Monday, September 19, 2016

Berlin Yerel Seçimlerinde Neler Oluyor?




Son zamanlarda Almanya’daki siyasi dengeleri değiştirecek gelişmeler iyice görünür hale geldi. Peki yaşananlar Türkiye’yi, iş dünyasını, enerji sektörünü ne kadar ilgilendiriyor? Bu sorulara cevabı hep birlikte arayalım.
Ama önce biraz gerilere gidelim… Ruslar 1945 ilkbaharında Nazi Almanya'nın başkenti Berlin'i almak için genel bir harekata geçtiler, 1,500,000 asker 6500 tank 7500 ucak 40,000 top bu harekata katıldı, sonunda Berlin teslim oldu, Adolf Hitler intihar etti, Ruslar 81,000 ölü, 250,000 yaralı verdiler, Alman kayıpları 100,000 ölü, 200,000 yaralı oldu, Berlin 'de yaşayan tüm kadınlar tecavüze uğradılar, hayatta kalabilen Tüm Alman askerleri, yetişkin erkekler Rusya'ya Gulak kamplarına taşındı. Savaş bitti, Almanya bölündü işgal edildi.
Ruslar Berlin kuşatmasında ölen askerlerinin anısına merkeze yakın boş sessiz Berlin Treptower parkı mekanında bir büyük anıt diktiler. Anıtta kaide üstünde bir Rus askeri var, savaş üniformalı, kamuflaj pelerinli, sol kucağında savaştan kurtardığı bir kız çocuğu, sağ elinde bir kılıç, sırtında otomatik tüfek, ayağının altında bir gamalı haç, yüksek bir kaide üstünde yemyeşil bir çim alanın ortasında duruyor. 9-Kasım 1989 günü Berlin duvarı yıkımına kadar burda her yıl anma törenleri yapıldı. Sonra duvar yıkıldı, doğu batı birleşti.
Rus anıtı zaman içinde başka anlamlar üstlendi. Alman milliyetçileri bu heykel konusunda rahatsızlıklarını gösterdiler, baskıcı acımasız işgal kuvvetlerinin tatsız uygulamalarını hatırlatan heykelin kalkmasını istediler, benzer savaş heykelleri diğer doğu avrupa ülkelerinden birer birer kaldırıldı. Ruslar dayattı, Bu heykel yerinde kaldı.
Almanlar terkedilmiş kullanılmayan Berlin Tempelhof. havalimanı açık alanında 2015 yılında 70,000 katılımcı ile bir rock konseri düzenlediler. Konser çok sevildi, genç katılımı çok oldu. Konsere katılım rock gurupları için bir kıyas anlamına geldi. Bu yıl "Lollapalooza" rock konseri Treptower parkında özel bir organizasyon ile yeniden düzenlendi. Woodstock benzeri bu konsere çok meşhur rock gurupları katılmak için birbirleri ile yarışmaya başladılar.
Konser Bu yıl 10-11 Eylül günleri düzenlendi, sabah yeni yetme genç duyulmamış rock gurupları ile program başladı, gece en meşhur rock grupları ile devam etti. Giriş günlük kişi başına 75 Euro. Dünyanın dört bir tarafından ve Türkiye'den binlerce genç buraya doluştu, 100,000 katılımcı geldi, gelenler Alman usulü scnitzer ve wurst yediler, bolca bira içtiler, konser anıt tarafında değildi, ancak Anıtın görsel anlamı kalmadı. Heykel iyiki bunca yıl orda kalmış, yoksa böyle bir rock konseri başka nasıl düzenlenecekti? Lollapalooza Berlin rock konseri bitti, sıra şimdi parkta biriken pislikleri temizlemeye, parkı eski haline getirmeye geldi. Girişte alınan paralar bu temizlik işinin masraflarını ödemeye yetecekmi? Anıt ve çevresini temizlemek nisbeten kolay, basınçlı su püskürtüyorlar, grafiti resimler kazınıyor, çimler onarılıyor. Gelecek yıla hazırlanıyor.
Milliyetçi mülteci karşıtı Alman AfD partisi bu konserde yer buldu, ikinci gün saat 16:00'da gösteri yaptı. Epey taraftar bulduğu gözlendi. Son kamuoyu araştırmaları Alman Şansölyenin popülartesinin aşındığını gösterdi. 16-Eylül Berlin yerel seçimlerinde AfD ve Yeşiller yükseldi, iktidar koalisyonu oy kaybetti. 2017 genel seçimlerinde dengeler herhalde değişiyor, aşırı milliyetçi mülteci karşıtı AfD partisi hükümete girecek. Mevcut Alman siyasi irade mülteciler konusunda ciddi önlemler almadığı için bir sonraki dönem iktidar olma şansını yitirdi. Parlamentoya girmesi bile şüpheli görünüyor. Polonya, Macaristan, Çek, Avusturya, Bulgaristan, topraklarına mülteci almıyorlar.
Bütün bunlar Bizi nasıl etkiler? Mevcut Alman koalisyon hükümeti ılımlı dış politika, gelen mültecilere karşı olumlu entegrasyon politikaları güdüyordu. Yeni AfD ortaklı bir Alman hükümeti çok korumacı, yabancı karşıtı politikalar güdecek. Mültecilerin sınır dışı edilmeleri, geldikleri ülkelere iadeleri söz konusu olabilir. Bu uygulama "Oturma izni" olmayan tüm yabancıları kapsayabilir.
Almanya'ya girişler zorlaşacak. Schengen Vizesi almak herhalde zorlaşacak, Almanya'da iş yapmak zorlaşacak. Enerji santral ekipman satışlarında çok bir problem olmaz. Paranız varsa, finans bulabiliyorsanız, Alman enerji santrali üreticileri size her zaman makina ekipman, gaz türbini, buhar türbini, buhar kazanı, yazılım, tasarım satarlar. Ancak kontrat görüşmelerini Almanya'da yapmanız zorlaşır. Siz de görüşmelerinizi Almanya dışında burda yaparsınız.


---
Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.
Bu makale Ekonomik-Çözüm gazetesi için yazılmıştır.
Prinkipo, 24. Eylül 2016




Wednesday, September 07, 2016

Opera 2016-2017 Yeni Sezon Programları



Neden her şehir Opera binası ister? Çünkü olimpiyat adaylıklarında, Expo, G20, konferans, fuar seçmelerinde şehirlerin opera imkanları onlara seçilmelerinde avantaj sağlar. Tıpkı havuzu olan otellerin bir yıldız fazla almaları gibi öne çıkarlar. Dubai, bu yüzden 330 milyon ABD dolar harcayıp 4-yılda yeni bir opera binası yaptı, 31 Ağustos 2016 günü açılış yaptı, ancak sanatçısı yok, konservatuarı yok. Taşıma davetlerle opera, bale, müzikal guruplarını getiriyorlar, 2000 kişilik büyük salonda 100-200 ABD Dolar koltuk fiyatlarıyla sahneleme yapıyorlar. Hava nemli ve çok sıcak, iç mekanlar aşırı soğutuluyor, bu yüzden yabancı sanatçılar çabuk hasta oluyorlar. 

Bizim harika sanatçılarımız var, konservatuarlarımız var, opera geçmişimiz var. Yeni sezon 2016-17 opera- bale programları "dobgm.gov.tr" sayfasında açıklandı. Eğer geçtiğimiz yıl gördüğümüz bir opera ise aynı sahneleme ile devam ediyor, demektir. Eğer yeni bir opera ismi gördüyseniz, yılbaşından sonra sahneye gelecektir. Artık opera programları belli, şimdiden CD'leri alalım, youtube izlemelerini yapalım, spotify dinlemelerine geçelim, izlemeden önce çok dnleyelim kulağımız alışsın.

Bu sezon İzmir Elhamra Opera’mızda çok güzel eserler var. Sezon geçen yıl oynanmış, ilk oynanma heyecanını atmış, Ruggero Leoncavallo'dan "I Pagliacci (Palyaçolar)" ile açılıyor. 6-8 Ekim ve 5-8 Kasım günleri sahne alacak. Sahne Yönetmeni Önder Göksever ve şef Tulo Gagliardo muhteşem eser sahneye koydular. Kaçırmayın. Daha sonra "Johann Straus (2)'den Yarasa (Die Fledermaus) başlıyor. Yine geçen yıl13-15 Ekim, 3-6 Aralıkve 25-27 Nisan 2017 geceleri sahnede olacak. Çok elenceli, çok komik bir eser, mutlaka gidin. Yönetmen Haldun Özörten ve Şef İbrahim yazıcı sahneliyorlar. Daha sonra Mozart'tan "Zaide" operası var, 25-27 Ekim, 24-26 Kasım geceleri sahne alacak. 22 Aralık gecesi yeni bir opera başlıyor, Gioacchino Rossini tarafından bestelenmiş "Sevil Berberi". 22-24 Aralık, 14-17 Ocak 2017, 16-18 Şubat, 25-28 Mart 2017 günleri orda olmam gerek. 05-07 Ocak, 21-23 Şubat geceleri Giacomo Puccini den "Madama Butterfly" var. Sonra 21-24 Ocak, 20-22 Nisan geceleri Guiseppe Verdi "Rigoletto", kaçmaz. Arrigo Boito "Mefistofele" operası 11-14 Şubat, 20 Mart, 01 Nisan, 20-23 Mayıs 2017 günleri karşımızda olacak.

Ankara operası 1-Ekim gecesi Guiseppe Verdi'den LaTraviata operası ile sezona başlıyor. Arkasından Giacomo Puccini "La Boheme", Georges Bizet "Carmen", "Il Signor Bruschino", Johann Straus (2) eserleri "Çingene Baron (Der Zigeunerbaron)" ve Yarasa (Die Fledermaus)" geliyor. Bu yılın yeni eserleri Jacques Ofenbach"Paris Hayatı", ve "Hoffman'ın Masalları". Bale olarak "Hamlet" ve "Yevgeni Onyegin" devam edecek.

Istanbul'da, Igor Stravinsky "The Rake's Progress (Hovardanın sonu)", Guiseppe Verdi "Ernani", Jacquess Offenbach "Güzel Helen (La Belle Helene)", J.Sebastian Bach "KaffeKantate", Antonio Vivaldi "Bajazet (Yıldırım Beyazit)", sahne alıyor. Donizetti "Don Pasquale", Charles Gounot "Faust", Rossini"La Cerentola (Külkedisi)", Benjamin Britten "Kötülüğün Döngüsü (The turn of the Screw)" geçen sezondan devam edecekler.

