68' kuşağına neler oldu?
1968 yılında üniversitede okuyan gençlere toplu olarak 68'kuşağı diyoruz. Bu kuşak 1964-1974 arası okuyanları kapsıyor. Zor yıllardı. Sağcı iktidar üniversite öğrencileri üstünde sert yöntemler kullanıyordu. İçişleri bakanı Faruk Sükan'ın güvenlik güçlerine telefon talimatı verdiği, "öyle dövün ki, sokağa çıkacak cesaretleri kalmasın", dediği söyleniyordu. Sonraları cumhurbaşkanı olunca iyi geçinmeye çalıştığı entel aydın kuşak için Süleyman Demirel'in duruma destek verdiği biliniyordu.
68 kuşağı gençleri dövüldüler, işkenceye uğradılar, hapsedildiler, öldürüldüler.
Peki psikolojik bozukluk geçirenler, dağıtanlar, delirenler ne oldu?
Onları kimse yazmadı. Bu yazı onların anısına yazıldı.
1968 yılı başında odtü makina birinci sınıftayım, tüm mühendislik öğrencileri hep beraber üçlü anfinin büyük alalonunda fizik kimya dersleri alıyoruz. Şehirden sevis otobüsleri ile gelen yurtlarda kalmayan öğrenciler son on dakikada derse yetişiyorlar, önler yurtlarda kalan öğrenciler tarafından kapılmış, biz arka sıralardan ders dinlemeye çalışıyoruz. Özel otomobil fazla yok.
Zengin fakir hepimiz aynı servis otobüslerini kullanıyoruz. Üstümüzde fitil kadife pantalon, boyunlu yün kazak, çoğumuzda parka ve asker botu var. Derse gelen bir delikanlı var. Üstündeki elbiseler farklı, hepsi marka. Derste arkalardan soru soruyor, ingilizcesi net çok güzel. Herhalde istanbul robert veya alman lisesi mezunu, belli oluyor. Arkadaşları da o zengin, iyi eğitimli guruplardan. Farklı, zengin olduğu belli. Odtü'nün ismine kapılıp gelmiş, istanbulda veya yurtdışında okuyabilirdi.
Burda şehirde herhalde bir kiralık evde kalıyor. Servis kullanıyor, yurtta kalmıyor.
Okul yarım yıl tatiline girdi, sonra boykotlar oldu, gözaltına alınmalar, ölümler.
Fakir öğrenciler daha dayanıklı çıktılar. Onlar okumak sınıf atlamak zorunda idiler.
Sonra dersler tekrar başladı. Delikanlı bu arada nasılsa tutuklanmış, içeri alınmış bırakılmış, ama onda ciddi bir değişiklikler olmuş, hiç haketmediği şeyler başına gelmiş.
Dengesi gitmiş, giyim değişmiş, kirli itinasız bir giyim, konuşamama, göz teması kuramama başlamış. Etrafındaki arkadaş gurubu kaybolmuş.
Kütüphanede saatlerce zaman geçirmeler, boşa harcanan zaman.
Herhalde o yıl sınıfta kaldı, okula devam edemedi,
Aradan on yıla yakın zaman geçti, ankara amerikan kütüphanesinde onu gördüm. Kütüphane açılınca geliyor, kapanıncaya kadar kalıyor, kitap karıştırıyordı.
Üstünde ütüsüz bir takım elbise, eskimiş ayakkabılar vardı.
Amerikan kütüphanesi kapandı, bu defa onu arasıra Cinnah caddesinde amaçsız yürürken, Botanik veya Anayasa parklarının banklarında uyurken gördüm.
Saçlar uzamış, sakal uzamış. Tipik bir homeless - evsiz görünümündeydi.
Okul arkadaşları herhalde onu tanıyamazlardı, ben aralıklı olarak onu gördüğüm için tanıyabiliyordum. Şimdi artık onu göremiyorum, belki o taraflarda işim yok ondan göremiyorum. Dönemin güçlü siyasileri artık yok, arkalarından hayırla hatırlandıklarını sanmıyorum. İsimleri unutuldu. Bu arada 68 kuşağı ezildi, yok oldu, geleceğimiz hiç olmadık insanların ellerinde yönetiminde olmadık yere geldi, yazık oldu.
Ankara 22-Mayıs 2019
Wednesday, May 22, 2019
Yabancı dilde eğitim yapan okullar
Yabancı dille eğitim yapan okullar
Ortaokul lise dönemlerinize dönün, veya çocuklarınızın o dönemini hatırlayın.
