Her sanatçıya 3-4 metre eninde yer vermişler yükseklik iki metre. Ressamlar buraya yağlı boya resimler yapmışlar. Bazıları özgün kendilerinin seçtikleri konularda. İstanbul manzarası, kadın hakları (örselenmiş çocuk gelin), köy manzarası , siyah takım elbiseli Atatürk kara tahta başında, askeri üniformalı Atatürk at üstünde hemen akla gelenler. Van Gogh ayçiçek resmi kopyaları, değişik başka kopya resimler var. Geçerken baktım bir genç kız ressam bir mat üstünde yere oturmuş, kendine ayrılan beyaz duvar üstüne yeni bir resim yapıyordu. Hiper realist bir konu seçmiş. Büyük boy bal petekleri üstünde yine büyük boy arılar resmediliyordu. Çok beğendim, tebrik ettim. Resim herhalde birkaç güne kadar biter. Sonra yağmur çamur etkisinde kalacak, gelen geçen dokunacak , zamanla yıpranacak. Odtü kütüphanesi alt kapı çıkışında iç mekan sağ. Esol duvarda birerYalçın Gökçebağ yağlı boya resimleri vardır. Sanatçı kimbilir ne zaman bu resimleri oraya yapmış. Zaman içinde resimler yıprandı. Odtü yönetimi bu resimler korunsun diyeüstlerine plexiglas koruma yaptı çok iyi oldu. Yolunuz geçerse mutlaka görün. Bir tarafta yaz, diğerinde kış manzarası var. Leonardo Davinci, 1496-1498 yılları arasında Milano Santa Maria Della Gracia kilisesi iç mekanında “isa’nın son yemeği” isimli duvar resmini yapmış. İsa ve oniki havarisi bu resimde anlarılıyor. Resmi görmek için internet üstünden randevualıyorsunuz, kili başına internet üstünden 15€ (2015 fiyatı) ödüyorsunuz, size ayrılan zamanda onbeş dakika başka insanlarla beraber elli kililik guruplar içinde kiliseye giriyorsunuz. Mekanda bir duvarda meşhur resim var, diğerduvarda başka birressamın başka bir resmi bulunuyor. Duvar resmi olduğu için taşınmasına imkan yok. Taşıma yerine mekan müze olmuş. 1498 yılından 1812 yılına kadar resim kilise içinde ibadet yerinde kalmış. Napolyon askerleri gelip Milano’yu işgal edince burayı kışla yapmışlar, duvarın arkası suvari atlarının ahırı olmuş. Geçiş için resmin altına kapı açmışlar. Zaman geçmiş, Napolyon askerleri gitmiş, kapı kapatılmış. Resim tekrar korunmuş. Bugünresmeikimetreden fala yaklaşmaya imkan yok, arada engel duvar var. Zaten çok sıkı elektronik korumalı bir güvenlikten geçip içeri giriyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde yaşları küçük iki gençkız aktivist, Londra National Gallery içinde Van Gogh’a ait Ayçiçekleri (sun flowers) tablosu üstüne konserve domates çorbası attılar. Çevre kirlenmesi konusunda dikkat çekmek istiyorlarmış. Yaşları küçük olduğu için kefaletle serbest bırakıldılar. Müze yetkilileri önceden önlem almışlar, böyle kıymetli tabloların üstünde plastik saydam hafif koruma filmi varmış, resme birşey olmamış. Silmişler ve altı saat sonra tekrar izlemeye açılmış. Bu olayında unulacak bir tarafı yok. Çevre konusunda duyarlılık için başka tavırlar anlatımlar yapılmalı derim. Paris Louvre müzesinde Laonardo Davinci’nin “Mona Lisa” resmine iki metreden daha yakın yaklaşmaya imkan yok. Resmin iki tarafında silahlı korumalar ve resim üstünde kırılmaz cam güvenlik önlemi var. Amsterdam Van Gogh, Moskova Tretiakov , Madris Prada, Roma Vatikan, Floransa Uffizi, New York Metropolitan müzelerinin resim koleksiyonları çok güzel. Gidince mutlaka gezmek lazım Ankara resim heykel müzesinde çok sayıda değerli yağlı boya resim var. En sevdiğim ressamlar Osman Hamdi, Yalçın Gökçebağ, Nedim Günsür resimleri orda. En sevdiğim resim Nurettin Ergüven tarafından yapılmış Ankara kale manzarası. Rahmetli babam, Nurettin Ergüven’nin boğaz köprüsü yapılmadan önceki halini resmeden “ortaköy” yağlı boya tablosunu sanatçının kendisinden atölyede satın almış, eve kendisi taşımıştı. Yanında bir de “gece tam dolunay zamanı köy yeri cami” resmi almıştık. Ortaköy resmi kimbilir şimdi nerde? Diğer resim duruyor. Büyükada’nın köşklerinde kimbilir ne eserler vardır? “İlbar Ahmet Veli” isimli ressamın “Büyükada saat meydanı” resmi, çarşı girişinde fıçı birahanesi duvarında açık mekanda asılı duruyor. Değerinin bilinip iç korunaklı mekana alınması gerek. Ressam Tiraje Dikmen’in evi müze olarak kullanılabilirdi. Ticari bir Cafe bile olsa duvarlarında Büyükada resimlerini sergilemek mümkün olabilir. Dünya mirası eserlerin korunması lazım, saçma çevreci protesto eylemleri için hedef olmamalılar. Ciddi caydırıcı önlemler almak lazım. Londra National Gallery ‘deki vandal eylemi herkes için uyarıcı olmalı, önleyici ciddi caydırıcı tedbirler alınmalı. Büyükada Kadıyoran 4 Kasım 2022

Saturday, September 24, 2022

Copy Paste

Copy Paste (kopyala yapıştır) her zaman olmaz Bundan yıllar önce Marmara denizi kuzey kıyılarında LNG terminalinin yanında Batı Rus doğazgaz boru hattına yakın bir yerde 478 MWe gücünde bir kombine çevrim santralini yapımına giriştik. Yerli ortak her zaman olduğu gibi inşaat, saha montajı ve basınçsız basit çelik konstrüksiyon imalatı kapsamını yüklenmişti. Yabancı ABD ‘li ortak işin mühendisliğini, fizibilitesini, tasarımını, gaz türbini, buhar türbini tedarikini, atık ısı kazanı tasarımını yapıyordu. ABD’li tanınmış mühendislik firması yeni santral için bir yerleşim planı gönderdi. Daha önce başka bir yerde yapılmış santralin yerleşim planıydı. Antet bloğunu değiştirip göndermişler. Biz de bu planı gerçek topoğrafya üstüne yerleştirdik, iş başladı. Ancak bizim topoğrafya düz bir alan değildi. Su depolama tanklarının bulunduğu yer bir tepe üstünde idi. İş bittiğinde deniz suyu yukarı pompalanıyor, sonra soğutma işleminden sonra denize dökülüyordu. Bu yukarı çıkma işlemi yüzünden santral su pompalarının kullanımı yüzünden fazladan 2-MW iç ihtiyaç elektrik kaybediyordu. Halbuki yanda benzer başka bir proje denize daha uzak geride olmasına rağmen bu kayba uğramıyordu. Bugün olsa bu yanlışı yaparmıyız ? Hayır bugün önümüze böyle bir hazır proje gelse yapmayız. Artık yetişmiş tecrübeli mühendislerimiz, güçlü bilgisayarlarımız, tüm güvenilir mühendislik firmalarının kullandıkları yazılımlarımız var. Kendi mühendislik tasarım işlerimizi artık tümüyle kendimiz yapabiliyoruz. Benzer bir durum bugünlerde nükleer santrali için gündeme geldi. 50- yıl önce çok soğuk kuzey ülkesi körfezinde kurulmuş bir nükleer santralinin yerleşimi bire bir ekipmanlar dahil bizim projede uygulanmış. İnsan ister istemez önceki projelerde yaşananları hatırlıyor. Umarız ilerde bir uyumsuzluk olmaz, Yabancıların projelerinde benzer durumlar maalesef çok olur. Proje temel tasarım masraflarından kaçmak için eski bir proje aynen alınır, uygulanır, ama olmaz, kopyala- yapıştır uygulaması çalışmaz. Bizdeki artık ekonomik ömrünü doldurmuş aluminyum fabrikası, yaşlanmış demir çelik tesisleri, süresi bitmiş termik santrali yapımlarında uzak coğrafyalardaki eşdeğer projelerin yerleşim planları kullanıldı. Bu işletmeler çalıştı, ama zor çalıştı. Oralardaki dondurucu kış, yakıcı yaz aylarına uyumlu projeler bizim coğrafyada sıkıntı yarattı. Proje mühendislik saha montajı anahtar teslimi işleri kendimiz yapmalıyız. Kontrol bizde olmalı. İç piyasada daralma nedeniyle tecrübeli mühendislik müteahhitlik firmalarımız kendilerine yurtdışı projeler aradılar buldular. Artık temel ve detay tasarım mühendislik dahil, özel ekipman dışalımı yapabiliyoruz, inşaat, saha montajı anahtar teslimi işler yapabiliyoruz. Para anahtar teslimi iş yaparak kazanılır. Büyükada 18 Eylül 2022