Istanbul Süreyya Operasında Bale olarak Çaykovski "Uyuyan Güzel" ve "Fındıkkıran", Stravinsky "Bahar Ayini- Ateş Kuşu", Adolphe Adam "Giselle", ve "Le Corsaire (Korsan)" sahne alacaklar. Arada bir Beşiktaş Fulya ve Bakırköy Leyla Gencer sahnelerinde de yer alabilirler.

Mersin Tarihi Kültür Merkezi binası opera salonunda, Çaykovski "Yevgeni Onyegin", Guiuseppe Verdi "Machbeth", Donizetti "Rita", Pergolesi'den "La Serva Padrona" operaları sahnelenecek.

Antalya Modern Kültür merkezinde Bizet "Carmen", Mozart "Saraydan Kız Kaçırma", Iolanta, Donizetti "Viva la Mamma - Yaşa sen anne" ve Franz Lehar "Şen Dul" sahne alacak.

Samsun modern opera binasında yeni sezonda Puccini "Tosca", Aşk İksiri, Verdi "Maskeli Balo", ve "İl Trovatore", Bizet "Carmen", Il Travatore, Donizetti "Rita"- Bizet "Doktor Mucize" eserleri var. Samsun operasının genç sesleri çok büyük umutlar vaadediyorlar. Onları daha sonra Ankara ve Istanbul sahnelerinde izlerken büyük mutluluk duyuyoruz.

Güncel ortamın karmaşasından, güniçi iş stresinden akşamları biraz uzaklaşın, eşinizi alın operaya gelin, kafanızı opera ile meşgul edin, size çok iyi gelecek.

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

Bu makale http://odtumd.org.tr/ "ODTÜ'lüler Bülteni" dergisi için yazılmıştır. Ankara, 07 Eylül 2016

Tuesday, September 06, 2016

ABD'de Kıble Nerde? Hangi yönde?



Enerji yatırımlarında yer görme, müşteri ile görüşme, teklif verme, kontrat müzakerelerinde çok zaman İslam ülkelerine ziyaret yapmam gerekti. Ordaki insanlarla beraber yemek yemek, müzakere etmek, kontrat pazarlığı yapmak, görüşmek konuşmak, projenin yürütülmesinde durumu gözlemek gereği hep oldu. Bu sürelerde başka şeyler de yaptım. Mesela bayram veya Cuma namazına gittim.

Tanzanya'da bayram namazına gittim. Çok farklı bir cami mimarisine namaz kıldık. Ben bizim ülkede kıblenin güneyde olmasına alışkınım. Mihrab güney ışığı alır, sabah saatlerinde içeri ışık dolar. Tanzanya'da kıble, yani Mekke kenti, kuzey doğu yönünde kalıyor. Güneş arkanıza düşüyor. Pakistan'da ise batı yönünde kalıyor.

Türk üniversite öğrencilerinin sayısı Boston, Massachusettes kentinde artınca dindar ve muhafazakar olanları kendilerine bayram, cuma namazları için cami aramışlar. Daha önce oraya gelen Arab toplumunun camilerine gitmeye başlamışlar. Ancak birşey dikkatlerini çekmiş. Arab camileri çok eski. Arablar 19. yüzyıldan itibaren çok sayıda ABD'ye göç etmişler, kendi ibadet mekanlarını kurmuşlar. Arab camilerinde Kıble, yani mihrab Kartezyen haritasına uygun olarak doğuya bakıyor. Kıble (Yani Mekke kenti yönü) acaba gerçekten doğuda mı?

THY'nin İstanbul (ve ABD'ye göre aynı yönde olan Mekke) - Boston arası non-stop en kısa uçuşu KuzeyDoğu'da yani NewFoundland yarımadası üstünden geçiyor. Türk öğrenciler, "Sizin camilerde kıble yönü yanlış", demişler ve namaz kılarken cami içinde kuzeydoğu'ya dönmüşler. Ortalık karışmış. Arab cemaat ile aralarında anlaşmazlık çıkmış, Arablar Türklere, "Gelmeyin bizim camiye" demişler.

Bunun üstüne Türk toplumu kendi mescitlerini kurmuşlar, sonra bağış alıp cami inşaatına geçmişler. Şimdi tüm ABD kentlerinde aynı anlaşmazlık varmış. Houston, LosAngeles şehirlerinde durum daha da keskin ayrımda, çünkü THY İstanbul - Houston non-stop uçuşu kuzey kutup üstünden geçiyor, bu yüzden Türkler için kıble iyice Kuzey yönünde oluyor.

Diyanet Center, Turkish Islamic Community Center, (9704 Good Luck Rd, Lanham, MD 20706) adresinde bulunan yeni Türk camisi net bir şekilde kuzeydoğuya bakıyor. Osmanlı tarzı modern cami konusunda tecrübeli Mimar Muharrem Hilmi Şenalp, tasarımı yaparken Fatih Camiinden esinlendi. 60 dönüm arazi üstüne 2000 metre2 kapalı alanda 100 milyon ABD Doları bütçe ile yapılan inşaatta Türkiye'den giden 150 süsleme ustası çalıştı. Muhteşem bir yapı ortaya çıktı.

ABD içinde yaşayan Arab toplumu kendi camilerinde tam doğu yönünde secde ediyor. Aslında dünya yuvarlak olduğu için hangi yönden bakarsanız bakın Mekke kenti yönünü bir şekilde bulursunuz.

Kıble kuralı açık seçiktir, "en kısa yoldur", buna "Great Circle Distance" (büyük çember mesafesi) diyoruz. Dünyadaki her bir noktanın "great circle" haritasını yapan programlar var. Houston için 45 derece yani kuzey doğu çıkar.

Kutsal kitabı onlar kendi dillerinde okuyorlar ancak kutsal kitabın dili 7. yüzyıl Arapçası. Modern Arapça'dan anlam olarak çok farklı. Biz çoğunlukla ninelerimizden namaz dualarını öğreniyoruz. Bizim dua okumamız, aksanımız onlara göre çok farklı. Namaz hareketlerimiz de çok farklı, rüküya varış, el bağlama, oturma kalkma her yerde, her ülkede çok farklı. Biz Türkler, Arab değiliz. Biz onlardan farklıyız.

Arab'larla aramızda her konuda bildik bileli ciddi bakış açısı farkımız var. Onları 1517'den 1917'e kadar idare etmişiz, ama epey sert idare etmişiz, unutmaları zor. Araplar bizi sevmez. Sevmeleri için de neden yok. Arab ülkelerinde iş yapmış, onlarla yakın mesafede görüşme fırsatı bulmuş, beraber müzakere yapmış tecrübeli bir eski satış elemanı olarak söylüyorum. Onlar bizi günahları kadar bile sevmezler. Kimse kendini kandırmasın. Kutsal emanetleri 1517'de Istanbul'a getirip önce Topkapı sarayına koymuşuz, cumhuriyet ilanından sonra aynı sarayı müze yapmışız. O emanetler ile hilafet kurmayı hayal ederler. Bugünlerde İslam Birliği ortak ordu çalışmaları var. Ben bu tür oluşumları doğru bulmuyorum.

Onların "müslümanız" diye bizi çok sevdikleri zannına kapılmayalım. Kendimizi kandırmayalım. Biz onları seviyoruz diye onların da bizi sevmesi, ya da tam tersi durum gerekmiyor. Ortak iş yapmak için muhataplarımızla birbirimizi çok sevmemiz şart değil. Karşılıklı saygı çerçevesinde, her milletten, her ırktan, her dinden, bütün inanç sistemlerinden insanlarla, ülkelerle iş yapmamız gerekiyor. Bunu yaparken, hiç bir ortak paydamızı gereğinden fazla abartmamalı, hiç bir farklılığı da ortak iş yapmanın karşısında bir engel olarak görmemeliyiz. İş hayatının kendi kuralları vardır. Bu kurallar çerçevesinde ilerlemek en iyisidir.