O dönemdeki yabancı öğretmenleri hatırlamaya çalışın. İngiltere'nin Amerika'nın prestijli okullarından mezun olan yeni mezunlar kamu kurumları ve özel sektör şirketleri tarafından kapışılırlar. Onlar tarafından makbul görülmeyenler denizaşırı ülkelerde kendilerine yer -iş ararlar. Denizaşırı ülkelerdeki işleri kabul eden- razı olanlarda ortak özellik neydi? Bu insanlar iyi eğitim almışlardı, ama herhangi bir farklı özellikleri nedeniyle ana kıtada kendi yurtlarında iş bulamıyorlardı. Çünkü aykırı insanlardı, azınlık arasındaydılar, farklı düşünüyor, farklı davranıyorlar, farklı yaşam sürmek istiyorlardı. Kendi ana vatanlarında bulamadıkları özgürlüğü denizaşırı ülkelerde arıyorlardı.
Bunlara sadece okullarda değil elçiliklerde de rastlarsınız.
Siyahlar, muhalifler, gayler, entellektüeller, daha sonra ünlenmiş yazarlar çoktur.
Yazar Arthur Huxley SriLanka'da, yazar George Orwell Burma'da yaşamış.
Robert koleji ve Boğaziçi üniversitesinde çok sayıda yabancı yazar, düşünür, akademisyen ders verdi, öğrencilerin düşün yapısını etkiledi.
Benim ingilizce öğretmenim Mr Robinson siyah Amerikalı idi, Amerika'da bulamadığı özgürlüğü Türkiye'de bulmuştu. Burda insanlar ona eşit muamele ediyorlar, renk farkını görmüyorlardı. Ted ingilizce öğretmeni Mr. Tikfur, muhteşem diksiyonu ile ders verirdi, daha sonra Bilkent üniversitesine geçti, klasik müzik ve opera hayranı idi.
Benim ingiliz genel müdürüm Jeffrey Green, çalıştığı Amerikan şirketlerinde ezilmiş, emekliliğine yakın Türkiye'ye daha etkin görevle biraz da kafasını dinlemeye gelmişti.
Odtü Makina'da okurken çok sayıda yabancı hocam oldu. Konularına hakimdiler, bilgileri derin ve etkindi, sorulara net cevap verirlerdi.
İkinci dünya savaşı öncesinde Hitler Almanya'sından kaçan Alman akademisyenleri hatırlayalım, Türkiye onlar sayesinde inanılmaz bir eğitim kalitesine sahip oldu.
Bu insanlar bize geldiler, kendi açık serbest fikirlerini görüşlerini derslerinde- işlerinde beyan ettiler, keyiflerine göre yaşadılar, yabancı dille eğitim yapan okulların öğrencileri ister istemez onlardan fikirsel olarak etkilendiler, burda okuyan çocuklar daha liberal açık hür düşünce yapısına sahip oldular. Bu durum bizde ted, robert, tevfik fikret, fransız charles deGaulle, Alman, Avusturya liselerinde, odtü boğaziçi üniversitelerinde görüldü. Barış gönüllüleri geldiler, Amerikalı kimdir, nedir, ne düşünür? Öğrendik. Hepsi dönüşlerinde kaldıkları ülkeler hakkında raporlar, makaleler hatıratlar romanlar yazdılar. İyi oldu, bizim gibi bilinmez ülkeleri dünyaya açtılar, daha bilinir yaptılar.
Şimdi eğitim yapısı değişti, normal lise eğitimi kalmadı, yabancı dille eğitim masrafları çok zorlaştı, parasız eğitimde dini eğitim ağırlık kazandı, normal liselere yeni tayinler yapılmaz oldu, özel okulların yıllık öğrenci ücretleri inanılmaz- ulaşılmaz seviyelere çıktı.
İnsanlar çocuklarının eğitimi için ciddi ciddi yurtdışına göç etmeyi düşünür hale geldiler. Ankara Ted ana okulunun 2019 için yıllık ücreti 71,200₺. Bilkent Blis, odtü orta öğrenim okullarının yıllık fiyatları çok fazla. İstanbul özel okullarının yıllık ücretleri daha fazla. Önümüzdeki yıl yabancı dille eğitim yapan özel okullarda yabancı öğretmen sayısında azaltmaya gideceklermiş. Türk hocalar ortalama ayda 10bin₺, yabancı hocalar 20b₺ alıyorlarmış. Yabancı öğretmeni olmayan yabancı dille eğitim yaptığını söyleyen özel okullar bu konuda ne kadar ciddi eğitim yapabilirler bilemiyorum.