Thursday, September 15, 2022

Doğal gaz

“Frugal woman” tutumlu kadın- Milkmaid Hollandalı ressam Johannes Vermeer (1632-1675 Delph) tarafından yapılmış bu resim “The Milkmaid” bizim mutfakta asılı duruyor. Orijinalinin bulunduğu Amsterdam Müzesinin satış dükkanından kopya baskı almıştım, Kolları kaslı güçlü kuvvetli Ahçı kadın sütü ziyan etmeden kaba çok yavaş döküyor. Siz tabi aynı ressamın “inci küpeli kız” tablosunu hatırlıyorsunuz Filmi yapılmıştı. Ancak bu resim bence daha önemli Büyükada’ya kış geliyor, havalar soğudu, bizim Kadıyoran yokuşundaki küçük yazlık evde doğalgaz yok, kombi yok, kazak ile oturuyorum. Kışın daha az doğalgaz  daha az elektrik kullanmak İçin öneriler geliştirmek lazım Mesela Evlerde ortak sıcak su haftada bir -iki gün verilmeli, evlerde ortam sıcaklığı 18C tutulmalı, insanlar ev içinde  terlik yün çorap kazak giymeli Ukrayna savaşı yüzünden Rusya Avrupa’ya verdiği doğalgazı kesiyor. Bu kış soğuk geçecek. Almanya kapatılmış eski nükleer santralleri hızla açma çabasında, güneş rüzgar kaynaklarını artırıyor, bu arada tasarruf tedbirleri getiriyor Avrupa’da şimdiden gece aydınlatmaları azaltılmış, mağaza vitrin aydınlatmaları kapatılmış. Eyfel kulesi geceyarısından sonra aydınlatılmıyor. 1971 yılını İngiltere’de geçirdim, pansiyon odamda elektrikli soba vardı, akşamları ortalığın soğuğu kırılsın diye para atıp çalıştırıyorduk, gece iki battaniye altında uyuyordum , üstümüzde hep kazak hırka vardı, İngilizler savaş süresinde nasıl yaşadılar? Zaten çok tutumlu insanlardı, savaş sonrasında da devam ettiler. İngiltere Rusya’ya doğalgaz İçin bağımlı değil kendi kuzey denizi kaynakları var ama tutumluluk onlarda çok önemli bir vasıf. İngiltere’de çoğu evde ısıtma yoktur. Yalnız bulunduğun oda ısıtılır. Gece hepsi kapatılır. Bu zengin fakir tüm evlerde böyledir. Kraliçenin sarayında da böyledir. Bu yaşam farkının nedenleri araştırılmalı. Bizim Evlerde işçiler hergün bahçe sulaması yapıyorlar sonra çim biçme makinası ile tüm gün gürültü yapıyorlar hepsi enerji kaybı, çam ağaçlarını altı olduğu gibi kalsın. İstanbul’da kaba inşaatı bitmiş yüksek binalar geceleri süslü renkli ışıklarla aydınlatılıyor arabesk zevkin üst noktası , müteahhitler “param var harcıyorum, size ne oluyor” diyorlar. 1976 kışı Moskova da idim, bina duvarları çok kalın taş yapılardı, her yere metro ile gidiyorduk, her yerde merkezi ısıtma vardı, iç mekanlar sıcaktı, enerji sıkıntısı yoktu ama akılcı tasarruf vardı israf yoktu Bizim evlerde çay yapılır çaydanlık saatlerce yanan ocakta durur, bir bardak çay içer bırakırlar, ben kettle ile su kaynatırım termosta demler içerim kimse beğenmez Çalıştığım makina fabrikasında yüksek geniş uzun holler vardı, her kolonda buharlı hava vantilatörleri sıcak hava gönderirler kışın üşürdük ama  içimizde yün çamaşırlar ayağımızda kalın botlar bulunurdu, açık hollerde kışın çalışmak zordur, Avrupa ve Almanya yenilenebilir enerji konusunda başarılı adımlar attılar. Almanya bizden az güneşlenmesine rağmen çatı GES’i (güneş) çok iyi ilerletti.  Bizim durum maalesef iyice yanlış seviyesinde. Ankara’da ve Türkiye’de bu kadar güneş ışınımı varken suyumuzu ve ısınmamızı, elektriği dünyanın bir ucundan Sibirya’dan veya Cezayir’den gelen gazla üretmek çok garibime gidiyor. Çaydanlığı ocağa koyduğumda  sıcak suyu her açtığımda hep bu aklıma geliyor ve bana bizim yaptığımızın hiç akılcı olmadığını hatırlatıyor. Bundan 30- 40 yıl önceye göre güneşten elektrik ve ısınma sağlamanın maliyeti düştüğü gibi yapılabilirliği de arttı Elin Alman ‘ı bizim ne kadar çok kuzeyimizde,  buna rağmen orda havadan bakıldığında nerdeyse güneş panelsiz veya kollektörsüz çatı yok. Bu kış doğalgaz sıkıntısı çekecekmiyiz? İran kış aylarında kendi iç talebinin artması nedeniyle her yıl artık alışılan kesintisini yapacak. Bu süre 2-4 hafta olabilir. Cezayir ve Nijerya Lng gemi taşımacılığı güvenilir değildir. Doğalgaz sıkıntısı çeken Avrupa ülkelerinin kışın vereceği yüksek fiyatları karşılamak için kontratları bozup yön değiştirebilirler. Spot piyasa zaten Avrupa limanlarına döndü. Pahalı Azerbaijan gazında para ödediğimiz sürece bir sıkıntı yok. Rus gazının devamlılığı Ukrayna savaşının seyrine bağlı. Kışın doğal gaz kullanımını azaltmak zorundayız, herhalde zaten azalacak. Bizim acilen akıllı bir enerji  tasarruf politikasına ihtiyacımız var. 40 sene önce doğalgaz Ankara’nın kirli havası için kurtarıcı olmuştu. Ama artık doğal gaz konusunda daha rasyonel olunmalı diye düşünüyorum. Büyükada 13 Eylül 2022 —-

Monday, August 15, 2022

Otomobil kullanımı

Otomobillerinize iyi bakın Bundan yıllar yıllar önce istanbulda yerli yabancı ortak girişim şirketinde çalışıyorum. Üst yönetimde genel müdür ve yardımcılarına her üç yılda değişmeli kiralık otomobil veriyorlar. Ev- iş arasında, Ankara ve termik santral gezilerinde kullanıyoruz. Bir gün o sıralar özelleştirme kapsamında olan Soma termik santraline gitmem lazım. Santral misafirhanesinde geceledim, ertesi sabah saha mühendisi ile benim arabada Deniş kömür sahasına gittik. Yolda benim kiralık arabayı çok dikkatli ve yavaş sürüyorum. Yol toprak stabilize, eksoz bozulmasın, aks kırılmasın, araba zarar görmesin istiyorum. Santralde çalışan saha mühendisi arkadaşım duruma hayret etti, sordu “Araba sizin değil kiralık, neden daha hızlı gitmiyorsunuz”. Anlattım, “Arabaya birşey olursa tamir bakım için uğraşmam zaman kaybetmem gerekecek, gideceğimiz yol en fazla yarım saat çeker, bizim için hızlı gidip 10 dakika erken varmamızın bir anlamı yok”. Açıklamam herhalde yeteri kadar ikna edici olmadı. Ertesi gün santralin verdiği bir Renault station ile aynı yolu geçtik, bu defa aynı saha mühendisi arkadaşım arabayı sürdü, tahmin ettiğiniz gibi çok hızlı sürdü, arabanın amortisörleri patlaktı, ben de kendimi yol boyunca pek rahatsız hissettim. Bir yakın zamanda Soma Eynez kömür sahasında şantiyeye gittik. Otoparkta 30’a yakın 4-çeker SUV jeep vardı, atabalar sert dikkatsiz kullanımdan çok çabuk yıpranmışlardı. Beni Edremit hava limanından alan ve geri götüren, sahayı gezdiren şöför sanki araba ile kavga ediyordu. Büyükada’ya elektrikli taksiler küçük otobüsler geldi. Zaman geçti, elektrikli arabaların rahat kullanıma alıştık, fayton dönemini unuttuk. Gerekli elektrik enerjisi için adalara yeni su altı kablolar çekildi, kapasite yükseltilmesi yapıldı. Elektrikli arabalar İBB için çok iyi gelir kaynağı oldular. Ancak zaman içinde erkek şöförler arabaları çok sert kullanmaya başladılar. Olmadık dik yokuşları inip çıkıyorlar, hızlı kullanıyorlar, hızla yıpratıyorlardı. Kadın şöförler daha dikkatli güvenilir kullanmaya devam ettiler. Ancak geçenlerde iki kaza meydana geldi. Birinde Büyükada Çarkıfelek caddesinde taksinin aksı kırıldı, devrildi, kadın şöförün kaburgaları kırıldı. Tepeköy parkuru benim üst Kadıyoran mekanım. Erkek şöförlerin sanki çok marifetmiş gibi, sert ve hızlı gittiklerini çok iyi biliyorum. Bu kaza anlık bir hata yüzünden oluşmadı. Zaman içinde kötü kullanım yüzünden biriken yıpranma sonucu meydana geldi. Kadın şöförün elektrikli arabayı çok dikkatli ve yavaş kullandığından eminim. Çoğu Erkek şöförlerin dikkatli kullandıklarını söyleyemeyeceğim. YHT ile Ankara’dan İstanbul’a geliyorum. Bostancı’da iniyorum. Tren istasyonu arkasındaki taksi durağına gidiyorum. Taksiye biniyorum. Eğer arabanın sahibi şöföre rastlamış isem, araba çok rahat oluyor. Amortisörler sağlam. Yolu makul hızla alıyoruz. Eğer gündelikçi çalışan bir şöföre rastladıysam, araba ı. Her tarafı içi dışı pistir, arabanın her tarafından ses gelir. Amortisöler patlaktır. Klima çalışmaz. Arabanın sahibi günde 200-300 lira alır, tamir bakım benzin masrafları gündelikçiye aittir. Gündelikçi şöför az kazanmanın hırsını arabaya bakım yapmayarak alır. Selektör yakan yol isteyen Şehirlerarası otobüsleri kullanan şöförlerin profesyonel kullanımlarına hayranım. Arabalarını çok rahat dikkatli ve güzel kullanıyorlar. Öte yandan şehir içinde marketlere mal getirip götüren şirket arabalarının şöförlerinin kullanımları çok kötü. Ben kendi arabamı dikkatli kullanmaya çalışırım. Hız kesme kasislerinde yavaşlarım, rögar kapaklarına çukurlara dikkat ederim. Arkamdan hızla gelen , yol isteyenlere , çakarlı arabalara hemen yol veririm. Makas atanlara bulaşmam, ani manevra yapmam, geçip gitsinler. Özellikle 34 plakalı kiralık arabalardan kaçarım. Ambulans geliyorsa en sağa yanaşırım, arkasına takılmam. Almanya’da sürücülerin kullandıkları arabala gösterdikleri özene dikkate hayranım. Kendi arabası olsun olmasın, sürücüler hareketli araçları kullanırken çok dikkat ederler. Fabrikalarda tezgahları vardiya sonu tertemiz yapıp bırakmak bir kuraldır. Makinalar biz onları ne kadar dikkatli kullanırsak o kadar iyi çalışırlar, o kadar iyi randıman verirler. Kiralık araba , şirket arabası diyerek onları hor kullanmak, kötü kullanmak doğru değildir. Patlak amortisörle araba sürmenin hiç bir keyfi yoktur. Ankara 15 Ağustos 2022