Prinkipo, 04/02/16

Terör ile Savaş için Yeni Strateji


Dhaka, BanglaDash Olayları Sonrası Geliştirilen Yeni Stratejiler

Bugünlerde bazı gelişen olaylara, bu tatsız olaylara bütün dünyada verilen siyasi çözümlere dikkatinizi çekmek istiyorum. Rusların asırlardır uyguladıkları acımasız bir yöntemin devreye girdiğini ve her ülke yetkililerce dünyanın her yerinde kabul gördüğünü hayret ve dehşetle gözlemliyorum.
Rusların savaş stratejisinde harcanan kaybedilen ölen insan kaynağının önemi yoktur. Önemli olan düşmanın yok edilmesidir. Savaşı kazanabilmek için tüm kaynaklarını harcarlar. Dünyanın en büyük tank savaşında 1943 yılında Kursk bölgesinde 760 Alman tankına karşı 1961 Rus tankı kaybettiler, sonunda Almanlar yenildiler geri çekildiler. Almanlar kaybettikleri tankları hemen yenileyemediler, çünkü fabrikalar çalışamaz halde idi, ama Ruslar Ural dağları arkasında savaştan uzak konumlanmış 5 fabrikada savaşta kaybettikleri tankların daha iyi modellerini kısa sürede üretip savaş alanına soktular. 1945 Berlin savaşında 81 bin Rus askeri ve 90-100bin Alman askeri öldü. Bu büyük insan kaybından sonra Berlin teslim oldu.
Rus stratejisinde rehin alma olaylarında rehinelerin çoluk çocuk kadın genç ihtiyar kaybının hiç bir önemi yoktur. Tüm rehineler ölebilir. Önemli olan, onları rehin alan teroristlerin komple öldürülmeleri yok edilmeleridir. 2002 Moskova Dubrovka tiyatrou ve 2004 Çeçenistan Beslan okul rehin alma olaylarında gördük. Çok sayıda rehine öldü, bu arada tüm teroristler öldürüldü.
Batı toplumlarında eskiden rehineleri kurtarabilmek için teroristlerle müzakere edilirdi, pazarlık yapılırdı, psikologlar devreye girerdi, ama baktılar olmuyor, teroristlerin istekleri bitmiyor. Önce İsrail uygulamaları ile başladı. 1971 Münih olimpiyatlarında tüm İsrail sporcuları ve rehin alan teröristler öldü. 1976 Uganda Entebbe saldırısında rehinelerin bir kısmı kurtarıldı, teröristlerin tümü öldürüldü, bütün bunlardan sonra İsrail teröristlerle müzakere etmeyi bıraktı.
1-2 Temmuz 2016 günleri Dhaka BanglaDash olayında 6-terörist öldürülürken, 20-yabancı rehine ve 2-polis öldü. Artık teroristlerle müzakere yok, güvenlik kuvvetleri hepsini öldürüyor, bu arada rehineler de ölüyor. Rusların saldırı ve ne pahasına olursa olsun kazanma düşmanı yok etme stratejisi aynen uygulanıyor. Müzakere ihtimalini ortadan kaldırmak için medya ve internet iletişimine sansür uygulanıyor.
Son 20-Haziran 2016 Atatürk hava limanı terör saldırısında rehin alma olayı olmadı, teröristler kendilerini havaya uçurdular. 1-Temmuz Dhaka'da bir Café' de yabancıları rehin alan teröristler normal hayatlarında dini bütün, üniversite öğrencisi, zengin ailelerin çocukları idi. Yani Dhaka'da umarsız, parasız zavallı ezilmiş eğitimsiz fedailerden bahsetmiyoruz. Güvenlik güçlerinin müdahalesi sırasında Dhaka'da teröristler ve rehineler hepsi öldü, öldürüldü.
Führer'in lise sonrası eğitimi yoktu, 1.Dünya savaşı sonrası hayatını orta düzey bir ressam olarak kazanıyordu. 1.Dünya savaşını onbaşı rütbesi ile bitirdi. Hapse girince kitap yazdı. Başkanlığını yaptığı Nazi partisi 1933'te iktidarı %33 oy oranı ile ele geçirdikten sonra Almanya'yı ikinci büyük dünya savaşına götürdü, emrinde çok değerli generaller profesörler işadamları vardı.
Führer, 1945'te sığınağında iken, "Beni Alman halkı seçti, ölebilirler çünkü onların oylarıyla onları yönetmek için iktidara geldim" demiş, Yani seçtiğiniz yöneticilerden siz seçmenler sorumlusunuz. Aldıkları her kararda size hesap vermek durumundalar. Dediğim dedik davranamazlar. Bunu uygulamak uygulatmak zorundasınız.
Artık yeni bir döneme giriyoruz, terörle savaş çok acımasız olacak. Ne kadar çok bulaşırsanız karışırsanız o kadar çok zararlı çıkıyorsunuz. Herkesin karıştığı ve bin pişman olduğu koca 2. Dünya savaşına girmemiş, çocukları babasız bırakmamış dirayetli tecrübeli bir idareden nerelere geldik, inanılır gibi değil. Demokrasinin bizim coğrafyada işlemesi için klasik herkese hoşgörülü batı uygulamalarından daha farklı düşünmenin zamanı geldi geçti. Tüm dünyada parlamento mücadelesinde yeni acımasız zalim stratejiler uygulamalar zorlamalar dayatmalar ortaya çıkacak, herkes gücünün yettiğinin kolunu bükecek, isteklerini zorla kabule zorlayacak
2016 Odtü mezuniyet töreninde Devrim stadyumunda öğrencilerin elinde geçen bir posteri sizlere hatırlatayım, "Önemli olan bu okuldan mezun olmak değil, bu ülkede hayatta kalabilmek"


---
Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.



Prinkipo, 02 Aralık 2016

Benim Kitapevlerim


Alman Hugendubel, Amerikan Barnes & Noble, Ankara'da Arkadaş,
İzmir'de YAKIN, Üsküdar Kuzguncuk'ta Nail Kitapevi, İstiklal'de Robinson.

Kitapçı deyince yurtdışı örneklerde önce iki kitap zinciri aklıma geliyor. Alman Hugendubel kitap zincirinin Hamburg dükkanında üçüncü kat cam kenarında berjer koltuklar var, güneş vuruyor. Karşınızda göl manzarası var. Gündüzü kısa süreli kış aylarında okuyacağınız kitabı alıp rahat berjer koltuklara oturuyorsunuz, keyifle kitabınızı okuyorsunuz. Ayrıca kahve servisi de var, şekersiz CafeLatte kitap okurken çok iyi gidiyor.

Amerikan "Barner & Noble" kitapçısı, zincir dükkanlarında benzer servisi yapıyor, çok sayıda berjer koltuk ve herşeyden önemlisi kahve servisi var. Hampton, Virginia dükkanı tek katlı bir mekan, dışardan aynı bir fastfood McDonalds görüntüsünde, içersi ise bir okuyucu cenneti. Günün haftanın belirli saatlerinde, çoğunlukla akşamüstü iş bitimi saatlerinde kitapçının dip köşelerinden birinde yazar- okur buluşması düzenleniyor. Çok okunan kitapların sahibi yazarlar yılboyu şehir şehir kitapçıları dolaşıyorlar, okurlarla buluşuyorlar, kitaplarını imzalıyorlar. Okuduğu kitabın yazarıyla buluşmak, ona kitabını imzalatmak, yazar ile bir-iki cümle konuşmak, okur için büyük mutluluk.

Italya'nın Roma kentinde eski bir mantar imalathanesini kitapevi yapıp etkinlik düzenleyen var. Sahibi mekana "Book-bar" (BarABook Roma) adını vermiş, bazısı brunch servis ettiği yeri aynı zamanda kitapevine çevirmiş. Bir başkası bu tür mekanına edebi kafe (Literary- Cafe, Caffé Lettetario Mameli) demiş. Her ne kadar bu yerlere "Café" denilse de, bu tür yerlerin vaz geçilmez içeceği yerel şarap. Anlaşılan şarap mahzenleri (Enoteca) de zengin. Genellikle bu tür kitabevleri bazı geceler sinematek olarak ta kullanılıyor.

Bizde nasıl bu işler? Kitapçılarda berjer koltuk çok nadir bulunuyor. Çoğunda yorulduğunuzda oturacak yer bile yok. "Kitabını satınal ve git", anlayışı hakim. Kitap fuarları çok kalabalık, mahşer yeri gibi. Yazar ile iki cümle konuşmaya imkan yok.

Hepsinin hakkını yemeyelim, bizde iyi örnekler de var. Ankara Armada Remzi kitapevinin sol dip tarafında berjer koltuklar var. Ankara Kavaklıdere D&R üst katlarında cam kenarı Kuğulu park manzaralı berjer koltuk mekanları mevcut. Girişte kahve servisi de var, ancak kahve kendi ayrı bölgesinde içiliyor. Diğer D&R mekanları, mesela Bilkent D&R, dar, sıkışık, küçük, ekstra servis imkanları kısıtlı.

Kızılay Karanfil sokaktaki Dost kitapevi üç ayrı kitap satış dükkanını tek mekana topladı. Arka açık otoparkı, iç mekana kattı. Ankara'nın en büyük kitapçısı oldu. Ancak içersi haftasonları mahşer yerine döndü, oturacak yer yok, berjer koltuk yok, kahve servisi yok, yazar-okur görüşme, kitap imza günleri yok.

Arkadaş kitabevi, Ankara Oran One-Tower AVM içinde çok geniş bir mekanda yeni şubesini açıyor. Bakalım içinde berjer koltuklu okuma yerleri, kahve servisi, yazar imza günleri olacak mı?

Coşkun (Küçüközmen) hocam, İzmir Kıbrıs Şehitleri Caddesinde yer alan Yakın kitabevi mekanını çok sever. Burda Çay- Kahve servisi çok iyi, berjer okuma yerleri mevcut. İmza günleri yapıyorlar. Narlıdere Balçova arasında yeni açılan Arkadaş kitabevi, Forum AVM D&R, Agora Remzi Kitabevi, hocamın favori kitap mekanları.

Odtü Mezunları Vişnelik lobi mekanında rahat berjer koltuklar var. Ancak yeterli aydınlatma yok. Kitap okumak çok zor. Haftasonları kitabımı, gazetemi orda okuyayım istiyorum, okumaya imkan yok, çünkü mekanda yeterli ışıklandırma yok. Yazar imza günleri yapılıyor, ama yeterli duyuru, ilgi oluyor mu? Bilemiyorum.

Odtü Kütüphanesinin en üst katında yer alan cam kenarı orman manzaralı kırmızı koltuklar benim okul yıllarımdan beri en çok sevdiğim yerlerden biridir. Üniversite kütüphanesi olduğu için burda yazar imza- söyleşi günleri düzenlemeye imkan yok. Kahve girişteki otomatlarda var ama içeri götürmek mümkün değil.

İstanbul Üsküdar Kuzguncuk İcadiye caddesi üstünde eski üç katlı bir bina Nail kitapçısı oldu, çok hoş güzel rahat sevimli bir mekana döndü. Cam kenarı sedirlerde oturun. Berjer koltuklar da var, kahve makinasından kahve almanız da mümkün.

Kitabım bir gün bir yayınevi tarafından editör denetiminde basılırsa, eğer o günleri görürsem, gazete röportajlarımı, okur buluşmalarımı, imza günlerimi mutlaka Kuzguncuk Nail kitapevinde yapacağım, söz. Berjer koltukları olmayan, kahve servisi yapmayan kitapçılar, beni boşuna çağırmayın, gelmem.

Çevrenizde, şehrinizde, yörenizde içinde berjer okuma mekanı olan, kahve servisi yapan, yazar okuyucu, imza günleri düzenleyen kitapçılar varsa bana yazın, hep beraber öğrenelim, duyuralım, buralarda zaman geçirelim, alışveriş yapalım.

Prinkipo, 30 Ağustos 2016


Enerji Yatırımlarında Öz Kaynak Finansmanı Nasıl Sağlanır?


Alıcı ve satıcı bir masa etrafında toplanırlar, termik santral, rüzgar veya güneş santrali, buhar kazanı, buhar türbini, gaz türbini alım- satımı için müzakere ederler. Kontrat üstünde her detayda görüşürler, teslimat süresi, deneme süresi, azami devamlı kapasite, yakıt kullanımı, ve en son fiyat üstünde anlaşmaya varırlar.