Matematik seçmeli, din dersi zorunlu olacakmış, bizim zamanımızda tam tersi idi.
S400 alsak ne yapacağız bilemiyoruz, F35'leri almayı unutun, çünkü vermeyecekler, Akkuyu nükleer santral temelinde çatlak var, uçaklar rüzgar sertleşince istanbul yeni havalimanına inemiyorlar, oraya sanki bir havalimanı değil nerdeyse bir büyük Avm yapıldı. Yedek pist yok, meteoroloji radarı yok, yürüme bantları yok. Metro yok.
bütün bu problemler için çözüm üretecek eğitimli sorgulayıcı genç kuşaklar yok,
onlara çözüm odaklı insanlar yetiştirecek eğitim sistemimiz yok, olacağı da yok.
Sizin tecrübeniz nedir? Kendiniz çocuklarınız torunlarınız nasıl eğitim aldılar? Alıyorlar?
İlerde bizi nasıl bir eğitim sistemi bekliyor dersiniz?
Seksen milyonluk bu ülke nereye gidiyor? Daha ne kadar gidecek?
Ankara 22-Mayıs 2019
Ortaokul lise dönemlerinize dönün, veya çocuklarınızın o dönemini hatırlayın.
O dönemdeki yabancı öğretmenleri hatırlamaya çalışın. İngiltere'nin Amerika'nın prestijli okullarından mezun olan yeni mezunlar kamu kurumları ve özel sektör şirketleri tarafından kapışılırlar. Onlar tarafından makbul görülmeyenler denizaşırı ülkelerde kendilerine yer -iş ararlar. Denizaşırı ülkelerdeki işleri kabul eden- razı olanlarda ortak özellik neydi? Bu insanlar iyi eğitim almışlardı, ama herhangi bir farklı özellikleri nedeniyle ana kıtada kendi yurtlarında iş bulamıyorlardı. Çünkü aykırı insanlardı, azınlık arasındaydılar, farklı düşünüyor, farklı davranıyorlar, farklı yaşam sürmek istiyorlardı. Kendi ana vatanlarında bulamadıkları özgürlüğü denizaşırı ülkelerde arıyorlardı.
Bunlara sadece okullarda değil elçiliklerde de rastlarsınız.
Siyahlar, muhalifler, gayler, entellektüeller, daha sonra ünlenmiş yazarlar çoktur.
Yazar Arthur Huxley SriLanka'da, yazar George Orwell Burma'da yaşamış.
Robert koleji ve Boğaziçi üniversitesinde çok sayıda yabancı yazar, düşünür, akademisyen ders verdi, öğrencilerin düşün yapısını etkiledi.
Benim ingilizce öğretmenim Mr Robinson siyah Amerikalı idi, Amerika'da bulamadığı özgürlüğü Türkiye'de bulmuştu. Burda insanlar ona eşit muamele ediyorlar, renk farkını görmüyorlardı. Ted ingilizce öğretmeni Mr. Tikfur, muhteşem diksiyonu ile ders verirdi, daha sonra Bilkent üniversitesine geçti, klasik müzik ve opera hayranı idi.
Benim ingiliz genel müdürüm Jeffrey Green, çalıştığı Amerikan şirketlerinde ezilmiş, emekliliğine yakın Türkiye'ye daha etkin görevle biraz da kafasını dinlemeye gelmişti.
Odtü Makina'da okurken çok sayıda yabancı hocam oldu. Konularına hakimdiler, bilgileri derin ve etkindi, sorulara net cevap verirlerdi.
İkinci dünya savaşı öncesinde Hitler Almanya'sından kaçan Alman akademisyenleri hatırlayalım, Türkiye onlar sayesinde inanılmaz bir eğitim kalitesine sahip oldu.