Tuesday, July 26, 2022

Tercüme

Diplomatik simultane tercümenin incelikleri Odtü makina bitti. Onbir yıl bir kamu makina üretim fabrikasında mühendislik yaptım. Bu sürede fabrikayı çok sayıda yabancı heyetler ziyaret ettiler. İmalat için fiyat istediler. Toplantı odasında birkaç saatlik toplantılar yaptık. Toplantılarda görüşmelerde simultane tercüme yaptım. Teklif mektuplarını yazdım, ingilizce türkçe hazırlayıp imzalattım, kamu kurumunun imkanları sınırları içinde kontrat imzaladık, sipariş aldık, imalat yaptık, teslim ettik. Parasını tahsil ettik. Sonra yabancı Amerikan ortak girişim şirketleri için çalıştım, yine alıcı ve satıcılar ile görüşmeler toplantılar yaptık. Bu defa yabancı genel müdürün simultane teknik tercümanlığını yaptım. Sayfalar dolusu kontrat evrakı inceledik, ingilizce teklif dökümanları mektupları hazırladık. İş sadece çeviri ise göreceli kolaydır. Zorlanırsanız sözlük kullanırsınız. Bugünlerde “google translate” kullanılıyor. Ancak yapılacak iş anlık ayak üstü hızlı doğaçlama simultane tercüme işi ise saniye kaybetme hakkınız, kelime atlama lüksünüz yoktur. Sözlü hızlı ayaküstü anlık simultane tercüme çok zordur. İşiniz bittiğinde kafanızda hafızanızda hiçbirşey kalmaz. Konuşulanların çoğunu hiç hatırlamazsınız, eğer oturma ve not alma lüksünüz imkanınız varsa, konuşulanları ana başlıklar halinde not alırsınız, sonra araları boşlukları doldurursunuz. Bir de sizden toplantı notu “minutes of meeting” yazmanızı ve toplantıya katılanlara uygunluğunun teyidi için dağıtmanızı isterler. Özellikle Amerikan şirketlerinde yazılı toplantı notları çok önemlidir. Öncesinde gizlilik anlaşmaları imzalanır, toplantıya katılanların özgeçmişleri karşılıklı gönderilir. Toplantı öncesi gündem paylaşılır. Yazılı dökümanlar üstünde önceden anlaşılır. Çeviri kendi içinde diplomatik bir çabadır. Yazılı döküman çevirenin işi ile, simultane tercümanın işi birbirinden çok farklıdır. Çevirmenler tek başlarına çalışırlar, beyaz boş bir kağıt ve bir yazılı metinle karşı karşıyadırlar. İkinci yazar olarak, orijinal metin yazarının yazma becerilerini anlayarak hatta nerdeyse yazıyı başka bir dilde yeniden yazarak, muhtemelen yazarın üslubunu ve ifadesini daha iyi kavramak için yazarın diğer eserlerine atıfta bulunarak metni yeniden yaratırlar. Tercümanın işi tek başına bir iş değildir. Tercüman doğrudan bir hatiple bir üst yetkili bir karar verici ile çalışır; muhtemelen konu açıldıkça metnini detaylandırır, düşüncelerini yeniden detaylandırmaya veya yeniden ifade etmeye zaman ayırmadan doğrudan ifade eder. Tercüman aynı zamanda, hem kendisini hem de konuşmacıyı aynı anda dinleyen bir halkla, dinleyici salonla doğrudan çalışır. Bu nedenle tercümanın çalışması farklı bir dinamik gerektirir. Yazılı Çeviri, basit bir cümleden, bir broşüre, geçmişin bir el yazmasına, bir konuşmaya kadar değişebilir. Tüm çevirmenler, prestijli bir kitabın ön sayfasında yazarın adı altında isimlerinin basılmasını isterler. Simultane Tercümanlar aynı şeyi isteyemezler, ancak çevirmeleri istenen konferansların kalitesi ve önemi ile değerlerini değerlendirebilirler. Tercümanlar bukalemunlardır, tartışılan konuya kendilerini ödünç vermeleri ve kendilerini genel dekorla harmanlamaları gerekir. Konular kozmetikten arkeolojiye, tıp biliminden otomobil detaylarına, eğitim seminerlerinden bakanlık toplantılarına kadar değişebilir. Bazı tercümanlar, belirli bir alanın dil özelliklerini yönetebilmek için belirli alanlarda uzmanlaşmayı seçerler. İki ana çeviri türü vardır: simultane ve yorumlama. Yorumlama tercüme daha çok sentezleme yeteneğine dayanır; tercümanın ne söylendiğini hatırlaması ve bir tartışmada öne çıkan önemli noktaları özetleme yeteneğine sahip olması gerekir. Simultane tercüman daha heyecanlı daha adrenalin odaklıdır. Bu tür çeviri, hızlı refleksler, yoğun konsantrasyon ve ele alınan konu hakkında iyi bir çalışma bilgisi gerektirir. Ayrıca, tercümanlar sadece çalıştıkları dillere hakim olmakla kalmamalı, aynı zamanda bir kelimeyi veya ifadeyi telaffuz edildiği anda çağrıştırabilmelidir. Tereddüt etmeyi göze alamazlar. Simultane tercümenin farklı tarzları vardır. Bazı tercümanlar bir konuşmacıyı dinler ve sonra, aralıklarla, çok fazla ayrıntıya girmeden özetleyerek, söylenenlerin genel yönünü aktarırken, diğerleri konuşmacının söylediklerini tamamen yeniden formüle etmeye kadar gider. Diğer tercümanlar konuşmacıyı daha yakından kelime kelime takip etmeyi tercih ederler ve sadece üsluba değil aynı zamanda üsluba da saygı duyarak ve jestleri sesle ifade ederek konuşmayı mümkün olduğunca sadık bir şekilde çevirmeye çalışırlar. Mesajı tıpkı konuşmacının amaçladığı gibi iletmek istediğimizi düşündüğümüzden ikinci yaklaşımı benimsiyoruz. Ancak bu yöntem, bazı acil soruları gündeme getiriyor. Öfke, mizah, hakaret, güven nasıl tercüme edilir? Bir sansür mü yapalım? biri gelir sonra düzeltir mi? Hangi yöntem benimsenirse benimsensin, her tercüman konuşulan anahtar kelimelere odaklanmalıdır. Sürdürülebilir kalkınma, küreselleşme, ağ oluşturma, çerçeve, hukuk hakkı, düzenleyici kurumlar gibi kelimeleri duymadan hiç bir konferansa katıldınız mı? Bunlar diplomasinin anahtar kelimeleridir. Bunlara her zaman kısaltmalar eşlik eder. Genel olarak, bu tür bir kelime, konuşmacının argümantasyonunun temelini oluşturur. Onları kaçırırsanız, konuşmacının yapmaya çalıştığı noktayı kaçırmış olursunuz ve sonuç olarak, kafa karışıklığı hayaleti büyür. Dinleyiciler arasında insanların kaşlarını çatarak, yüzünü buruşturarak, kulaklıklarını çıkararak, tercüman kabinlerine dönüp bakarak ve bazen de tercümanların otomat olmadığını anlayarak çeviri yapılabilir mi? Tercümanın tekniği, konuşmayı aktarırken anahtar kelimeleri belirlemek ve söylemi bir anahtar kelimeden diğerine bağlamaktır. Anahtar kelimeler, genel temayı en iyi nasıl çevireceğine odaklanırken, tercümanın söylenenleri hatırlamasına yardımcı olur. Sonuç olarak, tercüman anahtar kelimelere ve bunlarla ilişkili anlamlara ne kadar aşina olursa, güveni o kadar artar ve bu, konuşmanın yapılma biçiminde hemen hissedilebilir. Anahtar kelimeler açıkça bir alandan diğerine değişir. Diplomasi gibi aynı alanda bile, farklı konular veya durumlar için farklı anahtar kelimeler vardır. Peki, tercümanlar bu kelimeleri anahtar kelimeler olarak nasıl tanıyacak ve kendilerini bu kelimelerin temsil ettiği genel çerçeveye nasıl alıştıracaklar? Aktaracaklar? Genellikle, bu ifadeler bir konferansta sık sık ortaya çıkar. Ancak bir tercüman önceden başka bilgi kaynaklarını araştırmalıdır. Diplomatik alanda çalışan bir tercümanın dünyadaki siyasi, sosyal ve kültürel olayları yakından takip etmesi önemlidir. Bunlara yönelik kaynaklar, yerli ve yabancı gazeteler, güncel olaylarla ilgili dergiler, haber yayınları ile çok iyi bir tarih ve coğrafya bilgisini içerebilir. Tercümanın tartışılan konulara daha iyi odaklanmasına yardımcı olacağından, konferansın kendisinden yedek materyale sahip olmak önemlidir. Konferansı daha iyi tahmin etmek ve kelime, ifade ve genel tutumlardaki olası sorunları önlemek için birkaç gün önceden yapılacak konuşmaların olması esastır. Örneğin sıcak bir konu, Ukrayna savaşı, Nato, G7, G20 zirvesi konuşulacaksa, kıvılcımların uçuşabileceğini bilmekte fayda var. Ancak anahtar kelimeler statik değildir. Siyasi olaylar ve gelişmelerle birlikte gelişirler. Günümüzde, süper güçler, kutuplaşma, bloklar gibi eski sloganları pek duymuyoruz, ancak etnik temizlik, kara para aklama, serbest ticaret bölgesi gibi diğer kelimeler konferanslarda pratik olarak yaygın bir kullanım haline gelmiştir. Bu tür terimlerin kökenlerini ve tarihsel ve sosyal çağrışımlarını bilmek, tartışmayı yerleştirmeye yardımcı olur ve yanlış telaffuz, ağır aksan veya bazen kelimenin yanlış kullanımıyla yanlış anlaşılmaktan kaçınmaya yardımcı olur. Örneğin Polonya'nın AB'ye katılmasıyla ilgili tartışmalar sürerken, bir Fransız konuşmacının "polonez" yerine "polinezyen" demesi tercümede sadece ülkeyi değil kıtayı bile değiştirdi. Bununla birlikte, sayfalarca kelime ve gerçekleri ezbere öğrenmek ve sonra kendini tutarsız bir teslimatı dinlerken bulmak ne işe yarar? Tutarsızlığı ne belirler? Ana sorunlardan biri aksanlar ve telaffuzlardır. Ana dili İngilizce olan birinin bile yoğun bir bölgesel aksanı olabilir. Ana dili İngilizce olmayan kişiler, özellikle bir yuvarlak masa tartışması veya bir çalıştay sırasında ağzından çıkanı konuştuklarında, genellikle yalnızca aksanla değil, aynı zamanda cümle yapısıyla da sorunlar yaşarlar. Cümle yapısı bir dilden diğerine değişir ve tercümanı duraklamaya zorlar, örneğin, Fransızca ve İngilizce'de sıfatların ve isimlerin yerleri ters çevrilir, Almanca'da fiil bir cümlenin sonuna gelebilir. Bazı konuşmacılar tek bir düşünce eğilimini takip etmezler ve konuşmaları kopuktur, cümleler havada biter veya konuşmacı aniden teğet geçer ve aniden daha önce yapılan bir noktaya geri döner. Her tercümanın görevi, her şeyden önce tutarlı fikirler sunmaktır ve tercüman, orijinal bir konuşmaya tutarlılığı geri getirmeye çalışır. Bunun olması için, tercümanların söylenenlere tamamen aşina olmaları gerekir. Mikrofon korkusu, konuşmacıların mırıldanmasına ve tereddüt etmesine neden olabilir. Bunlar, her iki durumda da olduğu gibi, çok hızlı konuşan, düşünmek için neredeyse duraksayan konuşmacılar kadar verimsizdir, tercüman ne söylendiğini anlamaya çalışmakla o kadar ilgilenir ki ince ayar için yer ve zaman yoktur. Tercümanın kabusu, yazılı konuşmalarda yarışanlardır; bu, konuşmalar önceden onay aldığı için yazılı bir konuşma biçiminin tercih edildiği diplomaside çok sık görülür. Sıkı bir gündem aynı zamanda okuma telaşını da gerektirebilir ve konuşmacılar on beş dakikalık bir konuşmayı beş dakikaya sığdırmaya çalışacaklardır ki bu, özellikle rakamlar ve tarihler aktarılırsa, tercüman için ölümcül bir felakettir. Bir metni okumak, konuşmaktan farklı bir yetenek gerektirir. Genellikle yazılı kağıttan veya prompter cihazından okuyan insanlar daha hızlı konuşurlar çünkü ne söyleyeceklerini düşünmek zorunda kalmazlar. Duraklamalar farklı şekilde zamanlanır ve kelime dağarcığının ve cümle yapısının kalitesi daha resmi ve bürokratiktir. Tercümanlar metne veya en azından konuya aşina olmadıkça, yazılı bir konuşmanın ritmi çok farklı olduğundan ve tercümanın ayak uydurması çok zor olduğundan, bu tür bir konuşmayı çevirmek son derece zordur. Genellikle öğle yemeğinden hemen önce dikkat eksikliği ve hemen sonrasında uyuşukluk hissi vardır. Dışarıda parlayan güneş de meselelere yardımcı olmaz. Çalışma koşulları ne olursa olsun, tercümanlar gardlarını düşürmeyi göze alamazlar çünkü yavaşlamak, konuşmanın önemli kısımlarını dışarıda bırakma riskiyle karşı karşıya kalacakları anlamına gelir. Bununla birlikte, konuşmacının topluluk önünde konuşma deneyimi yaşadığını veya onların varlığını hesaba kattığını daha açılış cümleleriyle fark ettiklerinde, çalışmaları kolaylaşır. Bir tercüman için en büyük zevk, sadece konuşmacının fikirlerini sadık bir şekilde aktarmak değil, aynı zamanda çeviriyi dinleyiciler için daha zevkli hale getiren uygun ve zarif ifade biçimini bulmaktır. Her bir kelimenin değerinin ağırlık taşıdığı diplomaside, özellikle deyimlere, imalara, anlam nüanslarına dikkat etmek önemlidir. Bazen, tercüman, bir gerilim anında, bir yanlış anlama doğru veya yanlış olarak yanlış yorumlamaya atfedildiğinde günah keçisi görevi görür. Simultane tercümanlar, ekip halinde tercümede yorum hatalarından kaçınmaya çalışırlar. Kabinde sürekli olarak iki tercüman bulunmasını isterler, böylece biri “dinlenirken” bile, kulakları hala konferansı dinliyor olur ve ihtiyaç halinde (isimler, tarihler, rakamlar, teknik terimler, kısaltmalar, vb.) hatırlatma yapar. Tercümanlar arasındaki iyi bir uyum, daha iyi bir ruha ve dolayısıyla daha iyi bir çeviriye katkıda bulunur. Konferans düzenleyicileri ve katılımcıları ile iyi bir çalışma ilişkisi kurulursa, bu daha da geliştirilir. Tercümanlar, eskiden bir terimi doğrulamak veya bir konuşma istemek için delegelere yaklaşmaktan çekinmezlerdi. Delegeler, konuşmalarında belirli noktaları tartışmak için tercümanlara dönmekte yardım istemekte kendilerini rahat hissetmelidirler. Diplomatik konferanslarda simultane tercümanlara güven esastır. Delegeler veya ülke temsilcileri arasında ortaya çıkabilecek temel gerilimler, tercümanlara güvenilmezse daha da kötüleşebilir. Aslında, bazı büyük gerilim durumlarında, delegeler bir tercümandan geçmek yerine, gerçekten ustalaşmadıkları bir dilde kendileri konuşmayı veya tercüme etmeyi tercih ederler. Çoğu devlet başkanları tercüman olmadan birbirleri ile ingilizce konuşmayı tercih ederler. Putin ile Merkel aralarında Almanca veya Rusça konuşurlardı. Topluluk karşısında veya basın toplantılarında her lider kendi anadilinde konuşur, konuşmalarının diğer dile tercüme edilmesini bekler. Konuşmaların sesli ve yazılı kayıtları alınır. Bu nedenle, seçilen tercümanların, incelik ve becerinin önemli olduğu durumlarla başa çıkma konusunda deneyime ve kalibreye sahip olmalarını sağlamak önemlidir. Yurtdışında uzun yıllar yaşamış, yabancı dili ana dili gibi bilen bir tercümanın kendi ana dilinde konuşma zorluğu olabilir. Bu yüzden meslekten yetişmiş diplomat tercümanları uluslararası görüşmelerde götevlendirmek daha iyi ve güvenilir olur. Diplomasi sadece diplomatları ilgilendirmez ve sadece diplomatik konferansların özelliği değildir. Din, kültür, miras, satış, pazarlama gibi diğer tartışma türleri bu tür becerileri gerektirebilir. Tercümanlar, kendi rolleri olmadığı için, sansüre başvurmadan, takdir yetkisini kullanarak bir mesajı nasıl ileteceklerini bilmelidirler. Diplomaside sözlü anlık simultane çeviri yapmak ve yazılı tutanak tutmak ve bunları günü zamanı gelince yayınlamak çok önemlidir, çünkü çevirmenler bu süreçte tarihe katkılarını sunduklarını hissederler. Kurucabük Datça 26 Temmuz 2022