Alıcının, bankalardan finansman guruplarından projesine kredi bulabilmesi için, proje bedelinin %20-30 miktarı kadar kendi öz kaynaklarından para koyması istenir beklenir. Bu noktada alıcı satıcıdan, kendi öz kaynak payını kapsayacak kadar fiyatında artırım yapmasını ister. Proje bedeline %20 özkaynak koyması beklenen alıcı, satıcının son fiyatının 1/(1-0.20) yapılmasını ister. Satıcı müzakere sonucunda alıcıdan bu talebin geleceğini bilir, fiyatını ve son teklifini bu yeni artırılmış rakama göre hazırlar.


Sonra finansman piyasalarına çıkılır, fizibiliteler ortaya konur, kredi aranır. Bu anlaşmalı şişirilmiş fiyat durumunu bilen bankalar, finansmancılar, durumu görmemezlikten gelirler. Ortak finansman paketi, sindikasyon, hazırlanır. Krediler açılır, gerekli fizibiliteler bu yeni fiyat üstünden yenilenir. Alıcının payına düşen kredi payı finans paketinden çekilir, avans olarak satıcıya ödenir. İş başlar, proje yürür, biter, geçici ve kesin kabuller yapılır. Santral alıcının işletme personeline teslim edilir. Satıcı parasının son payını alır, sahadan çekilir. Kredinin geri ödemesiz süresi (2-5 yıl arası) biter. Alıcı ürettiği elektrik satısından kazandığı para ile borcunu finansör gurubuna ödemeye başlar.


Yani bizim coğrafyada hiçbir alıcı taşın altına elini koymaz. Yani Projenin öz kaynak payını kendi bütçesinden ayırmaz. Bu kadar cinlik neden yapılıyor? Neden yatırımcı yapması gerekeni yapmıyor? Bütün bunlar doğru mu? Herkes, projenin tüm paydaşları alıcı ile satıcı arasındaki durumu biliyorlar, ama nedense ses çıkarmıyorlar. Fiyat şişiriliyor. Proje bedeli artıyor, finansman paketi rakamı büyüyor, daha büyük paket finanse edildiği için finansmancı iyi para kazanıyor. Alıcının cebinden öz kaynak parası çıkmıyor. Satıcı sesini çıkarmıyor, istediği parayı proje bütçesinden zamanı gelince problemsiz çekiyor. Geçici ve kesin kabul sırasında kimse itiraz etmiyor. Gerekli resmi onaylar için fizibiliteler bu düzende yenileniyor.


Alıcı ve satıcı arasında yapılan dişe diş en ucuz ve en iyi mal hizmet ürün ekipman alımı neden sonunda kopuyor? Alıcının öz kaynak payı finansmanı için fiyatlar artıyor. Bu fiyat son kullanıcının cebinden çıkıyor. Yapılanlar doğru mu? Konan kurallar neden eğiliyor, bükülüyor? Finansmancı başta neden alıcıdan öz kaynak payını istemiyor? Öz kaynak payının finansman paketi içine yedirilmesine neden göz yumuyor? Bu ne biçim iş? Bu karmaşık düzeni kurgulayan yatırımcı işbilir başarılı sayılıyor. Bu şartları kabul etmeyen satıcılar iş kaybediyorlar.


Enerji projelerinde en zor kısım proje finansmanıdır. Projenin yatırım parası için finans kuruluşları, risklerini düşünüp eğer ticaret ortamını gelir için güvenli bulurlarsa proje finansı verirler. Yoksa devlet veya özel sirketten garanti veya başka teminatlar isterler. Enerji projesi rekabet ortamında (merchant power plant) serbest piyasada ürününü satacaksa, finans kuruluşu serbest piyasa ve fiyat oluşumlarını inceler. Sonuç olarak proje gelirlerinin borç taksitlerini ödemeyi karşılama oranlarına göre karar verir. Oran düşükse daha fazla öz sermaye veya özel fonlu işletme sermayesi ister. Batı Avrupa'da Kuzey Amerika'da finans kurumları hiç bir zaman hesapsız risk almak durumuna düşmek istemezler. 

Bizde neden böyle olmuyor? Madem sonunda özkaynak payı alıcı (yatırımcı) tarafından ödenmeyecek, neden bu kadar karmaşık işler yapıyoruz? Öz kaynak payını ödemeyen yatırımcının projesine bankalar finansman kurumları neden kredi veriyorlar? Nasıl, neye güvenip kredi veriyorlar? Kazanan belli, kaybeden kim? Yoksa kaybeden yok mu? Batı Avrupa'da Kuzey Amerika'da neden böyle uygulamalar yok? Çünkü oralarda bu işi yapanlar için ciddi para ve hapis cezası yaptırımları var. Alıcı bu uygulamayı isterse, satıcıdan çok sert olumsuz tepki alıyor. Bu yapılan işin ABD mahkemelerindeki adı "inflated invoice" veya "overbilling". Para cezası fatura tutarı ile doğrudan ilişkili hesaplanıyor. Hapis cezası ise 36-50 ay arasında değişiyor.

Bizim coğrafyada bu yapılanlar suç değil, bu yüzden cezası da yok. Fiyat şişirme olayını daha öteye götürenler de var. Anlaşmalı durumlarda kredi payı daha da artırılıyor, satıcı bu artan kısmı alıcının yurtdışı offshore hesabına aktarıyor. Bu şekilde ihracat yapmadan çok büyük paralar yurtdışı offshore hesaplarına geçiyor. Bir finansman kuruluşunun bir projeye, bilerek, bütün yatırım parasını ve hatta daha fazlasını vermesi, işin finansmanından çıkıp risk ortağı haline gelmesi demek olur. İç ve dış denetim sistemlerinin bu durumu ortaya çıkarması, uyarması, engel olması, yaptırım uygulaması gerekir.


Prinkipo, 30 Ağustos 2016

İşyerinde Kriz Yönetimi (1976 yılından bir hikaye)


Ankara'da 1976 yılında kamuya ait bir makina fabrikasında çalışıyorum. Okulu bitireli birkaç yıl olmuş. Bakım onarım atölyesi mühendisiyim. Endüstri meslek lisesi motor, eletrik, mekanik mezunu yaklaşık 30 çalışanım var. 32,000m2 kapalı alanda yılda 12,000 ton makina techizat üretiyoruz. Yerli kömür yakan suborulu ızgaralı endüstriyel buhar kazanları yapıyoruz. Çalışan toplam 500 işçi, 20 mühendis var. Fabrikada büyük ağır makinalar, torna, freze, vals, kaynak makinaları kullanıyoruz. Bunların acil onarımlarını ve periyodik 5000 saat bakımlarını yapıyoruz. Yağ yeniliyoruz. Aşınan bozulan kırılan dişlileri, zincirleri, başka aksamı, değiştiriyoruz, yeniliyoruz. Motor yanıyor, sargılarını yeniliyoruz.


İşimiz zor, belirli iş programı var, ağır iş tezgahlarının 7/24 çalışması lazım. Devamlı bakım yapıyoruz. Haftasonu çalışmalar, gece vardiyaları için çalışanlara yüksek prim ödüyoruz. Odam bakım onarım atölyesi içinde merdivenle çıkılan çelik profillerden yapılmış yüksekte bir kulübe. Yukardan herkesi görebiliyorum. Fabrikanın gürültüsü beni serseme çeviriyor. Kulaklarıma pamuk tıkıyorum. Ayaklarımda burnu çelik korumalı botlar, kafamda plastik mavi miğfer, sırtımda mavi önlük var. Hiç durmadan fabrikayı turlamam, onarımları takip etmem lazım.

Bir gün odamda çalışırken baktım aşağıda yeni işe girmiş iki genç işçi yumruk yumruğa kavga ediyorlar. Basit kavga değil, ölümüne yumruklaşıyorlar. Geçmiş gün sebebi ne? aklımda değil. Hışımla odamdan çıktım, koşarak merdivenlerden indim, bağırdım, "İşyerinde kavga ettiniz, yaktım çıranızı, yürüyün benim odaya". Odama çıktılar. Ancak onlara ayıracak zamanım yok. Caydırıcı bir insiyatif göstermem lazım. Bu arada tezgah bakım onarım işlerini denetlemem lazım. Herşey bir anda doğaçlama kendiliğinden oluştu. Benim odadaki masanın her iki yanına ikisini oturttum, önlerine kağıt kalem koydum, "Yazın savunmanızı, Neden kavga ettiniz? Ne oldu?" Bıraktım orda onları, dışarı çıktım. Kafam kızmış, benim de sakinleşmem lazım, yaklaşık bir saat fabrikada onarım yapılan tezgahları dolaştım. Sonra atölyeme geri döndüm. Odama çıktım. Savunmalarını yazdıkları kağıtları ellerinden aldım. Sonra çok ciddi bir yüz ifadesi ile evlerine gitmeleri için izin verdim. Onlar gittikten sonra kağıtları okudum. Birbirlerini öldüresiye yumruklayan iki genç işçi, iş yazılı savunma yapmaya gelince, kendilerini ifade etme güçlüğü çekmişlerdi. İkisi de yazdıkları savunmada pişmanlık arzediyorlardı. Belki de savunmalarını yazarken yaptıkları işin saçmalığını farketmişlerdi.

Ertesi gün işçi servisinden konuşarak arkadaşça indiler. Gün boyu ve devam eden günlerde daha yakın arkadaş oldular, hatta birbirlerini kolladılar. Daha sonra usta, ustabaşı imtihanlarına girip terfi ettiler. Aileleri ile lojmanda parasız kalma hakkı edindiler. Çocukları çok iyi okullarda okudular, iyi eğitim aldılar.

İşyerinde kavga etmek, iş kanununa göre tazminatsız işten çıkarılma nedeni. Dünyanın her yerinde böyle. İşlerinden olma korkusu aralarındaki düşmanlığı bir anda bitirmiş. Zaten kimbilir neden kavga ettiler? O bile aklımda net değil. Konuyu uzatmadım, idareye haber vermedim, açıkcası savunmalarını "sümen altı" ettim. Yazılı savunmalar kişisel dosyalarımın dibinde unutuldu gitti, ama olay aklımda kaldı. Benim için kitaplarda yazmayan, ancak yaşayarak öğrenilen iyi bir iş idaresi tecrübesi oldu.