Bu insanlar bize geldiler, kendi açık serbest fikirlerini görüşlerini derslerinde- işlerinde beyan ettiler, keyiflerine göre yaşadılar, yabancı dille eğitim yapan okulların öğrencileri ister istemez onlardan fikirsel olarak etkilendiler, burda okuyan çocuklar daha liberal açık hür düşünce yapısına sahip oldular. Bu durum bizde ted, robert, tevfik fikret, fransız charles deGaulle, Alman, Avusturya liselerinde, odtü boğaziçi üniversitelerinde görüldü. Barış gönüllüleri geldiler, Amerikalı kimdir, nedir, ne düşünür? Öğrendik. Hepsi dönüşlerinde kaldıkları ülkeler hakkında raporlar, makaleler hatıratlar romanlar yazdılar. İyi oldu, bizim gibi bilinmez ülkeleri dünyaya açtılar, daha bilinir yaptılar.
Şimdi eğitim yapısı değişti, normal lise eğitimi kalmadı, yabancı dille eğitim masrafları çok zorlaştı, parasız eğitimde dini eğitim ağırlık kazandı, normal liselere yeni tayinler yapılmaz oldu, özel okulların yıllık öğrenci ücretleri inanılmaz- ulaşılmaz seviyelere çıktı.
İnsanlar çocuklarının eğitimi için ciddi ciddi yurtdışına göç etmeyi düşünür hale geldiler. Ankara Ted ana okulunun 2019 için yıllık ücreti 71,200₺. Bilkent Blis, odtü orta öğrenim okullarının yıllık fiyatları çok fazla. İstanbul özel okullarının yıllık ücretleri daha fazla. Önümüzdeki yıl yabancı dille eğitim yapan özel okullarda yabancı öğretmen sayısında azaltmaya gideceklermiş. Türk hocalar ortalama ayda 10bin₺, yabancı hocalar 20b₺ alıyorlarmış. Yabancı öğretmeni olmayan yabancı dille eğitim yaptığını söyleyen özel okullar bu konuda ne kadar ciddi eğitim yapabilirler bilemiyorum.
Matematik seçmeli, din dersi zorunlu olacakmış, bizim zamanımızda tam tersi idi.
S400 alsak ne yapacağız bilemiyoruz, F35'leri almayı unutun, çünkü vermeyecekler, Akkuyu nükleer santral temelinde çatlak var, uçaklar rüzgar sertleşince istanbul yeni havalimanına inemiyorlar, oraya sanki bir havalimanı değil nerdeyse bir büyük Avm yapıldı. Yedek pist yok, meteoroloji radarı yok, yürüme bantları yok. Metro yok.
bütün bu problemler için çözüm üretecek eğitimli sorgulayıcı genç kuşaklar yok,
onlara çözüm odaklı insanlar yetiştirecek eğitim sistemimiz yok, olacağı da yok.
Sizin tecrübeniz nedir? Kendiniz çocuklarınız torunlarınız nasıl eğitim aldılar? Alıyorlar?
İlerde bizi nasıl bir eğitim sistemi bekliyor dersiniz?
Seksen milyonluk bu ülke nereye gidiyor? Daha ne kadar gidecek?
Ankara 22-Mayıs 2019
Monday, May 13, 2019
Galata pazar turu
Galata turu, 12- Mayıs 2019 Pazar 11:00-16:00
Pazar sabahı, ataşehir Kadıköy dolmuş, sonra Karaköy şehirhatları vapuru ile karşıya ulaştık. Galata köprüsünün Karaköy tarafındaki küçük alanda katılımcı 12-kişi toplandık. Rehberimiz bize Galata köprüsü, Halıç - Golden Horn çevresi hakkında kısa bilgi verdi. Sonra Karaköy tarafında ara sokaklarda yürüyüşe geçtik, önce İstanbul'un alınmasından önceki dönemlerde kale mahzeni olarak kullanılmış bugün Yeraltu cami olarak isimlendiriken camiyi gezdik, etrafta çok sayıda serpme kahvaltı servisi yapan yerler vardı, sonra yukarı ana yola çıktık, Saint Benoit Fransiz lisesi ve ibadet yeri, yanında iç mekanı tamiratta olan bir Emeni kilisesi gördük. Perşembe paarı caddesine girdik, üstünde Osmanlı döneminden kalma türkçeyi Fransız harflerle yazan kutumcu han, tactac han kapılarını okuduk. Pazar günü kapalı, işgünleri buralar hırdavatçı, tornacı, atölye olarak çalışıyormuş. Daha sonra yukarıya yürüdük, Galata mahkemesi, hapishanesi, sarayı ve günümüzde lokanta olan eski mekanları gezdik. Heryer sokaklar boştu. Bankalar caddesine çıktık, Salt sanat merkezini gezdik. Galata kulesi yolundaki sarmal ikili merdivenleri tırmandık, Avusturya lisesi önünde zaman geçirdi, aramızda bir mezun hanım içerde geçirdiği kendi dönemini anlattı. Sonra 1900 yıllarında Avusturya'dan gelen Eşkenazi yahudilerinin bugün sanat galerisi olarak kullanılan sinegog'u gezdik. İkinci Eşkenazi sinagog'u az ötedeydi, orası ibadet yeri olarak kullanılıyormuş,miçeri girme izni yoktu. Galata kulesine yürüdük. Kule dibindeki açık cafe'de oturduk, bir saat mola verdik, dinlendik. Daha sonra kalabalık yabancı turist kalabalığında tünel'e çıktık. Galata Mevlevihanesine girdik, sema yeri, alt çilehane, müzesini arka mezarlığı gezdik. Saat 17:00'de sema ayini varmış, seyir kişi başına 100₺. Sema ayinine kalmadık, bahçesinde oturduk, huzur dolu sakin bir yerdi.