Sunday, July 24, 2022

Termodinamik ve Ekonomi

Termodinamik ve Ekonomi Arasındaki İlişki Nedir? - Makale Haluk Direskeneli ODTÜ Üniversitesi Makina Mühendisliği ikinci sınıftayken (1969-1970) programa çok yeni konan “sistem bilimi” dersi almıştım. Bu derste aynı disiplinde elektrik- makine ve inşaat problemlerini çözüyorduk, daha sonra bu listeye ekonomik problemlerin eklenebileceği söylendi. Amerikalı genç bir hoca bize iki sömestre ders verdi. Elektrik mühendisliği bölümü dersi dört sömestre aldılar. Aynı yıl biz makinacılar mikro ve makro ekonomi dersleri de aldık. Yıllar geçti, fizik ve ekonomi, termodinamik ve ekonomi arasındaki benzerlikler tartışıldı, çeşitli akademik tezler kapsamında birçok yerde yazıldı. “Ekonominin kendi yasaları var ve mükemmel çalışıyor” diyebilirsiniz. Ancak diplomalı akademisyen ekonomistler kendi aralarında çelişkili açıklamalar yapabiliyorlar. Kendini topluma sözde 'ekonomist' olarak sunanlar ve siyasi gücü elinde bulunduranlar, toplumsal yaşamı derinden etkileyen ve akademik çözümlerden çok farklı, hatta sorgulanabilir girişimlerde bulunabilmektedir. Google aramalarında bu konuyla ilgili birçok akademik makaleye ve popüler medya makalesine rastlıyoruz. Ancak öncelikle temel kavramların tanımlanması gerekir. Termodinamik yasalarını biliyoruz. Aynı yasaların ekonomiye uygulanmasına pek itiraz yoktur. Burada önemli olan nedir? Ekonomi alanında entalpi, entropi, ekserji kavramlarını nasıl tanımlayacağız? Ekonomiyi fizik yasalarıyla (termodinamik) açıklamak çok heyecan verici olabilir, ancak hangi ekonomik kavram hangi fiziksel kavrama eşdeğerdir? Bunların önceden belirlenmesi gerekir. Ama bu o kadar kolay değil. Termodinamik yasaları ekonomik bir ortamda nasıl çalışır? Şimdi biraz akıl yürütelim ve fizik kavramlarını ekonomik terimlerle karşılaştıralım, Ekonomik para kavramı fizikteki enerji kW-saat kavramı mıdır? Faiz gerilim (voltaj) anlamına mı geliyor? Enflasyon neye eşittir? Voltajı (yani herhalde faizi) yükseltirsek enflasyon düşer mi? Fiziksel çevre tam tersi durumda nasıl tepki verir? Enerji kW-saat ekonomideki paranın büyüklüğünü anlatır mı? Amper, ekonomide Merkez Bankası para arzı mı? Gerilim (voltaj) ekonomide neye karşılık gelir? Enflasyon kavramına eşdeğer olarak ne düşünebiliriz? Bunların hepsi kulağa çok karmaşık geliyor. Enflasyon oranı ilişkisi nasıl açıklanır? Yukarıda verilen sorulara kolay anlaşılan cevaplar yok… henüz. Belki de ekonomi ve termodinamik arasında analojiler ve analojiler yapmak için aceleye getirilmemelidir. Hızlı bir cevabı kolaylaştırmaya gelmemeliyiz. Odtü’de artık “sistem bilimi” dersi yok, ders programlarından çıkaralı epey zaman oldu, iyi dersti, farklı disiplinlerde çözümleri kolay üretebiliyorduk . Keşke ekonomi de mühendislik bilimleri kadar kolay ve öngörülebilir olabilseydi. Büyükada 24 Temmuz 2022 pazar —- Haluk Direskeneli

Saturday, July 16, 2022

Babam ve dedelerim

Babamın babası Mülazımı Sani (üsteğmen) Abdullah bey, ısparta rüştiyesini (ortaokulunu) bitirdikten sonra 15-16 yaşlarında orduya katılmış, Arabistan’da Hicaz’da Filistin’de savaşmış, mütareke döneminde Üsküdar jandarma karakol komutanlığı yapmış, sonra istiklal savaşında Sakarya’da kasığından mermi yarası almış, 1922’de izmir’e giren suvariler arasındaymış. Muharip gazi olarak İstiklal madalyası almış, Keçiborlu jandarma komutanı iken talihsiz bir olaya karışıp askerlikten ayrılmak zorunda kalmış. Daha sonraki hayatı savaş stresini (pwts) gidermek için sığındığı alkol bağımlılığı ile geçmiş. 1944 yılında hayata veda etmiş. Babaannemin babası Rafi bey, 1913 Balkan savaşında Edirne siperlerinde şehit olmuş. Babaannem, doğarken annesini kaybetmiş, Rafi beyin kaybı ile hayatta yapayanlız kalmış. Rafi beyin ikinci eşi İnce hala, genç babaannemi kardeşi Abdullah beyle evlendirmiş. Babaannemin Ömrü halı tezgahında karın tokluğuna halı dokuyarak geçmiş. Annemin babası Abdülkadir bey, istanbul Aksaray mahkemesi katibi imiş. 1930’larda kalp krizinden hayata veda etmiş. Babam ismail bey babasız parasız korunaksız zor şartlarda okumuş, Ankara Hukuk fakültesini bitirip yargıç olmuş. Üniversite yıllarında yazdığı romantik tonlugünlükler kuzen Abdullah Rüştü tarafından ödünç alınıp geri verilmeyince son yıllarda yeniden anılarını yazdı, daha güncel gerçekçi ve olgunluk anlatımı oldu. Dedelerim kısa yaşadılar, erken öldüler, geride bıraktıkları dul eşleri yetim çocukları zor zamanlar yaşadılar. Bu coğrafyanın kaderiydi, kötü idarenin sonuçlarına katlanmak zorunda kaldılar. Annem babam cumhuriyet Türkiye’sinin çocuklarıydı, babalarını erken kaybettiler, cumhuriyet onlara babalık yaptı, çok çalıştılar, çocukları için herşeyin en iyisini istediler ellerinden geleni verdiler. Onlara çok şey borçluyuz. Kurucabük Datça 16 Temmuz 2022 cumartesi

Sunday, June 12, 2022

Seyahat

Unuttuğumuz keyifler vapur ve tren Seyahatleri Istanbul’da Bostancı Büyükada veya Büyükada Kabataş arası Şehirhatları vapur seferlerinde yolculuk yapmak kadar hoşuma giden başka birşey yoktur. Arka güvertede kuytu bir tahta bankta oturursunuz, büfeden bir çay alırsınız, üstünüzde kazak veya mont sağlamdır, kafanızda bere veya şapka vardır, yanınızda eşiniz rüzgar hafif meltem eser, güneş ısıtır, çok keyifli bir zaman geçirirsiniz. Ben lisede iken ailecek Karadeniz vapuru ile istanbul Amasra arası vapur seyahati yapmıştık. Gemi o zamanlar Samsun, Ordu, Trabzon limanlarında duruyor sonra en uzak liman Hopa’ya kadar gidiyordu. Şimdi artık o vapur seferleri yok, insanlar her yere uçakla gidiyorlar. Şubat 1973 tarihinde Odtü Makina mühendisliği eğitimin bir sömestre uzatmayla bitti. İkinci sınıfta başarısız olduğum Dinamik dersini uzatma sömestirinde tekrarlamam gerekiyordu, bir sömestre fazla okudum, iyi not aldım geçtim. Babalarımızdan aldığımız sınırlı cep harclığı ile o güne kadar hiç yapmadığımız hiç bilmediğimiz bir uzun yolculuk yapmak istedik. Aynı okuldan hatta aynı AAL liseden yakın üç arkadaş trenle önce gece Ankara’dan istanbul’a gittik. Ertesi sabah Galata rıhtımından iskenderun’a giden yolcu vapurunda üçüncü mevki kamara bilet aldık. Öğleden sonra vapur rıhtımdan ayrıldı, güvertede oturduk keyifle denizi seyrettik. Herbirimizin ilerde yapacak ayrı hayalleri vardı. Akşam kamarada yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri sandviçleri yedik. Gece Çanakkale boğazını geçtik. Ege denizime çıkınca birden denizde fırtına patladı. Vapur ceviz kabuğu gibi sallanıyordu. Midesi zayıf olan yolcular güvertede kendilerine gelmeye çalışıyorlardı. Bizde sağlam giyinip güverteye çıktık. Fırtına şiddeti Beafort yediye kadar çıkmış, bu skalanın ne olduğunu bilmiyorduk burda öğrendik. Yanımızdan geçen denizciler devamlı üç şiddetinde, beş şiddetinde diyerek şifreli konuşuyorlardı. Gece geçti, fırtına bitti. İzmir limanına vardık. Gece geçirdiğimiz fırtınadan sonra İçimizden karaya çıkmak gelmedi, Kuşadasına doğru devam ettik, mayoları giyip güvertede güneşlendik. Daha sonraki gün vapur Bodrum’a geldi. Yanaşacak uygun iskele olmadığından açıkta demirledi. Deniz yolculuğu bizim için artık bitmişti. İskenderun’a devam etmeyi ismedik, bavullarımızı alıp kayıkla karaya çıktık. 1973 Şubat ayında Bodrum boştu. Bugünkü gibi popüler değildi. Merkezde uygun bir pansiyon bulduk. Yemekleri yakında bir esnaf lokantasında yiyorduk. Gün boyu sahilde yürüyüş yapıyorduk. Bizim gibi Bodrum’a gelen üniversiteli gençler vardı onlarla kıyı çay bahçelerinde beraber laflıyorduk. Hava nisbeten sıcaktı ama denize girebilme gibi bir durum yoktu. Sonra tatil bitti otobüsle Ankara’ya döndük. Her birimiz kendi yoluna gitti. Ben bir kamu fabrikasında işe girdim. Dönüp geriye baktığımda iyiki bu vapur gezisini yapmışım diyorum. Uzak limanlara uzun süreli vapur seyahati yapmayı hep istedim fırsat olmadı. Yunan adaları, Akdeniz turu, Pire Napoli Marsilya Barselona Uğramalı. Aklımdan her zaman bir Atlantik geçişini vapurla yapmak geçer. South Hampton limanından vapura bineceksin, NewYork limanına kadar üç gece ve üç gün açık denizde gideceksin, Newyork limanına girerken ellis island Hürriyet heykelini göreceksin. mutlaka lüks kamarada yolculuk yapmaya gerek yok. Güverte geçişi olan makul yemekler veren ikinci mevki bilet bana yeter. Bugüne kadar tüm Atlantik geçişlerim hep uçak ile oldu. En uzun istanbul Houston uçuşu yaptım, Frankfurt ve Dallas üstünden çok uzun bir uçuştu, git git bitmez. Uzun tren yolculuğu yapmayı hep isterdim. Hep Ankara istanbul ve Ankara İzmir tren seyahatleri yaptım. Ankara Kars arasını da trenle geçmeyi planlardım. YHT Ankara Sivas hattı bitsin mutlaka bir süre Sivas’ta kalmak üzere seyahat yapmayı planlıyorum. 1976 yılında Rusya’da iken Moskova Vladivostok Trans Siberia Railway inşaa ediliyordu. Çoktan bitti ve çok popüler bir ystaklıvago. Seyahat programı oldu. Uzun demiryolu seyahatleri var. En popülerleri Kahire’den başlayıp Kuzey Afrika kıyı şeridinden Dakar’a varan sefer. Sonra Amerikada washington losangeles arası bir kıyıdan diğer Okyanus kıyısına orta Amerika tren yolculuğu yapmalı. Bir başkası Hindistan içinde. Avustralya sydney Perth arası, sydney Darwin arası. Covid19 sürecinde bir süre bunlar burda bize hayal. Ankara istanbul arasında dört saatten biraz fazla süren YHT için bile kolay değil. İlk bir hafta içinde bilet yok, ancak ikinci hafta için bilet bulabiliyorsunuz. Zaten en fazla önünüzdeki iki hafta için bilet çıkıyor. İnternette Business biletler derhal tükeniyor. Bu yaz Almanya’da 9€ karşılığı bilet ile ülke içinde sınırsız tren yolculuğu yapma imkanı var. Almanya’da yaşayanlar bu imkandan azami faydalanmalılar. Seyahat etmek güzel şey. Özellikle araba sürme zorunluluğunuz yoksa. Uçak seyahati iş için zorunluluk. Fırsatınız oldukça tren vapur binin gezin Büyükada 12 Haziran 2022