Benzer bir olay bir başka arkadaşımın başından geçmiş. Kavgada kapı çerçeve kırılmış. Sonunda kavgaya karışanlar sözlü uyarıyla bir anlamda affedilmiş. Affetmek elbette bir vicdan meselesi, ama caydırıcı değil. Konudan haberdar edilen tecrübeli iş avukatları, bu kararın hukuki açıdan sakıncalı olduğunu bildirmişler. Kavga edip iş akitleri feshedilmeyen, affedilen kişilerin tekrar kavga ettiklerini, daha kötü sonuçlara vardıklarını anlatmışlar. İlk olayda affedenlerin de doğrudan sorumlu olacaklarını ve ciddi hukuki sonuçları olacağını aktarmışlar.


YHT ile Ankara- İstanbul yolculuğu yaparken, eski fabrikamın yanından geçiyorum. Fabrika yapan artık fabrikam çalışmıyor, derin hüzün dolu sessizliğe bürünmüş. Okul sonrası genç yıllarımı harcadığım mekanlar şimdi bomboş, hiçbir hareket yok.
---

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


Prinkipo, 04/26/16

Istanbul, 1939-1940 Yıllarından Bir Hikaye

Küçük Ayşe ilkokulu bitirmek üzeredir. Annesiyle beraber Fatih Kıztaşı mahallesinde, rahmetli babadan kalma küçük evde otururlar. 1912-13 Balkan savaşları muhaciri Sarayevo'lu anne Fatma Müzeyyen hanım gündelikçi terzidir, mahallenin gelinlik kızlarına elbise diker. Alt kat haneyi kiraya vermişlerdir. Az bir parayla çoğu sebze ağırlıklı yemek yaparak karınlarını doyururlar. O yıllarda balık bol ve ucuzdur, fakir yemeğidir. Küçük Ayşe'nin okul önlüğü çok eskimiştir. Yenisini alacak paraları yoktur. Sepya fotoğraflarda siyah önlüklü arkadaşları arasında çok yıkanmaktan artık beyazlaşmış önlüğü ile çok kolay seçilir.

O günlerde İstanbul'da yabancı dilde eğitim yapan okullar bir yeni ortak karar alırlar. Heryıl fakir ama çok çalışkan birkaç öğrenciyi parasız yatılı olarak alacaklardır. Bu durumu kimseye söylemeyeceklerdir. Her okul çevre ilkokullara yazı yazar, aday ismi ister, aday öğrencinin çok çalışkan aynı zamanda çok fakir olması şartı vardır.

Fransız kız mektep lisesinin talebine her ilkokuldan aday ismi verilir. Mayıs ayında okul seçimini yapar, Ayşe'yi seçer ve okuluna bildirirler. Sonra araya yaz ayı girer, eylül yaklaşır, okuldan bir ses çıkmaz. Ayşe merak eder, ilkokul öğretmenine sorar, öğretmen okul müdürüne sorar, müdür telefon açar, son durumu sorar.

Fransız kız mektep lisesinden cevap gelir. Evet seçimi yapmışlar, başta Ayşe'yi seçmişlerdir. Ama o sıralarda tek parti döneminin önemli bir devlet kurumu müdür yardımcısının da ilkokulu bitirmiş bir küçük kızı vardır. Kendilerine doğrudan bir talep iletilir. Yabancı dilde eğitim yapan lisenin devlet katları ile bürokrasi ile iyi ilişkiler içinde olması gerekir. Ayşe seçimini gözardı ederler.

Öğretmeni küçük Ayşe'ye durumu anlatır, başarılı insanların her zaman başarılı olacağını söyler, dünyanın sonu değildir. Ayşe olanları çabuk unutur, bu durum hayat boyu başına gelecek ne ilk ne son talihsizlik olur, mahallenin ortaokuluna yazılır, sonra Çapa ilköğretmen okuluna, daha sonra Ankara Gazi Terbiye türkçe-edebiyat braş öğretmenliğine girer, bitirir. Yaşına uygun hakim adayı genç bir beyle evlenir, üç oğlu, dört torunu, çok yeni bir torun kızı olur. Emekli olana kadar binlerce öğrenci yetiştirir. Yıllar öncesine bakınca insan sormadan edemiyor, acaba küçük Ayşe, Fransız kız mektep lisesine girseydi, hayatı nasıl yönlenirdi? Çok iyi Fransızca öğrenirdi. Okul bitince herhalde zengin biri ile evlenirdi, sonunda ev hanımı olurdu, evinde otururdu. Belki böylesi çok daha iyi oldu.

Fransız kız mektep lisesi bu uygulamayı çabuk durdurdu. Çünkü istedikleri sonucu alamadılar, amacın dışına çıktılar. Yoğun torpil baskısı altında kaldılar. Başka bazı yabancı dilde eğitim yaban okullar uygulamayı bir süre daha devam ettirdiler. Torpil geldiğinde ona uydular, olmadığında fakir çalışkan öğrencileri seçtiler aldılar, çalışkan öğrencilerin varlığı sınıfın eğitim kalitesini yukarı çekti.

Benim çocukluğumda parasız yatılı lise imtihanları vardı, bu imtihanlara girenler parasız yatılı okullara geçerlerdi, nedense milli eğitim bakanlığı üst bürokratlarının çocukları hep İstanbul'un gözde liselerini, kazanırlardı. Söylendiğine göre bu ayrıcalıklı çocukların başına gönderilen mümeyyizler, onlara doğru cevapları dikte ettirirlermiş. Aynı imtihana giren ve ayrıcalığı olmayan diğer çocuklar bu durumu yıllar sonra arkadaş toplantılarında hep anlattılar.

Bilenler, 1980'lerde Ohio ünivesitesine Türkiye'den çok sayıda muhafazakar görüşlü burslu öğrenci geldiğini söylerdi. Burs programı pahalı üniversite masraflarını ödediği gibi, iyi de cep harçlığı verirmiş. Yabancı bazı üniversiteler, özellikle bazı İngiliz ve Amerikan üniversiteleri, genç merkez bankası ve dpt memurlarının master programlarına çalışırdı. Öğrencilerin yazdıkları tezler hep Türkiye konulu idi. Türkiye'nin mali- ekonomik, ticari, finansal detay bilgilerini yurtdışındaki akademik ortama taşıdılar. Saklı gizli bilinmedik bilgi kalmadı. Gittiler yüksek eğitim (MSc, PhD, PostDoc) yaptılar. Sonra çok az sayıda bursiyer, akademik hayata devam etti. Çoğu aldıkları dereceleri bürokratik terfileri için özgeçmişlerinde kullandılar.

Türkiye'de çok iyi dünya çapında eğitim yapan üniversiteler var artık. Devlet ve özel vakıf üniversiteleri ayrı ayrı değerlendirmek lazım. Bugün Avrupada çalışan işçilerimizin orda okuyan 2.-3. Kuşak çocukları İngilizceyi, Fransızcayı, Almancayı, bizim yabancı dille eğitim yapan okul mezunlarından çok daha iyi konuşuyorlar. Bugün artık lise parasız yatılı imtihanları yok. Yabancı dil öğrenmenin binbir yolu var. En iyisi o dilin konuşulduğu yerde bir dil okuluna gitmek.

Ben İngilizceyi, liseyi bitirdikten sonra, çok zor yoldan öğrendim. Yabancı dil hazırlık eğitimi almadım. İngilizce eğitim yapan mühendislik fakültesini çok zor bitirdim. Staj için İngiltere'ye gitmem, orda 3-ay geçirmem bana çok faydalı geldi. İngilizce öğrenmek, öğrendiğim İngilizceyi kaybetmemek, daha geliştirmek hayat boyu en büyük çabam oldu. Bugün çoğu yabancı dilde eğitim yapan kolej mezunundan daha iyi yabancı dilde okuyor, anlaşabiliyor, üstelik yazabiliyorum. İlerde umarım İngilizce kitabım da yayına girecek. Hala olumsuz "literary agent" cevapları geliyor, ama ingilizce makalelerimin yayınlanması bile benim için önemli bir başarı diyorum. Mesleki konferanslarda ingilizce sunumlar yapabiliyorum, toplantılara hala davetler alıyorum.

Geçtiğimiz yılbaşında Münih'te beş hafta hergün 3-dolu saat yoğun Almanca başlangıç dil eğitimi aldım, yirmi kişilik sınıfta diğer öğrencilerin yaşı 18-35 arasında idi. Yaşım ilerlediği için ezber çalışmam daha uzun daha zor geçti, ama Almanca'yı çok sevdim. Almancayı öğrendikçe, ders sonrası yolda, markette kullandıkça, insanların tavrını, derdini tasasını sevincini daha iyi çözer oldum. Bana çok iyi geldi.

---

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.



Prinkipo, 04/26/16

Enerji Piyasalarında Ticari Mağduriyet Nasıl Önlenir?


Enerji yatırımlarını yürütmek, uzun soluklu maraton yarışları gibidir, bu piyasada 100-m kısa koşu yapamazsınız, bugünden yarına hemen pozisyon değiştiremezsiniz, yakıt tipini bir anda değiştiremezsiniz. Bu uzun maraton koşusunda tedarik güvenliği tam olan yerli kömürü kullanmaya bakın, derim. Olaya kısa dönem bakarsanız çok zorlanırsınız, belki batarsınız.

Hamitabat, Bandırma, Gebze-Adapazarı, OvaAkça, Temelli gaz yakan büyük kapasiteli kombine çevrim santralleri halen çalışıyorlar, çünkü yakınlarındaki şehirlere ve endüstri merkezlerine baz santral olarak elektrik veriyorlar. Diğer gaz santrallerinin durumu hiç iyi değil. Doğal gaz fiyatlarındaki ucuzlama henüz iç piyasaya yansımadı. Halen doğal gaz yakan bir büyük kombine çevrim santral çalışmıyor, elektrik üretmiyor, para kazanmıyor, bir diğeri %30 kapasitede çalışıyor.