Tur bitti guruptan ayrıldık, istiklal caddesini tüm boyunca yütürüdük, arada Köftesi rasim'de köfte yedik, sonra saray muhallebicisinde dondurmalı tavuk göğsü aldık. Sokak çalgıcılarını dinledik. Rus kadın kemancı, Arap Suriyeli, Kürt şarkı guruplarını dinledik. Taksim'den tranvay'la geri Tünele döndük. Tünel ile Karaköy'e, şehirhatları vapuru ile Kadiköy'e, dolmuş ile Ataşehir eve saat 21:00'de geldik. Tüm gün dolu geçti. Önünden gelip geçtiğimiz ama hikayelerini bilmediğimiz bir sürü yeri gördük. İlerde Şile, Ağva, Riva ve İznik turları varmış, zaman tutarsa onlara da gitmeye niyetimiz var.
Ataşehir, 13- Mayıs 2019
Pazar sabahı, ataşehir Kadıköy dolmuş, sonra Karaköy şehirhatları vapuru ile karşıya ulaştık. Galata köprüsünün Karaköy tarafındaki küçük alanda katılımcı 12-kişi toplandık. Rehberimiz bize Galata köprüsü, Halıç - Golden Horn çevresi hakkında kısa bilgi verdi. Sonra Karaköy tarafında ara sokaklarda yürüyüşe geçtik, önce İstanbul'un alınmasından önceki dönemlerde kale mahzeni olarak kullanılmış bugün Yeraltu cami olarak isimlendiriken camiyi gezdik, etrafta çok sayıda serpme kahvaltı servisi yapan yerler vardı, sonra yukarı ana yola çıktık, Saint Benoit Fransiz lisesi ve ibadet yeri, yanında iç mekanı tamiratta olan bir Emeni kilisesi gördük. Perşembe paarı caddesine girdik, üstünde Osmanlı döneminden kalma türkçeyi Fransız harflerle yazan kutumcu han, tactac han kapılarını okuduk. Pazar günü kapalı, işgünleri buralar hırdavatçı, tornacı, atölye olarak çalışıyormuş. Daha sonra yukarıya yürüdük, Galata mahkemesi, hapishanesi, sarayı ve günümüzde lokanta olan eski mekanları gezdik. Heryer sokaklar boştu. Bankalar caddesine çıktık, Salt sanat merkezini gezdik. Galata kulesi yolundaki sarmal ikili merdivenleri tırmandık, Avusturya lisesi önünde zaman geçirdi, aramızda bir mezun hanım içerde geçirdiği kendi dönemini anlattı. Sonra 1900 yıllarında Avusturya'dan gelen Eşkenazi yahudilerinin bugün sanat galerisi olarak kullanılan sinegog'u gezdik. İkinci Eşkenazi sinagog'u az ötedeydi, orası ibadet yeri olarak kullanılıyormuş,miçeri girme izni yoktu. Galata kulesine yürüdük. Kule dibindeki açık cafe'de oturduk, bir saat mola verdik, dinlendik. Daha sonra kalabalık yabancı turist kalabalığında tünel'e çıktık. Galata Mevlevihanesine girdik, sema yeri, alt çilehane, müzesini arka mezarlığı gezdik. Saat 17:00'de sema ayini varmış, seyir kişi başına 100₺. Sema ayinine kalmadık, bahçesinde oturduk, huzur dolu sakin bir yerdi.