Friday, June 10, 2022

Çözüm

Elektrikli arabalar çözüm mü? Nerdeyse son bir yüzyıl Boyunca bütün dünyada içten patlamalı benzinli veya dizel yakıtlı otomobiller kullandık, günümüzde artık elektrikli arabalar yavaş yavaş daha öne çıkar oldular, ancak elektrikli arabalar çözüm mü? Elektrikli arabalar göreceli olarak eski motorlu arabalara kıyasla hala daha pahalı, kullandıkları piller ağır, kullanılan piller özel malzeme gerektiriyor, bunların tedariki zor, zaman içinde bu zorluklar aşılacak, ancak bugünden yarına henüz çabuk çözüm yok. Ağır elektrikli arabalar üstünde gittikleri asfaltı hızla aşındırıyorlar, oto yollar hızla yaşlanıyor daha çok bakım tamir gerektiriyor daha çok masraf harcama gerekiyor. Elektrikli arabalar ne kadar çevre dostu? Kullandıkları enerji üreten santrallerin yakıtları kadar çevre dostu, eğer kömür yakan termik santralde üretilen elektriği kullanıyorlarsa çevre dostu değil, eğer doğal gaz yakan kombine Çevrim santralinde kullanılan elektriği kullanıyorlarsa yine çevre dostu değil, eğer nükleer santral de üretilen elektriği kullanıyorlarsa burda cevap daha bir başka. Bu elektriği üreten nükleer santralin atıkları nasıl ortadan kaldırılıyor bilmek lazım Elektrikli araba kullanırken sürücüyü en çok strese sokan olay elektrik şarjının yetmemesi yani yolda kalma, çünkü şu anda yollarda yeterli miktarda şarj istasyonu yok, her an pil gücünüz bitebilir, yolda kalabilirsiniz. Elektrikli araba ile uzun mesafe yapmanıza imkan yok, çok iyimser olarak bir full şarj ile en fazla 1000 km gidiyorsunuz. Gelecekte yollarda daha çok daha sık şarj istasyonları olacak ve bu sorun ortadan kalkacak ancak şu anda en basit mesafe Ankara İstanbul arasında bile şarj istasyonu sayısı çok az, hele hele İstanbul Bodrum arasında şarj konusunda epey sıkıntı çekmeniz mümkün Elektrikli arabaların şarj süresi de problem, benzin alır gibi çok kısa zamanda enerji yükleyemiyorsunuz, en az 20- 30 dakika, full şarj için belki daha fazla zaman gerekiyor, satın aldığınız enerji hiçte ucuz değil elektrik fiyatı yakıt maliyetine bağlı olarak oldukça yüksek Gelelim kışın kalorifer yazın klima kullanmaya, elektrikli arabalarda bu da büyük problem, araba içini kışın ısıtabilmek için elektrik enerjisi kullanmanız gerekiyor. Elinizin altında hazır ısıtılmış, ısı enerjisi kullanabileceğiniz sıcak motor yok. Kalorifer kullanımı hızla şarj miktarını azaltıyor yazın klima kullanımı yine pil gücünü zayıflatıyor elektrikli araba kullananlar kışın kaloriferi yazın klimayı az süre kullanmak zorundalar. Elektrikli arabaların yurt içindeki kullanım şartlarını en iyi büyükada ortamında son 2-3 yıldır gözlüyoruz, elektrikli arabalar çabuk yıpranıyorlar pilleri çabuk tükeniyor, Önce Çin üretimi elektrikli arabalar geldi, çok çabuk yıprandı, daha sonra yerli küçük ucuz üretim taksi ve otobüsLar kullanılmaya başlandı, bu arabaların ömürleri kısa, pil ve şarj sıkıntıları var, yokuşlarda zorlanıyorlar. Elektrikli arabalar için gereken elektrik enerjisi denizaltı kablosu ile ana karadan taşınıyor, Büyükada’ya karada rüzgâr ve güneş enerjisi santralleri kurmaya imkan yok yeterli miktarda arazi yok, ilerde rüzgâr ve güneş enerjisi santralleri büyükada çevresinde deniz üstünde kurulursa sistem çevre dostu olarak çalışabilir Elektrikli arabalar mükemmel bir çözüm değil, dezavantajlarını bilelim çözümlerini olalım gereğini yapalım, bu arabalar ağır, piller zaman içinde belki hafifleyecek ama ağırlık problemi hep kalacak, ısıtma Soğutma problemi hep olacak. Mesafe sıkıntısı, kısıtlı şarj süresi hep olacak. Büyükada, 10 Haziran 2022

Thursday, June 09, 2022

Modern zamanlar

Modern zamanlar Ben ilkokulda idim. Yemekleri korumak için mutfakta güneş al ayan serin bir yerde yüksekte duvara asılı tel dolabımız vardı. Taze pişen yemekleri aynı gün tüketilmeye çalışırdık. Ertesi güne kalan yemek bitirilir veya atılırdı. Bir gün eve bir buzdolabı alındı. Babam buzdolabının kullanım kataloğunu uzun uzun dikkatle okudu, sonra hepimizi buzdolabı önüne topladı ve bize buzdolabı kullanma eğitimi verdi. Çok sıcak yiyecekler önce dışarda ortam sıcaklığına kadar soğutulacak sonra buzdolabına alınacaktı. Buzdolabı kapısı mümkün olduğu kadar kısa süre açık kalacaktı. Sebzeler, meyvalar, ettavuk gibi yiyeceklerin belirli yerleri vardı. Büyük kapta olan yiyecekler raflar bozulmasın diye aşağıya alınacaktı, yiyecek kapları mutlaka kapalı olacaktı. Elektrik kesildiğinde voltaj değişiminden dolap bozulmasın diye fiş çekilecek, elektrik geldikten bir süre sonra fiş takılacaktı. Sadece bozulabilir yiyecekler dolaba konacaktı. Çok fazla buz kullanımı olmayacaktı. Daha sonra eve telefon geldi. Üç rakamlı bir numaramız vardı. Kulaklığı kaldırıp santral memuruna konuşmak istediğimiz kişinin numarasını söylüyorduk. Çoğunlukla babamın veya annemin işyerini arıyorduk, çoğunlukla onlar arıyorlardı. Ankara’ya taşındığımızda uzun süre telefonumuz yoktu, kooperatif evleri İÇinde ayrıcalıklı bir kaç evdeki telefonu kullanmak için ricada bulunuyorduk. Sıramız geldi eve dört rakamlı telefon bağlandı. Sonra rakam sayısı altı oldu. Sonra yedi oldu. Ankara için heryer aranabilir oldu. Daha sonra önüne il kodu eklendi. Çevirmeli arama düzeni tuşluya geçti. Şimdi nerdeyse dünyanın her yerine bedava arama imkanı oluştu. Rusya’ya eğitime gittiğimde otel odası telefonundan Ankara ile konuşabilmek için bir hafta sıra beklemiştim. Sıra geldi hat bağlandı, araya her iki tarafın dinleme servisleri girdi konuşulamaz oldu. Odtü birinci sınıfta ilk defa Fortran bilgisayar eğitimi aldım. Program hazırlıyor, kutular dolusu delikli kart basıyorduk. Bütün okul tek bir bilgisayarı kullanıyorduk. Okulbitti ilk onbir yıl fabrikada çalıştım. Proje ofisinde bir adet dört işlem yapılabilen kalkülatör vardı. 1984 yılında Amerikan şirketleri ile ortak iş yapan bir özel müteahhitlik ofisinde mühendis olarak çalışıyordum. Bir ihale için Amerikan ortağımızın satış ekibi uçakta yanlarında çok yeni Ibm Pc kişisel bilgisayar getirmişlerdi. İhale bitti, bilgisayarı bize bırakıp gittiler. Bir başka Amerikalı bize 5.25 disket içinde Lotus 1-2-3 yazılım getirdi. Sonra bilgisayarlar gelişti, ortak modemler geldi, herkesin masasına masa-üstü bilgisayarlar kondu. Şimdi her masada evde işte laptop kullanılır oldu. İnsanlar yollarda kafalarını iphone telefonlara gömmüşler, bire bir yüz yüze sesli iletişim kalmadı. Kulaklarda kulaklıklar, yollarda sanki kendi kendine konuşan insanlar var. Ya birileri ile konuşuyorlar, ya da müzik dinliyorlar. İphone bağlantılar yeni otomobillere bluetooth ile girmiş. Şirket toplantılarında herkes laptop veya iphone açıyor kimse toplantıyı takip etmiyor. Sunum yapmaya gidiyorsunuz, katılanlar sizi dinlemiyor. Toplantı sırasında sanki çok acelesi varmış gibi email cevap veriyorlar. Bir şirketeeğer satış sunumu için gitmiş isem, sunumun powerpoint yazılımını, demo Uygulamasını, dökümanları hepsini USB bellek içinde katılımcılara veriyorum. Demo ugulamasını laptop bilgisayarlarına yüklemelerini istiyorum. “Loptop bilgisayarına yazılımı yükleyemeyen zaten yazılımı kullanamaz, boşuna uğraşmayın”, diyorum. Demo yazılım hekesin laptop bilgisayarına öyle böyle yükleniyor, ekrandan onlara olayın kullanımını anlatıyorum. Bir anlamda onların ekranını esir alıyorum. Öğrenciler için üniversite anfisinde termik santral sunumu yapıyorum. Tüm öğrenciler iphone ile başka şeylere sosyal ağlara bakıyorlar. Ben de ilgiyi toplayabilmek için çözüm buldum. Bilmedikleri bir konuyu soruyorum, google ile cevabı bulmalarını istiyorum. Türkiye de kömür rezervi, Afşin Elbistan A-B termik santralleri, doğalgaz boru hatları, Ukranya savaşının bize etkileri. Ben sordukça yetişebilmek için iphone cihazları daha hızlı ve etkin kullanıyorlar. Cevabı öğrenciler kendileri buluyorlar. Powerpoint sunumları. Demo kullanımları internet web sayfaları üstünden bilgisayarlarına indirmelerini istiyorum. Kendiekranlarından takip etmelerini sağlıyorum. Covid sürecinde hepimiz karantina altında idik, sokakta açık havada yürümek bile tehlikeli dendi. Asansöre eldivenlemaskeli olarak indik bindik. Bir anda zorunlu olarak evden online çalışma düzeni oluştu, ofis çalışanları artık evden çıkmadan online bilgisayar çalışması yapıyorlar. Bebekli anneler evlerinde call-center operatörü olarak çalışabiliyorlar. “İnformation technology” uzmanları, satıcılar, bankacılar evlerinden uzaktan çalışabiliyorlar. Kurye eve getirservisleri bir anda arttı. Internet bankacılığı gelişti. Akademisyenler derslerini online internet üstünden vermeye başladılar. Ancak arada bir ofise uğrayıp yüzünüzü göstermeniz lazım, yoksa terfi alamıyorsunuz. Büyükada Kadıyoran yokuşundaki küçük yazlık evde balkonda çalışıyorum. Makalemi orda yazıyorum. Emaillerime orda cevap veriyorum. Ancak hergün mutlaka bir arkadaşımla sesli telefon görüşmesi yapıyorum. Aile toplantılarını, online zoom arkadaş toplantılarını kaçırmıyorum. Madem modern teknoloji bize geldi , biz de onu kendi amacımıza uygun kullanırız. İlerde daha gelişmiş teknolojiler üretilecek, yeni modern cihazlar araçlar piyasaya sürülecek, biz de onlardan faydalanırız. Biz üniversite iken hocalar saydam transparant tepegöz projeksiyon cihazları kullanırdı, hızla Powerpoint sunumlara geçtik. Yeniliklerden Korkmayalım, onları hepimizin faydasına kullanalım. Büyükada, 9 Haziran 2022