Yurtiçinde ve yurtdışında ithal kömür yakan çok sayıda termik santral "Ticari Mağduriyet" nedeni ile büyük kapasiteli işletmelerine zaman zaman ara vermişler. Detaylar ilgili mercilere bildirildi, biz de herkesle beraber duyduk. İthal kömür fiyatları ton başına 50$'ın altına inmesine rağmen ithal kömür yakan termik santrallerde üretilen elektriğin maliyeti, piyasa elektrik satış fiyatlarının üstünde kalmış. Sonunda düşük fiyatla piyasaya ürün satmak istemeyen yatırımcılar doğal olarak ekonomik kararı vermişler ve işletmeyi belirli sürelerde durdurmuşlar.

Eskiden "Bu durum sadece kombine çevrim santrallerinde olur", diyorduk, şimdi ithal kömür santrallerinde oluyor, yerli kömürü toprak altında bırakıp bir süre yabancı ithal kömür kaynaklarını kullanacaktık, Ne oldu? Ne değişti?

Avustralya'da büyük gaz yatakları var. Piyasası eskiden yoktu. Hepsini ucuz fiyata Çin ve Japonya alıyordu. Avustralya iki büyük tesis kurdu, Wheatstone ve Gorgon. Her bir yatırım $60 milyar. Tüm dünyaya LNG satacaklar. Beş sene önce gaz MMBtu başına $17.50 idi. Şimdi $6.50. Yatırımlar iyi, zira önceden gazı satmışlar. Ama şimdi Japonlar bastırıyor ve fiyatta indirim istiyorlar. Bakalım nerede anlaşacaklar.

Avustralya'da artık yeni proje yapamazlar. Üçüncü proje, Browse hiç başlamadan iptal oldu. Halbuki 2010-2013 arası tüm detayları projelendirilmişti. Sadece projelendirme için neredeyse $200 milyon masraf etmişlerdi.

İthal kömüre yatırım konularının yapılabilirliğinin sorgulanması (feasible) enerji güvenliği (energy security) açısından hiç iyi haberler değil. Enerji konusunda MARKAL/TIMES gibi belirli denenmiş bir model üzerinde ileriye dönük stratejiler yapacak yeni planlar gerek. Mevcut genel kabul gören görüş, maksimum oranda yenilebilir enerjiyi sisteme katabilmek yönünde oluyor.

Ulusal şebekeye besleme (Feed-in) destekleri değişiyor, piyasada geriye dönük satışlar (reverse capacity auction) baslayacak. Fosil kaynaklı elektrik üretimi gittikce azalacak, yakında karbon vergisi konacak, emisyon ticareti oluşacak. Yani bir süre sonra yerli kömür de piyasa için pahalı gelebilir ve "Ticari Mağduriyet" yaratabilir.

Şu an için en iyi yöntem, linyit konusuna piyasa yatırımcılarının ne yapacaklarına dair ortak görüşe varmaları ve nasıl yatırım yapacaklarına karar vermeleridir. Ülkelerin özel durumları, ekonomik güçleri bazı istisnalar yaratabilir, ama ilerde kömür yatırımlarına finans bundan sonra gittikçe güçleşecek görünüyor. Bütün bunları şimdiden bilin ve ona göre yatırım programlarınızı yapın.


Prinkipo, 07/12/16

Sıradışı Yeni Bir İş Bulma Hikayesi.


Kurban Bayramınız kutlu, yüreğiniz umutlu, umutlarınız atlı, sevdanız kanatlı, mutluluğunuz katlı, sofranız tatlı, mekânınız tahtlı, ömrünüz bahtlı olsun... Bugün sizlere alışılmışın dışında yeni bir iş bulma hikayesi anlatacağım. 1973 yılında Üniversite bitti, her birimiz okul bitirme belgelerimizi aldık, ailelerimizin yanına gittik. Herkes kendi hayatı için yeni planlar yapmaya koyuldu. yurtiçinde ve yurtdışında lisans üstü eğitim çabasına girenler, iş arayanlar, babasına aile işinde yardım edenler oldu. O sıralar İstanbul'dan İskenderun'a her limana uğrayan posta vapuru yolculuğu vardı. Üçüncü mevki kamarada bir haftalık vapur gezisine çıktım, kendime mezuniyet sonrası kısa bir kış tatil verdim.

Okul arkadaşım futbolcu Sebahattin (Sebo) üniversite bitince, mezuniyet belgesini aldı, Mersin'de bulunan ailesinin yanına gitti. Henüz iş aramaya başlamamış. Daha ne yapacağını bilmiyor, boş zamanı çok. Mahalle takımında gün içinde futbol oynuyor. Ufak tefek ama acar futbolcu, pasları gole çevirmekte üstüne yok. Mahalle takımlarının maçlarını izleyen bir teknik direktör, bizim Sabo'yu sahada farkediyor, "Gel bizim takımda bu haftasonu oyna", diyor. Sabo önce yedek kulübesinde bekliyor, ikinci yarıda maça giriyor ve galibiyet golünü atıyor. Maçlar devam ediyor, Sebo'yu asıl kadroya alıyorlar. Takımın sponsoru yerel firma, takım oyuncularını şirket içi geçici işçi olarak kadroya almak istiyor. Oyuncular maddi olarak biraz ferahlasınlar, asgari ücrette olsa biraz para alsınlar, istiyor.

Sponsor firma yetkilisi, Teknik direktör ile beraber takım oyuncularını topluyor, durumu açıklıyor. "Çocuklar son bitirdiğiniz okul neyse diplomanızı getirin, ilkokul ortaokul lise, ne varsa bize getirin, sizi şirket bünyesinde geçici işçi olarak kadroya alacağız", diyor. Sebo, ODTU Makina mühendisliği bitirme belgesini götürüyor. Şirket yetkilisi şaşırıyor. "Oğlum sen eğer ODTÜ Makina mezunu isen ingilizce de biliyorsundur, doğru mu?" diyor. Sebo doğruluyor. Yıl 1973, o sıralar İngilizce bilen Mersin'de yerleşik ODTÜ mezunu genç makina mühendisi kaç tane var? Sebo şirkette doğrudan işe alınıyor. Şirket yeni yatırım yapmış, yabancı firmalardan yeni makinalar alınmış, işletme katologları gelmiş, makinaların devreye alma çalışmaları başlamış, yabancılarla mukavele görüşmeleri, yabancı süpervizörlerle makina montaj çalışmaları var. Sebo fabrikada yoğun bir iş yükü altına giriyor.

Futbol akşamları ve haftasonları stress atma için devam ediyor. Ancak fabrikadaki yoğun iş yükü devamlı futbol oynamasına uygun değil. Bu arada futbol oynarken aynı zamanda yerel takımın teknik direktör yardımcılığını üstleniyor. Takım başarılı bir grafik çiziyor. Yıl sonunda takım yöneticileri Sebo'ya "Yeni teknik direktör sen ol", diyorlar. Sebo iki arada kalıyor. Şirkette devam mı etsin? yoksa teknik direktör olup futbol hayatını mı sürdürsün? Şirket kariyerine devam kararı alıyor. Şirket içinde hızla terfi alıyor, makina bakım şef, müdürü, genel müdür yardımcısı, daha sonra şirket üst yöneticisi oluyor. Zaman içinde başka şirketlerden transfer teklifleri alıyor. Yıllar geçiyor, evleniyor, çocukları oluyor. İş hayatında 40.yılını tamamlıyor. Kendini emekliye ayırıyor, kışlarını sıcak Antalya'da, yazlarını serin Ankara'da geçirmeye başlıyor. Kışın fırsat buldukça arkadaşları ile futbol oynuyor.

Odtü Makina 1972-73-74 mezunlarının her ayın ilk perşembesi Ankara Odtü Mezunları derneği Kış bahçesinde öğle yemeği var. Bu hikayeyi Sebo'dan, kendi ağzından dinledim. Çok sevdim, birkaç toplantıda tekrarlattım. Sebo'nun bu güzel hikayesi, iş hayatına yeni başlayan yeni mezunlar için muhteşem bir ders içeriyor. İş hayatında ilk işi bulmak, doğru işi bulmak çok önemlidir. Bu işi ararken mutlaka düzgün doğru ve kısa bir özgeçmiş yazmak gereklidir, ama yeterli değildir. Piyano çalmanızın, iyi dans etmenizin, güzel pop şarkıları söylemenizin fabrika bakım onarım atölyesinde bakım mühendisi veya özel bir bankada bankacı olmanız için pek bir faydası, çok önemi yoktur. Kariyer şirketlerinde insan kaynakları uzmanlarının horlamalarına katlanmak zorunda değilsiniz.

Mutlaka "linkedin.com" kaydınız olsun. Yeni bir iş bulmak farklı alışılmışın dışında çalışmalar gerektirir. Bunlardan biri sosyal hayatı genişletmek, farklı uğraşlar yapmak, değişik gönüllü organizasyonlarda çalışmak olabilir. Gönüllü organizasyonlar, yeni bir iş bulmak için harika imkanlar vaad eder. Büyük firmalar yeni işe girenler için geniş öğrenme imkanları sunar. Yabancı firmalarla temas, onlarla görüşmek, mukavele detaylarını öğrenmek, pratiğini kavramak çok önemlidir. Her yaptığınız ve size başta angarya gibi gelen iş yükünden mutlaka kalıcı birşeyler öğrenirsiniz.

İş bulmak için ben ne mi yaptım? Tatil bitti, Şeker şirketi genel müdürlüğünde Bakım Onarım Daire başkanından randevu aldım, görüşmeye gittim. "Alpullu Şeker fabrikasında bakım onarım mühendisi olarak çalışır mısın?" diye sordu. "Olur", dedim. Alpullu'nun nerde olduğunu bilmiyordum. Turhal fabrikası ile yerini karıştırmışım. Trakya'da olduğunu öğrenince çok şaşırdım. Ertesi gün trene binip Alpullu'ya gittim. 9-Nisan 1973 günü fabrikada işe başladım. Ortada ne özgeçmiş, ne bir referans vardı. Fabrikanın bana ihtiyacı vardı, benim de yeni bir işe. Sizin de benzer, alışılmışın dışında bir işe girme hikayeniz varsa, bize yazın hep beraber okuyalım, öğrenelim, bilgilenelim. Küskünlerin barıştığı, sevenlerin bir araya geldiği, rahmet ve şefkat dolu günlerin en değerlilerinden olan Kurban Bayramınız tekrar kutlu olsun.