Wednesday, June 08, 2022

Prophesy

Kendini doğrulayan kehanet (self fulfilling prophesy) Demokrasilerde çare tükenmez. Bizler, iş aleminin insanları, ülkemizde demokrasinin işlemesini isteriz, siyasi iradenin çalışmalarında başarılı olmasını isteriz, beklentilerin iyi olmasını isteriz. Her demokratik seçilmiş yönetim, bizim yönetimimizdir. Başarılı olmasını, doğru ekonomik kararlar almasını isteriz. Demokratik seçilmiş yönetimin başarılı olması bizim işlerimizi geliştirir, işlerimizi büyütür. Daha çok değer üretir, beraber daha çok iş- aş- istihdam- refah- barış sağlarız. Siyasi irade başarısız olursa, ekonomi çöker, hepimiz başarısız oluruz. “Kendini Doğrulayan Kehanet”, Nobel ödülü almış bir ekonomik terimdir. “Pigmalion Etkisi” terimi de zaman zaman kullanılır. Edebiyat ve psikolojide de kullanılan bir olgudur. Beklentiler güçlenince, gelişen olaylar tahminleri doğrular. İnsanlar beklentiler yönünde tavır alırlar. Yani iyi beklentileriniz varsa, herşey iyi olur, kötü beklentiler olayları kötüye götürür. Bu yüzden ekonomide, piyasalarda beklentileri yönetmek çok önemlidir. Bu konuda Türkçemizde çok sayıda deyim vardır. “Aklıma gelen başıma geldi”. “Sakınan göze çöp batar”. “Bir insana 40 gün deli desen deli olur”. Ekonomik çalkantı başlayınca, katılımcılarda önceden kendilerinin bile tahmin edemedikleri dinamikler oluşur. Covid öncesi siyasi politik ve ekonomik ortam gayet sağlam görünüyordu. Ekonomik göstergeler iyi, beklentiler iyi, piyasa mutlu, işler yolunda. Ancak şimdi aynı olduğunu söyleyebilmek çok zor. Piyasa yetkilileri devamlı olumlu mesajlar verirler, piyasa beklentilerinin hep olumlu olmasını isterler. Diplomaside dışişleri bakanları olumsuz beklentiler oluşturmaktan kaçınırlar, bazı olumsuz durumları sözle değil sözsüz tavır ve hareketlerle anlatırlar. Rus devlet başkanı Putin’in Ukrayna konusunda görüşmeye gelen yabancı devlet başkanlarını uzun toplantı masasında kabul etmesi bu duruma örnektir. Toplantı sonrası hiç anlaşamasalar bile, yetkililerin “Sorunlarda anlaşamadığımız konusunda anlaştık, ortak karara vardık” şeklinde açıklamaları günümüzde çok kullanılır olmuştur. Feminist hareket 1980'lerde benzer şekilde bu defa sol siyasetin basılması- baskı altına alınması sonrası açığa çıktı. 1980 sonrası doğumlu gençler böylesine bir büyük sosyolojik olaya ilk defa katılıyorlardı. Çoğu öğrenci idiler. Düne kadar Apolitik, içine kapalı, benzer politik olaylar karşısında ilgisiz davranışlar sergilemişlerdi. Siyasi Olaylar artık klasik SAĞ- SOL particilik anlayışının çok dışına çıktı. Artık gençlerin yetişme tarzı biz eskilerden çok farklı. Burda kadın-erkek eşitliği var, çevre duyarlılığı var, dayanışma var, yardımlaşma var, sosyal medya tweeter- youtube- facebook- email ile hızlı iletişim var, bireysel özgürlük anlayışı var. Katılımcı gençler kendi aralarında başörtüsü- giyim kuşam konularını aşmışlar. Bu onlar için önemli bir konu değil. Onlar için, bireyler istedikleri gibi giyinebilirler, kim ne karışır. Bazı olumsuz olaylar ülkelere başka olumlu olayların fırsatını ortaya çıkarır. Ukrayna savaşı yüzünden doğalgaz ve kömür ithalatının kesilmesi, uzun vadede ülkelerin kendi doğal kaynaklarına daha fazla yönelmesine, yenilenebilir enerji kaynaklarının daha çok kullanılmasına fırsat verecek. Gelecekte daha çok yenilenebilir enerji yatırımları yapılacak. Bizdeki olaylar kendi başına özel- örnek- yeni bir sosyal hareket oldu. Şimdi küresel kapitalizm sorgulanıyor. Bu sosyal sorgulamanın, ve dünyada bu yeni direnişin öncüsü olabilir, olacaktır. Eski demokratik alışkanlıklarımızın yeniden gözden geçirilmesi ve belkide değiştirilmesi zamanı gelmiştir. “Değerli Yanlızlık” dış politikada, uluslararası ilişkilerde, siyasette, ekonomide iyi birşey değildir. Demokrasi uygulamamız yeterli değil mi? Ekonomimiz yeterli büyüklükte değil mi? Avrupa Birliği son Gelişme Raporu da bu konulara önemle değiniyor, ve bizden gereğini yapmamızı bekliyor. Diplomasi sessiz yapılır, ses yükseltmek doğru değildir, yüksek sesle konuşmak haklı olmak anlamına gelmez. Tersine, yüksek sesle konuşan diplomat olumsuz tepki ve değerlendirmeler alır. “Yurtta sulh, cihanda sulh” cümlesi ile özetlenen geleneksel Türk dış politikası çerçevesi dışına çıkılarak, güney komşumuzun iç savaşına müdahil olmak doğru değildir. Yabancı ülkelerin iç işlerine karışmak bizim toplum çıkarlarımıza ve çevre barışına ters bir durumdur. Savaş yanlısı “Yeni-Osmanlı” politikaları doğru değildir. “Savaşta pastadan pay kapmak”, diye birşey yoktur. Savaşan herkes kaybeder. Çevre ülkeleriyle barışçıl olmayan dış politika bize pahalıya mal olabilir, yakında enerji dar boğazına girebilir- ithal doğalgaz kesintilerine uğrayabiliriz. Bizim ekonomik zenginliğimiz toplum barışı ve çevre ülkeleri ile iyi ilişkilerden geçer. Orantısız güç kullanan doğulu tipi buyurgan yöneticinin uzun dönemde kazanmasına imkan yoktur. Batılı tipinde toplumun her kesimine sahiplenen demokratik yönetici mutlaka kazanır. Şu anda elindeki politik gücü kaybetmemek için siyasi iradenin uzun dönemde yeniden yapılanmaya gitmesi kaçınılmaz görünüyor. Demokrasilerde siyasi erk, her zaman- her ortamda- her şartta kendini yenileyebilen, piyasayı ve beklentileri muhalefetten çok daha iyi ve erken okuyabilen uyumluluğa sahiptir. Daha ılımlı, daha uyumlu, daha sevecen, gençlerle daha iyi iletişim içinde, Avrupa topluluğu ile demokrasi- basın ve ifade özgürlüğü konularında paralel politikalara sahip, eleştiriden korkmayan, mizahtan rahatsız olmayan, kişi haklarına ve ifade özgürlüklerine saygılı bir yeni siyasi yapılanmaya gidilmesi ister istemez olacak. Bunlar ekonomide kendini doğrulaması beklenen kehanet. Wikipedia: Beklenti etkisi, edebiyat ve psikolojide bir olgudur."Kendini doğrulayan- gerçekleştiren kehanet" ya da "Pygmalion etkisi" olarak da adlandırılan bu olgu, kişinin, bir süre sonra başkalarının (özellikle herhangi bir yanıyla kendinden üstün gördüğü insanların) ona ilişkin beklentilerine denk düşen davranışlar sergilemesi şeklinde açıklanabilir. Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir. Ataşehir, 24 Mayıs 2022

Annelerim

Bizim ailenin kadınları hep çalıştı Benim babaannem Hacı Ziynet hanım 1900 yılında Eğirdir’de doğdu. Çocukluğundan itibaren 1977 yılında vefat edene kadar ömür boyu halı tezgahında, akrabası olan amcaları halı tüccarları için boğaz tokluğu karşılığında çalıştı. Elli yaşına vardığında oğlu İsmal bey Ankara Hukuk fakültesini bitirip yargıç olduğunda ona aylık para göndermeye başladı. Eğirdir imaret mahallesinde göle bakan ahşap evinde alt katta oturdu. Oğlundan gelen aylık para ile çarşı pazar mutfak alışverişini yaptı. Halı tezgahında çalışmayı bırakmadı. Para için çalışmasına artık gerek yoktu ama halı dokumaya devam etti. Dokuduğu el emeği göz nuru halılarını oturduğu sokağın az alt çaprazındaki imaret mahallesi camisine hediye etti. Ömrünün son yıllarında gözleri net göremeyince Isparta’ya özgü halı motifleri takip etmeyi bıraktı, artık yünlerden karmakarışık hercai yolluklar halılar seccadeler dokudu. Onun halı tezgahında çok hızlı halı dokuma maharetine hayran olmuşumdur. Rahmetli kocası istiklal madalyası sahibi Mülazimı Sani Abdullah beyden kalan küçük ahşap evde ömrü geçti. Akrabaları komşuları ile yanyana barışık yaşadı. Evinde musluk akarsu yoktu, abdest alacağı su ibriklerle sokak çeşmesinden gelirdi. Haftada bir mahalle hamamına gider yıkanırdı. Kışları bize gelirdi, sabahlara kadar namaz kılar kuran okur dua ederdi. Pazar günleri biz çocukları yıkamak onun görevi idi. 1912 Balkan harbinde Edirne siperlerinde şehit olan babası Rafi beyden kalan elma bahçesini ve Cire Balkırı tarlalarını ömür boyu elinde tuttu direndi satmadı, icar kiradan gelen parayı almakla yetindi, elma bahçesinde gelen birkaç sandık tatlı çok sulu starking elma kışın bize gelirdi. Bir Ağustos sabahı sabah namazı için mahalle camine giderken yolda kalp krizi geçirdi, cami kapısında ruhunu teslim etti. Mezar yeri, kefeni, herşeyi hazırdı, ikindi namazına yetiştirdiler ve aynı gün toprağa verdiler. Ertesi gün gittiğimde yapılacak sadece mezarında dua edip geri dönmek kalmıştı. Anneannem Fatma Müzeyyen hanım 1900 yılında Bosna Sarayevo Pazarköy de doğdu. 1912 Balkan savaşında bir sabah sobadaki çayı yanar bırakıp tüm aile göç kaçış yollarına düştüler. Kış aylarında 2000 km yürüyüp Istanbul’a vardıklarında ailenin tüm büyükleri yolda ölmüşlerdi. Sadece yanında Teyzesi yaşıyordu, daha önce istanbul’a gelip yerleşmiş akrabalarının yanına sığındılar. Fatma Müzeyyen , istanbul Aksaray Kıztaşı Hobyar mahallesi gelinlik kızlarının vaz geçemediği ev terzisi oldu. Evlere gider ev kadınlarının genç kızların beğendikleri modellere uygun kumaş biçer, dikim işini onlara bırakırdı. 1930 yıllarının güzel istanbul Aksaray mahallesi kadınlarının Paris modasına uygun modern entarileri, harika elbiseleri onun makasından çıkmıştı. 1924 yılında Aksaray mahkemesi katibi Abdulkadir beyle evlendi. Abdülkadir beyin yıllar sonra ikinci evliliği idi. Erken kaybettiği ilk eşinden yetişkin bir kızı vardı. 1925 yılında Ayşe Hadiye ismini verdikleri bir kızları doğdu. Abdülkadir bey 1930 yılında kalp krizinden vefat etti. Ana kıza oturdukları iki katlı ev kalmıştı. Evin yarısı Abdülkadir beyin kardeşine ait idi. Uzun yıllar bubahçeli evde oturdular, alt katı kiraya verdiler. Hadiye mahalle ilkokuluna, ortaokuluna gitti. Çok çalışkan öğrenciydi, çalışmaktan başarılı olmaktan başka çaresi yoktu. Çapa öğretmen okulunayatılı devam etti. Haftasonları evci çıkıyor, hafta içinde kahvaltıda verilen küp şekerleri biriktirip annesine getiriyordu. Çapa öğretmen okulu bitti, Hadiye Ankara Gazi Terbiye Enstitüsünde Türkçe Edebiyat branş öğretmenliği eğitimine başladı , iki yıl sonra bitirdi. Bu arada amcanın açtığı izalei şuu davası 1950 yılında sona erdi. Ev satıldı, parasının yarısını amca varisleri aldılar, kalan yarısını Fatma Müzeyyen hanım, Hadiye ve Abdulkadir beyin ilk eşinin çocukları torunları paylaştılar. Fatma Müzeyyen hanımın evi elinden gitti, kızının yanına taşındı, istanbul’a gittiğinde yakın mahalle arkadaşlarının evinin bir odasında kiracı oldu. 1950 yılında öğretmen Hadiye, yargıç ismail beyle görevli oldukları Isparta’da Ordu evinde evlendiler. Fatma Müzeyyen hanım kızından ayrı kaldığı zamanlarda çok sigara içti, 1952 yılında ani geçirdiği kalp krizi yüzünden genç dayılır yaşta vefat etti. Cenazesi Cihanbeyli mezarlığında toprağa verildi. Yıllar sonra yol üstü geçerken mezarını aradım bulamadım. Konya ovasının kum fırtınaları mezar taşlarındaki yazıları silmişti. İstanbul 1925 doğumlu Ayşe Hadiye 1947 yılında Türkçe Edebiyat öğretmeni oldu, ilk görev yeri Isparta’da Kız Enstitüsünde çalıştı. 1950 yılında evlendi, Aydın Çine, kırıkkale ve Ankara ortaokullarında çalıştı, üç erkek çocuk doğurdu, 1975 yılında emekli oldu, emekli ikramiyesi ile istanbul’da ev aldılar, orda yaşadılar. Evlerinde hiç değişmeyen bir düzen vardı, radyoda trt3 çalar, eve Cumhuriyet gazetesi alınır, çamaşır bulaşık mutfak Annemden sorulur, dışarda alışveriş, para işleri vergi giderler babam tarafından yerine getirilirdi. Annemi 2018 yılında, babamı 2020 yılında, her ikisini de çoklu organ yetmezliğinden kaybettik. Evde çocuk doğduktan donra annenin çalışmayıp bebeğine bakmasını anlarım ve çok doğru bulurum. Bebek annesine muhtaçtır. Bebek yanlız bırakılmamalı, kreşe bakıcıya emanet edilmemelidir. Almanya ve iskandinavya ülkelerinde babaya bile getektiğinde yeni doğan bebeğine bakabilsin diye paralı parasız uzun süre izin hakkı veriyorlar. Bizde annelerin çalışmasını engellemek , onların yerine erkeklerin istihdam imkanını artırabilmek için uzun süre çalışan kadına - yeni doğan bebeği olan annelere izin hakkı verilmedi. Yıllardan sonra uzun süreli parasız izin çıktı. Baba aileye yeterli Seviyede para kazanabilmeli, anne evde oturup çocuğuna okul yaşına kadar bakmalı derim. Günümüzde, özellikle covid sürecinde evden internetbilgisayar kullanarak online çalışmak artık mümkün. Annelerin çocuklarının bakımını yapıp uyuttuktan sonra evin çalışma odasında bilgisayar kullanarak çalışmaları para kazanmaları olabiliyor. Örnekler çok, call-center yani müşteri hizmetleri olarak çalışabiliyorlar, makale roman eleştri yazabiliyorlar. Information technology konularında para kazanabiliyorlar. Bizim ailenin bütün kadınları ömür boyu çalıştılar, Balkan ve 1.Dünya savaşının zor şartlarında, 2. Dünyasavaşının darlık kıtlık döneminde kendilerinden fedakarlık ettiler, çocukları için ellerinden geldiğince herşeyin en iyisini vermeye uğraştılar. Allah hepsinden razı olsun, mekanları cennet olsun. Büyükada 6 Haziran 2022

Mothers work

The women of our family always worked My paternal grandmother, Hacı Ziynet, was born in 1900 in Eğirdir. From her childhood until her death in 1977, she worked at the carpet loom all her life for her uncles, the carpet merchants, in exchange for a sore throat. When she reached the age of fifty, her son İsmal started to send her monthly money when he graduated from Ankara Law Faculty and became a judge. She lived downstairs in her wooden house overlooking the lake in the Imaret neighborhood of Eğirdir. With the monthly money from his son, she did the shopping for the market and the kitchen. SHe didn't stop working on the carpet loom. SHe no longer needed to work for money, but continued to weave carpets. SHe gifted the handcrafted carpets she wove to the mosque of the imaret district, just below the street where she lived. In the last years of her life, when her eyes could not see clearly, she stopped following the carpet motifs unique to Isparta, and now she wove intricate pansies, carpets, prayer rugs from wool. I admired her skill in very fast weaving carpets on the carpet loom. She lived in the small wooden house that was inherited from her late husband Mülazimı Sani Abdullah, the winner of the 1922 Turkish Independence War Medal. She lived with her relatives and with their neighbors. There was no running water in her house, the water for ablution would come from the street fountain with pitchers. She used to go to the neighborhood public bath once a week. SHe used to come to us in the winter, pray all night until the morning, the reciter of the Qur'an pray. It was her duty to wash us children on Sundays. SHe kept the apple orchard on lake shore and the Cire Balkırı fields, which were inherited from her father Rafi Bey, who was martyred in the Edirne trenches in the 1912 Balkan War, she resisted and did not sell, satisfied with taking the money from the rent, a few boxes of sweet, very juicy starking apples from the apple orchard, that would come to us in winter. On an August morning, on her way to the neighborhood mosque for the morning prayer, she suffered a heart attack and surrendered her soul at the door of the mosque. The burial place, the shroud, everything were ready, they brought her to the afternoon prayer and buried her on the same day. When I went the next day, all that was left to do was to pray at her grave and return. My maternal grandmother, Fatma Müzeyyen, was born in Pazarköy, Bosnia Sarajevo in 1900. One morning in the 1912 Balkan War, the tea in the stove was left hot and the whole family fell on their way to escape. When they arrived in Istanbul after walking 2000 km in winter, all the elders of the family except her Aunt died on the way. they took shelter with their relatives who had come to Istanbul before and settled there. Fatma Müzeyyen became the home tailor of the bridesmaids of Istanbul Aksaray Kıztaşı Hobyar neighborhood. SHe would go to the houses, cut the fabric suitable for the models that the housewives and young girls liked, and leave the sewing work to them. The women of the beautiful Istanbul Aksaray neighborhood of the 1930s 1940s wore modern gowns and wonderful dresses in line with Parisian fashion. She married Abdulkadir Bey, the clerk of the Aksaray court, in 1924. It eas Abdulkadir Bey’s the second marriage after many years. He had an adult daughter from his first wife, whom he lost early. In 1925, a daughter named Ayşe Hadiye was born. Abdulkadir Bey passed away in 1930 from a heart attack. The two-storey house where they lived was left for the mother and daughter. Half of the house belonged to Abdulkadir's brother. They lived in this garden house for many years and rented the ground floor. Hadiye went to the neighborhood primary and secondary school. She was a hardworking student, she had no choice but to study and succeed. She continued her education at the Capa teacher's school. On the weekends, she would go out as weekend home stay , she eould collect the sugar cubes for breakfast during the week and bring them to her mother. Capa teacher's school was over, Hadiye started her Turkish Literature branch teacher training at Ankara Gazi Education Institute, she graduated two years later. In the meantime, the lawsuit filed by their uncle ended in 1950. The house was sold, half of the money was taken by the heirs of the uncle, Fatma Müzeyyen Hanım, Hadiye and Abdulkadir's first wife's children and grandchildren shared the remaining half. Fatma Müzeyyen's house was lost, she moved to her daughter, and when she went to Istanbul, she became a tenant in a room of her close friends' house. In 1950, teacher Hadiye and Judge İsmail got married in the Army Gurst house in Isparta, where they were assigned. Fatma Müzeyyen smoked a lot when she was separated from her daughter, she died in 1952 at a young age due to a sudden heart attack. She was buried in the Cihanbeyli cemetery. Years later, when I was crossing nearby the main road, I looked for her grave and could not find it. Sandstorms of the Konya plain had erased the writings on the tombstones. Ayşe Hadiye, was born in 1925 in Istanbul, became a Turkish Literature teacher in 1947, her first assignment was in Isparta, where she worked at the Institute for Girls. She got married in 1950, worked in Aydın Çine, Kırıkkale and Ankara secondary schools, gave birth to three boys, retired in 1975, bought a house in Istanbul with her retirement bonus and lived there with her husband. There was an unchanging order in their house, classic channel trt3 was played on the radio, Cumhuriyet newspaper was bought at home, the kitchen dishes laundry was My mother’s responsibility. Whereas shopping, money, tax expenses were fulfilled by my father. We lost my mother in 2018 and my father in 2020, both from multiple organ failure. I understand that the mother does not work and takes care of her baby after the child is born at home, and I find it very right. The baby needs her mother. The baby should not be left alone and should not be entrusted to the nursery. In Germany and Scandinavian countries, State even give the father the right to leave work for a long time so that he can take care of his newborn baby. In order to prevent mothers from working and to increase the employment opportunities of men instead of them, mothers with newborn babies were not given the right to paid-leave. After years, long-term unpaid leave came out. I say that the father should be able to earn enough money for the family, and the mother should stay at home and take care of her child until the school age. Nowadays, it is now possible to work online from home using an internet computer, especially during the covid period. After taking care of their children and putting them to sleep at home, mothers can earn money by using a computer in the study room. There are many examples, they can work as call-centers, that is, they can work as customer services, they can write articles, novels and reviews. They can earn money on information technology works. All the women of our family worked for life, they sacrificed themselves in the difficult conditions of the Balkan and the 1st World War, during the scarcity times of the 2nd World War, they tried to give the best of everything they could for their children. May Allah be pleased with them all, may their place be heaven. Prinkipo island near Istanbul 8 June 2022