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


Prinkipo, 3 Eylül 2016

#Trump ABD Başkanı Olabilir mi?


ABD ekranlarında 26-Eylül gecesi Başkan adayları arasında TV tartışma programı (Debate) olacak. Daha sonra 9- Ekim ve 19- Ekim geceleri tekrar karşı karşıya gelecekler. Adaylar sorulara cevap verecekler, bu arada kendi aralarında atışacaklar. Arkasından yorumları okuyacağız. Donald Trump bir TV yıldızı, Kendine ait "Apprentice- Stajyer" isimli bizde benzeri yapılmış bir reality-show programı var. TV ekranında çok rahat. TV ekranında yapılacak bir tartışma programında Hillary Clinton'un bence hiç şansı yok. Hillary Clinton'un başedemediği özel eposta kullanımı, Benghazi olayları var. Bunlardan sıyrılması hiç te kolay değil. Sert bir dış politika politika güdüyor, her gün daha zor sevimsiz bir görüntü, söylem veriyor. Trump TV'de daha eğlenceli, daha hazırcevap, daha kolay doğaçlama yapıyor, hiçbir lafın altında kalmıyor.

Yazarınız ABD seçim öncesi kamu oyu yoklamalarına inanmıyor. Donald Trump %40-42 bandında, Hillary Clinton %46-48 bandında gözüküyor, ancak bazan yoklamaların eşitlendiği görünüyor. Ref. http://www.realclearpolitics.com/

Hillary Clinton şu anki politikaların devamcısı olarak ortaya çıkıyor. Yeni birşey getirmiyor. Halbuki Donald Trump, ABD seçmeni için çok daha radikal kararları ortaya koyuyor. Bizlere ters gelse bile ABD seçmeni için çok cazip kararlar bunlar. Kayıtsız yabancı göçmenlerin yurtlarına iadesi, ABD orta bölgesindeki kömür madenlerinin daha çok işletilmesi, ABD seçmenine daha çok iş imkanı demek oluyor. Bernie Sanders, Donald Trump için daha zor bir rakip olurdu.

Trump, dış dünyadan daha uzak izole, kendi içine dönmüş, yabancı topraklarda macera aramayan bir siyaset vaad ediyor. Yani Suriye, Irak, Afganistan savaşları bir süre çevre ülkelerinin problemi olacak. ABD buralarda kara harekatından çekilecek. Cumhurietçi parti destekçisi Amerikan silah üreticileri bizim coğrafyaya bol konvensiyonel silah satacaklar. Güney sınırımızdaki savaş ile başbaşa kalacağız. ABD'ye girişler zorlaşacak. Vize almak zorlaşacak, orda iş yapmak zorlaşacak.

Yabancı siyaseti takip etmeyi hep eğlenceli bulurum. En çok yabancı siyasileri alaya alan karikatürlere bakarım. Putin(63) hep üstü çıplak, kamuflaj yeşil askeri pantolonla sert tavırlı tarif edilir. Karikatüristler genelde Putin'i severler. Onu Batı liderleri karşısında denge figürü olarak görürler. Obama (55) zayıf, uzun, ince, siyah takım elbisesi içinde kocaman kulaklarla çizilir. Donald Trump(70), Hillary Clinton(68), Bernie Sanders(74) karikatürlerini keyifle izlerim.

Hangi politikacı hangi konuda rahatsızlık duymuşsa, karikatüristler o konuyu abartırlar, özellikle öne çıkarırlar. Donald Trump'ın saçları, küçük elleri, şişmanlığı, Hillary Clinton'un büyük basenini örten pantalonları, çıkık elmacık kemikleri, Bernie'nin ilerleyen yaşı. Karikatüristlerin sert acımasız mizah anlayışına siyasette dayanıklı olmak gerek. Trump'un derisi kalın. Karikatüristlere ilgisiz umursamaz olmaktan başka yapacak birşey yok. Siyasette bütün bunlara alışmak lazım.

ABD politikalarının kayıtsız şartsız destekçisi olduğu için İngiltere eski Başbakanı Tony Blair fino köpeği olarak çizilir-di. Bir sonraki Başbakan David Cameron, bir konuşmasında kazara telaffuz ettiği için, kafasına "prezervatif" giydirilmiş olarak çizil-di. Yeni kadın Başbakan Theresa May(59), karga burnu, kambur sırtı, feminist tavırları, üstüne dar gelen komik giyimi, leopar desenli kısa topuk ayakkabıları ile karikatürlerde görünüyor.

Alman Şansölye Angela Merkel(62), çıplak, yaşlı, kısa ve şişman çiziliyor. Amerikalı ressam Vincent Desiderio'nun "Sleep" resmi benzeri, diğer tüm Alman politikacılarla yatakta uyku halinde çıplak fotoshop uygulamaları yapıldı. Angela Merkel aslında bunları hiç hak etmiyor, ileri yaşlarında, güzel hoş bir hanım, ama siyaset bu, tüm eleştrilere dayanıklı olmak lazım. Angela Merkel, mülteciler konusunda ciddi önlemler almadığı için bir sonraki dönem iktidar olma şansını yitirdi. Parlamentoya girmesi bile şüpheli. Polonya, Macaristan, Çek, Avusturya topraklarına mülteci almıyorlar.

İngiliz DailyMail bulvar gazetesinde bir haber çıktı. Donald Trump'ın üçüncü ve son eşi Slovenya 1970 doğumlu Melanie Trump(46) için, 1996'da ABD'ye geldikten sonra bir süre model/eskort olarak çalıştığı yazılmış. Donald Trump omuz silkti "Bu benim değil, Melanie'nin konusu" dedi. Melanie Trump ise gazete hakkında 150 milyon ABD dolar yalan haber tazminatı açtı. DailyMail bir süre sonra kendini tekzip etti, "Melanie eskort değil, legal model olarak çalıştı" diye düzeltme yaptı.

Karikatüristlerin çizme- yani ifade özgürlüğü var, onların ifade özgürlüğünü engelleyebilmek Batı demokrasilerinde mümkün değil. AngloSaksonların espri ve şaka yapma anlayışları çok geniş. Cumhuriyetçi Başkan adaylarının canlı TV tartışma programlarından birinde genç aday Mario Rubio (45), rakibi Donald Trump (70) hakkında "Elleri çok küçük" dedi. ABD kültüründe "bel altı ima- espri" anlamına geliyormuş. Trump hiç üstüne alınmadı, 3-evlilik yapmış, 5-çocuk sahibi olmuş. Trump, "Ellerim küçük diye atıfta bulundular ama o tür bir algıya gerek olmayacak kadar büyük benimki", dedi. Belden aşağı konuşmak Cumhuriyetçilerde çok normal.

Trump için söylenen bu laf ağızdan bir kere çıktı, orda kalmadı, bu işin esprisi devamlı yapıldı, karikatüristler bu lafı çok sevdiler, çok sayıda karikatürde işlendi, en son çıplak Trump heykelleri yapıldı, bir sabah ABD'nin çeşitli parklarına korsan olarak yerleştirildi. Trump ABD Başkanı olabilir mi? Evet, Kasım 2016 seçimlerinde başkan seçilebilir. Hollywood yıldızı Ronald Reagan eğer ABD Başkanı olmuş ise, işadamı Donald Trump haydi haydi olabilir, olur.

Bu kadar karikatür, resim, heykel bakarsınız Donald Trump için işe yarar, Donald Trump seçimleri kazanır, bizler de çok eğleniriz. TV ve sosyal media'yı iyi kullanan Donald Trump yaklaşan Kasım 2016 ABD Başkanlık seçimlerini kazanabilir. Bizlere de her gün yaz yaz bitmez konular çıkar.

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

Bu makale Ekonomik-Çözüm gazetesi için yazılmıştır.
http://www.ekonomik-cozum.com.tr/


Prinkipo, 6 Eylül 2016

Friday, September 02, 2016

Çinli Firmalar ile Kontrat Müzakeresi Nasıl Yapılır?