Saturday, March 05, 2022

Lysistrata

Lysistrata, Aristofanes tarafından MÖ 411 yılında yazılmış, tek perdelik, seyirlik bir oyundur. İlk defa MÖ 411 baharında sahnelendiği düşünülen oyun, tiyatro tarihinin ilk savaş karşıtı oyunlarından birisi kabul edilir. Erkeklerinin savaştan dönmelerini beklemekten usanan kadınların savaşa son vermek için farklı savaşa bitene kadar erkeklerle yataklarını paylaşmamak kararı almaları ile gelişen olayları konu alır. Erkekler savaşa son vermeyi başaramayınca Lysistrata’nın aklına işi kadınların ele alıp barışı zorlamaları gerektiği düşüncesi gelir. Önce erkeklerle sevişmeyi reddedecekler, sonra Akropolis’i, Parthenon’da saklanan devlet yedek akçesini/ parasını ele geçirecekler ve Atina’nın savaş gücünü çökerteceklerdir. Lysistrata, kadınları bir araya toplar, Spartalı Lampito ile diğer düşman devletlerden gelen kadınlar bunlar arasındadır. Kadınlar ilk önce gönülsüz davransalar da Lysistrata’nın planını benimser, onu gerçekleştirmeye ant içerler. Aristophanes'in üçüncü oyunudur. Yazarın en iyi kurulmuş, en insani komedyası olarak bilinen oyun, dünyanın birçok ülkesinde yüzlerce tiyatro topluluğu tarafından sahnelenmiştir. Bizde de bu olayın benzeri "Şalvar Davası" filminde anlatıldı. Ben size bugün başka benzer bir olay anlatacağım. Ankara'nın ilçesi Kalecik'te aynı yerin adıyla bilinen "Kalecik Karası" üzümleri yetiştirilir. Boş alanlar isteyen yatırımcılara 49 yıllığına kiraya verilir. Yatırımcı aldığı arsayı tarıma uygun hale getirir, sonra "Kalecik Karası" üzümlerinin fidelerini diker, bakar. Yaklaşık 5-7 yıl içinde asmalar büyür, gelişir, büyük çekirdekli siyah üzümleri vermeye başlar. Bu üzümler yemeklik değildir. Suyu sıkılır, üzüm suyundan şıra, sirke, pekmez ve şarap yapılır. Bazı bölge köyler yüzyıllardır bu üzümleri kendi mekanlarında yetiştirirler, bazılarının ciddi yıllanmış şarapları vardır. Şarap yapmak isteyen arazi sahipleri, bağbozumu döneminde üzümleri günübirlik çalışan tarım işçilerine toplatır, kamyonlara yükletir, yakındaki şarap fabrikalarına götürürler. Bazısı hepsini fabrikalara satarlar, bazıları, üzüm karşılığında şişelenmiş veya meşe fıçısı içinde şarap alırlar. Bu genç şaraplar yıllandırılır, 2-4 yıl sonra şişelenir piyasaya verilir. Kalecik Karası şaraplarını üreten VinArt, Kavaklıdere, Diren şarap fabrikaları vardır. Başka yörelerde de Alacatı, Trakya, Kapadokya yamaçlarında da Kalecik Karası üretilir, ancak bu bölgelerin asmaları diğer üzümlerle karışır, genetik olarak bozulur. Bu yüzden Kalecik Karası şarabı için Kalecik yöresinin üzümlerini ve fabrikalarını öncelikli tutmak gerekir. Bu fabrikalardan birinde fabrika yöneticileri merak etmişler, yakın köylerde geleneksel şarap nasıl üretiliyor? Köyler şarap üretiyorlar, ancak piyasaya sürmüyorlar, ev içi aile içi tüketiyorlar. Haftalık açık çiftçi pazarında çok azı satışa çıkıyor, aile ziyaretlerinde misafirlere çok az miktar ikram ediliyor. Yöneticiler çoğu erkek gıda mühendislerini bu konuda bilgi almak yerel olarak şarap nasıl yapılıyor öğrenmek için köyün kahvesine göndermişler. Gençler kahveye girmişler, bir grup yaşlı adamla selamlaşmışlar ve yerel şarap yapma metodunu sormuşlar. Yaşlılar arasında lider durumunda olan bir dede, pala bıyıklarını burmuş, sonra durumu şöyle anlatmış, "Ben şarap yapmayı bilmem, sadece hergün makul miktarda içerim. Burda şarabı kadınlar yapar". Gençler bu defa çeşme başına gitmişler, orada aynı soruyu sormuşlar, kadınlar cevap vermiş, "Burda şarabı kadınlar yapar, siz erkeklere ne oluyor?" Bakmışlar bu iş yürümüyor, bilgi alamıyorlar, aralarındaki genç kadın Gıda mühendislerini çeşme başına göndermişler. Köylü kadınları, genç kadın Gıda mühendislerini evlerine götürüp geleneksel şarap yapma ritüelini detaylı anlatmışlar. Bağbozumu zamanı Ağustos ayı ortasından Ekim başına kadar, asmalardaki üzümler erkekler tarafından toplanıyor, bu üzümler yine erkekler tarafınadn yağmurdan yıkanmış halde sıkılıyor, üzüm suyu evlerde iç mekanda yüzyıllar öncesinde toprağa gömülmüş tahta fıçılara dolduruluyor, zaten fıçılar içinde devamlı maya var. Kapakları kapatılıyor. Her ay kapaklar açılıp üstündeki köpük alınıyor. Altı ay- bir yıl içinde ilk genç şarap üretilince, dinlendirme fıçılarına pompalanıyor, orda yıllandırılıyor, sonra şişeleniyor. Evin babasına sunuluyor. Tabi iyi şarap iyi babaya veriliyor. Evin annesi kendisine kötü davranan evin erkeğine iyi şarabı vermiyor, o yıl sadece sirke yapıyorlar. Babaların ihtiyarların şarap yapımından haberleri yok, ama yıl boyu ev yapımı en güzel şarabı içiyorlar. Bu hikayeyi duyduktan sonra şehirde bana en yakın kuruyemiş büfesine gittim. Diren şarapçılığın 2020 üretimi kırmızı Kalecik Karası şarabını buldum, yılbaşı öncesi 65 lira fiyatı varmış, şimdi 85 liradan satılıyor. Erik baskın çeşitli meyva tatları var, alkol hiç hissedilmiyor, burukluk yok, asit yok. Bağbozumunda Kalecik ilçesinin halk pazarına gidin, belki size bir tadımlık yarım bardak verirler. Ankara, 5 Mart 2022

Tuesday, March 01, 2022

Ukrayna 2022

1976 yılında 4-ay süre ile Moskova'da Birleşmiş milletler tarafından organize edilen bir teknik eğitim programına Türkiye adına katıldım. Okuldan yeni mezun olmuş, bir kamu kurumunda çalışıyorum. Sovyetler birliği Brejnev dönemini yaşıyor. Soğuk savaş sürüyor, Moskova dünyaya Batıya kapalı. Dünyanın otuz ayrı gelişmekte olan ülkesinden gelen genç mühendisleri bir araya toplamışlar. Moskova içinde bir teknik üniversitede bize talaşlı imalat konusunda teknik eğitim veriyorlar. Sokakta markette iletişim için bize basit Rusça öğrettiler, dersler İngilizce yapılıyor. Profesörler Rus, bizim ingilizce pratiğimiz onlardan daha iyi. Her ay bizi bir Sovyet kentine götürmek için gezi programı yapmışlar. Önce trenle Leningrad kentine gittik, bir hafta gezdik dolaştık. Sonraki ay Taşkent kentinde bir hafta konakladık.  Üçüncü ay Yerevan Ermenistan merkezinde kaldık, Nükleer santrali gördük gezdik.Son ay programda Kiev Ukraine vardı, ama benim yurda dönmem gerekiyordu, Kiev programına katılamadım. Aradan yıllar geçti, aklımda hep Kiev programı yapmak geçti ama olmadı. Ortodoks kiliseleri, Operası, müzeleri, geniş caddeleri ile Moskova ile yarışır olduğu söylenirdi. Buğday ve diğer tahıl üretimi ağırlıklı geniş ovaları, kalorifik değeri yüksek kömür ve değerli nadir maden kaynakları ile zengin bir ülkeydi. Şimdi internet ve TV haberlerinde Ukraine görüntüleri geçiyor, dehşet içinde izliyorum. Kuzey komşumuzla komşu olmak zor bir coğrafya kaderi olsa gerek. Kuzey komşumuz kendisi ile sınırı olan ülkelerde NATO veya AB üyesi bir oluşum istemez. 1989 ve sonrasında düştüğü zor ekonomik şartlarda Bulgaristan Romanya, Polonya ve Baltık ülkelerinde NATO katılımı oldu, ama bundan sonra böyle oluşumlar imkansız. Gürcistan NATO içine girmek istedi, izin vermediler. Azerbaijan her zaman Rusya ile iyi geçindi böyle maceralara girmedi, Eski Sovyet üyesi Orta Asya cumhuriyetleri her zaman büyük ağabeyin izinde gittiler. Finlandiya ve İsveç WW2'den beri bağımsızlıklarını koruyorlar ve hiçbir savunma paktı içinde yer almıyorlar. Biz de çoğu zaman kendi çıkarlarımız doğrultusunda yol alıyoruz. Bulunduğumuz coğrafyanın kaderi yüzünden Kuzey komşumuza yakıt bağımlılığımız var. Kendimizi bu bağımlılıktan kurtaramadık. Svaşın bize yansıması ister istemez ağır olacak, gözüküyor. Biz 1952 den beri NATO üyesiyiz, ama WW2 sürecinde edindiğimiz bağımsız hareket etme ve çekimser kalma politikamızı götürüyoruz. Montrö antlaşmasının bize sağladığı korunma  imkanlarımızı kullanıyoruz.Ukrayna yönetiminin ve halkının ne yazık ki fazla bir opsiyonu, hareket imkanı yok. Komşusunun nerdeyse sınırsız insan ve silah gücü karşısında fazla dayanma imkanı yok. ABD ve AB ülkelerinden gelecek Stringent ve Javelin silahlarının etkisi sınırlı kalacak, asker desteği imkansız. Yöneticilerin Banka hesaplarının dondurulması, SWİFT yaptırımlarının gücü komşuya yetmez. Umarız her şey en az zarar ile atlatılır, diyorum. Ankara 27 Şubat 2022