Değerli Okurlarım, Bu makale Çinli şirketler ile kontrat müzakeresi konularında tecrübelerimi, ve tavsiyelerimi kapsayan çok bölümlü yazılar serisinin ilkidir. "Müzakere taktikleri evrenseldir", denir, ancak Çinli şirketlerle yapılan görüşmeler, pazarlıklar, müzakereler, kontrat bağlama imzalama çalışmaları az- çok farklılıklar gösterir. Bizler uluslararası müzakereciler kazan-kazan (win-win) prensibiyle çalışırız. Alırız veririz, sonunda işi bağlarız.
Çin'de Çinlilerle işler böyle yürümez. Çinli şirketler için kontrat müzakeresi bir "Savaş"tır. Çinliler müzakere süresinde ve sonrasında 2500 yıl önce Sun-Tzu tarafından yazılmış "Savaş Sanatı (The Art of War)" kitabının kurallarını her safhada uygularlar. Türkçe tercümesi çok-satan bu kitabı alın okuyun, sonra Çinlilerle müzakereye başlayın. Bu kitap sadece savaşan askerler için yazılmadı.
Yurt içinde ithal kömür veya yerli kömür santralleri yapımında çok sayıda Çinli firma, exim proje finansman desteği ve çok ucuz fiyatlarla iş aldılar, alıyorlar. Bu müzakerelere bizim yerli yatırımcılarımız çok hazırlıksız girdiler- giriyorlar. Müzakerelerde Çin müzakere taktiklerine kurban gidiyorlar. Projeler sürünüyor, performanslar tutmuyor, bitirme süreleri uzuyor, geçici kabul, kati kabul çok üstünkörü yapılıyor. Yedek yok, veya verilen yedek çok az. Kati kabulden sonra santral çabuk devre dışı oluyor. Yedek gelmiyor. Elektrofiltreler bozuluyor, baca gazı kükürtsüzleştirme sistemleri devre dışı oluyor. Tasarımlar yanlış. Yerli kömür %100 baz yakıt olarak çalışamıyor, büyük miktarlarda devamlı ilave sıvı yakıt kullanmak gerekiyor. Bütün bunlar için ciddi ceza nerdeyse yok, uygulanabilir yaptırım yok.
Çinli şirketlerle müzakereyi öncelikle kendi ülkenizde kendi ortamınızda yapın. Olmadı, arada bir yerde 3. bir ülkede- mekanda yapın. Olmadı, Çin içinde daha önce bulunduğunuz- bildiğiniz bir şehirde yapın. En kötü alternatif, hiç bilmediğiniz bir Çin şehrinde, onların mekanında kontrat müzakeresi yapmaktır.
Sizi havalimanında karşılayan yetkisiz genç Çinli şirket personeli, ilk önce size ne zaman döneceğinizi sorar. Sakın tam gün saat vermeyin. Bu bilgi derhal tüm karşı tarafta paylaşılır ve sizi son gün, son saate kadar zorlarlar. Dönüş bileti almadığınızı, müzakere bittikten sonra döneceğinizi söyleyin,
Çinli taraf müzakere süresince hiç durmadan ilgili ilgisiz yeni sorunlar ortaya çıkarır. Onların zamanları vardır. Beklerler, sizin herşeyi kabul etmenizi isterler. Bu taktik yabancı tarafı yıpratmak için kullanılır. Bütün bunlar onlar için çok doğaldır. Sakın karşı taraf ile beraber imza öncesi yemek yemeyin. Sosyalleşmek çok tehlikelidir.
Çinli taraf mutlaka müzakere sonu her iki tarafın en üst düzey yetkililerinin katılacağı bir ihtişamlı imza töreni hazırlar. Bu imza töreni günü yaklaşırken sözleşme öncesi, onlar için çok önemli pürüzler öne sürerler. Temel konularda mukavelenin revize edilmesi gereğini söylerler. Tipik olarak Çin tarafındaki bir bankanın, bir sigorta şirketinin veya bir düzenleyici devlet kurumunun kuralları o güne kadar konu edilmemiş istekleri öne sürülür ve mukavelenin revizyonu istenir. İmza töreninin iptali söz konusu edilir, sizin üst düzey yetkilileriniz gelmiştir. İmza töreni öncesi zaman baskısı yaparlar, ve kendileri için pürüz olan, problem olan, gecikme cezası, performans cezaları, fiyatlar konularında değişiklik isterler. İmza törenine şirketinizin, kurumunuzun en üst yetkililerini çağırmayın, ilk anlaştığınız şartlarda direnin, geri adım atmayın, ısrarcı olun. Bırakın imza töreni iptal olsun. Bırakın uçak bileti yeniden alınsın. Siz kontratınızı sonuna kadar götürün, sakın taviz vermeyin.
Çinli müzakereciler kendileri için temel sorunları tekrar tekrar masaya getirirler. Anlaşma imzalanır, proje başlar, arkasından Çinliler o güne kadar hiç lafını etmedikleri kendi devlet düzenleme kurumlarının yasal şartlarını ortaya sürerler. Değişiklik isterler.
Projede sonsuz sayıda revizyon talebi yaparlar. Sonsuz sayıda revizyonun sonu gelmez. Bunu çok doğal olarak, karşı tarafı yıpratmak için yaparlar. Onların kültürü bu uygulamayı doğal bulur. Her yeni revizyonun incelenmesi zaman alır, iş gecikir, sorumlu taraf öyle-böyle siz olursunuz. Başlangıç anlaşması Çinliler için bir hiçtir. Sizin için ise mutlak geçerlidir. Gerilemeyin, ceza şartlarını konuşturun, revizyon almayın, kabul etmeyin, çünkü sonu gelmez.
İmza töreni sizin için önemli olabilir, aslında onlar için hiç önemli değildir. Değişmelere karşı dirençli olun, eğilmeyin, bükülmeyin, revizyon kabul etmeyin. Direndikçe Çin tarafının saygısını kazanırsınız. Kaybettikçe hor görülürsünüz. Sözleşmenin fesih, tazminat, ceza maddelerini uygulamaktan çekinmeyin. Mukavelenizi ve projenizi Çinlilerin müzakere taktiklerine kurban etmeyin. Konuyu kendi haline bıraktığınız durumlarda bu işlerin sonu gelmez, Çinlilerin proje yönetme taktiklerini, taviz isteklerini, sayısız revizyon taleplerini, sizi yıpratmalarını önleyemezsiniz.
Çinlilerle "al- yada- bırak" anlaşması yapın. Çünkü taviz istekleri bitmez. Çinliler düzgün kapsamlı uzun mukaveleler sevmezler. Onlar, üstünde oynayabilecekleri değiştirebilecekleri, sürüncemede bırakabilecekleri kısa baştan savma mukaveleleri severler. Sizin onların önüne koyduğunuz mukavelenin her maddesini irdelerler, tekrar tekrar açıklama isterler. Bu işi en alt düzeyde yetkisiz, yeni işe girmiş genç personel ile yaparlar. Bu arada en zorlayıcı cezai maddeleri hükümsüz kılabilmek için karşı öneriler sunarlar ve ısrar ederler. Açıkca kötü niyetli, ticari mantıksızlıklarla dolu, deli saçması karşı maddeler ile boğuşursunuz. Sağlam yere basın, ısrarcı olun, gerilemeyin, şartlarınızı koruyun, kabul etmezlerse, bırakın anlaşma olmasın, kötü bir anlaşma ile sakın geri dönmeyin.
Toplantılara katılan Çinlilerin müzakere ekibi, başsız veya sürücüsüz ata benzer. Aralarında yetkili yoktur. Karar verici yoktur. Teknik veya ticari hiçbir bağlayıcı karar yetkileri yoktur. Dinlerler, not alırlar. Mutlaka üst yönetime sormaları, onay almaları gerekir. İşi almak, bağlamak için karşılıklı kazan- kazan tavizler verebilirsiniz. Sizin verdiğiniz tavizler onlar için geçerlidir, ama onları bağlayan hiçbir şey yoktur. Kendilerini hiçbir şekilde bağlamazlar. En yetkili Çinli patron, sonunda toplantıya gelir ve verilen tüm tavizleri tümüyle iptal eder. Çinli taraftan mutlaka karar verici, son yetkilinin gelmesini, görüşmelere katılmasını isteyin, gelmiyorsa, müzakere yapmayın. Yapacağınız müzakere boşunadır.
Çinliler hiç durmadan "Çin farklıdır" derler. Aslında bütün ülkeler farklıdır. Onların bu dillendirmeleri, müzakerenin farkını ortaya koyar. Aslında sözleşme hukuku bizim de ortak kabul ettiğimiz Batı Avrupa veya Kuzey Amerika hukuklarından çok farklı değildir. Çin ticaret yasaları zaten yıllar içinde bu yabancı kaynaklardan tercüme ile yerel ortama modellenmiştir. Dünya Ticaret örgütü kuralları, uluslararası fikri mülkiyet hakları, uluslararası satış sözleşmeleri üstünde Çinli yöneticilerin imzaları vardır. Çin kanunlarında alışılmadık absürtlükler azdır.
Çinli taraftan söylenen "Çin farklıdır" cümlesine örnekler, yasa yönetmelik ve tüzük isteyin. Nerde nasıl farklıdır? Özel hukuk kabul etmeyin, herşey uluslararası hukuk kurallarına uygun olsun. Anlaşmanızı mutlaka İngilizce yapın, ve İngilizce anlaşma geçerli olsun, Çin dilinde bir anlaşma yapmak saçmadır. Onayınıza gelecek teknik resimler, hesaplar mutlaka İngilizce olsun, burun kıvırırlar ama isterlerse ve siz bastırırsanız yaparlar. Çin normlarını standartlarını uygulamak isterler. Çin normlarını bilmenize uygulamanıza imkan yok. Uluslararası normları, Alman veya ABD normlarını isteyin. Bilmediğiniz normlara göre mal- ürün- hizmet satın alınmaz. Alman Alman normlarına uygun, Amerikalı ABD normlarına uygun, Fransız Fransız normlarına uygun mal- hizmet- ürün satın alır.
Yaptıkları hesapları mutlaka kontrol edin, veya kontrol edebilecek tecrübede mühendisleri kadronuzda bulundurun. "Nasıl olsa anahtar teslimi garanti veriyorlar, hesapları kontrol etmeye gerek yok" düşüncesine girmeyin.
Sizin için mukavele, anlaşma sözleşme imzalanmışsa bağlayıcıdır, orda herşey biter ve proje başlar. Çinliler için imzadan sonra müzakere bitmez, herşey yeni başlamıştır. Çinliler tasarımda, projelendirmede, mukavele kapsamında, finansman şartlarında sürekli değişiklik isterler. Sağlam durun, değişime engel olun, kabul etmeyin. Proje süresince gerginlik hep olacak, buna hazırlıklı olun. Bizler için ortak zemin bulmak, "kazan- kazan" düşünmek önemlidir. Çinli tarafta böyle bir durum yoktur. Onların şirket kültürü, her noktada kazanmak ve kendi tarafını korumak üstüne çalışır. Müzakere süresince Çinli taraf olumsuz görünmek istemez, bu yüzden başlarda çok uyumlu sessiz görüntü verirler, kanmayın.
Geçici kabul süresine geçmek için, kontrat hükümleri içine mutlaka %100 ana baz yakıt ile %100 azami devamlı yükte 60-gün kesintisiz çalışma testi zorunluluğu getirin. Tasarımlarından emin iseler kabul etsinler. Bu konuda getirecekleri karşı şartlar, itirazlar, ayak sürümeler, size tasarımlarının güvenilirliği hakkında ciddi bilgiler verir. Bu şart eski TEK yeni EÜAŞ kontrat şartıdır, bu zor testi geçen termik santrali geçiçi kabul kapsamına alabilirsiniz. Yedek kapsamına ayrıca dikkat edin.
Özelleştirme öncesi bizim kamu kurumları hiçbir Çin termik santralini satın almaya uygun yeterli görmediler. Çünkü uluslararası normlara standartlara uymuyorlardı. Geçici kabul öncesi 60-gün kesintisiz çalıştırma kuralını okuyunca zaten Çinli satıcı kaçıyordu. Çinlilerle çalışmış, çalışan değerli okurlarımın tecrübe paylaşımlarını bekliyorum. Bana doğrudan yazın. Epostam "HalukDireskeneli at yahoo dot com"
Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

http://www.ekonomik-cozum.com.tr/


Prinkipo, 30 Ağustos 2016