Tur bitti guruptan ayrıldık, istiklal caddesini tüm boyunca yütürüdük, arada Köftesi rasim'de köfte yedik, sonra saray muhallebicisinde dondurmalı tavuk göğsü aldık. Sokak çalgıcılarını dinledik. Rus kadın kemancı, Arap Suriyeli, Kürt şarkı guruplarını dinledik. Taksim'den tranvay'la geri Tünele döndük. Tünel ile Karaköy'e, şehirhatları vapuru ile Kadiköy'e, dolmuş ile Ataşehir eve saat 21:00'de geldik. Tüm gün dolu geçti. Önünden gelip geçtiğimiz ama hikayelerini bilmediğimiz bir sürü yeri gördük. İlerde Şile, Ağva, Riva ve İznik turları varmış, zaman tutarsa onlara da gitmeye niyetimiz var.
Ataşehir, 13- Mayıs 2019
Tuesday, May 07, 2019
Yeni istanbul havalimanı
Yeni istanbul havalimanı açıldı. Çok fazla yorum haber şikayet var. Kervan yolda düzelir mantığı ile gidiyoruz. Yerleşme aşamasında problemler olur, bunları gözardı edemeyiz, problemleri çözmek için önce problemleri belirlemek lazım.
Duyumları haberleri şikayetleri gözlemleri sıralayalım.
Yeni istanbul havalimanı çok büyük, büyük olduğu için içinde ulaşım için yürüyerek uzun mesafeleri geçmeyi gerektiriyor, yürüyüş bandları, yaşlılar için elektrikli araba servisi artmalı ve istendiğinde hemen kolayca ulaşılabilir olmalı.
Körükler çalışmıyor, bir an önce devreye girmeli.
Uçakların iniş ve kalkışta yerde harcadıkları taksi süresi çok uzun, yolcular havalimanına indikten sonra 30-45 dakika uçakta bekliyorlar.
Şehir merkezinden hava limanına ulaşım uzun süre alıyor, Havaist ile taksim'den 2-saat sürüyor. Yaksi ike 60-km şehiriçi en az 120-150₺ yazıyor, taksi de şehiriçi trafikte uzun zamanda varıyor. Metro raylı taşımanın yapılması lazım, sabiha gökçen metro ulaşımı da yıllardır yok, onun da yapılması lazım, boş arazide tavşantepe sabiha arası ray döşemek bu kadar uzun mu sürer?
Yeni havalimanı sadece thy için çalışıyor, başka bilinen havayolu yok, atlas, astana, gibi küçük havayolları nadiren inip kalkıyor.
FlightRadar takibinde uçuş sayısında düşüş görüyoruz, yeterli hava trafiği yok, büyük havayolları gelmiyor, gelebilmesi için uluslararası- kuzey amerika- batı avrupa güvenlik denetiminden geçmesi lazım.
Göçmen kuşlar hiç dikkate alınmadı, mayıs ayında afrika'dan doğu avrupa'ya, eylül ayında doğu avrupa'dan afrikaya havalimanı üstünden 5-6 milyon leylek- flamingo geçecek, nasıl geçecek? Genlerine işlenmiş rota ile milyonlarca yıldır bu yoldan geçiyorlar, rota genetiklerine işlemiş, "bird strike", çok önemli bir tehlike, büyük risk.
Hava limanında hazır bir projeyi pat diye mevcut yere kuzey- güney ekseninde koydular, hakim rüzgar kuzey-doğu hesaba alınmadı. İnerken uçaklar rüzgarı yandan alıyor, neyse boeing ve airbus uçakları şimdilik 100km/saat rüzgara dayanıklı, ama daha yüksek rüzgar hızında uçaklar çok etkilenebilir.
Sabihagökçen yolcu ve uçak trafiği %50 arttı, taksi otobüsle bile atasehir'den veya bostancı- kartal - tavşantepe'den 25-km çok değil, 50₺,
Hava alanı tuhaflıklarla dolu. Tasarım tamamen yanlış ve eski kafaya göre yapılmış. Yeni havaalanlarının tasarımı bambaşka. Bir kere girişte iki minareli koca bir cami ilk gördüğünüz şey. Dünyanın hangi havaalanında girişte cami/kilise/sinagog/tapınak var?
İçeri Girince herhangi bir şeyi bulmak zor.
Doğru işaretleme yok, girdiğiniz kuyruğun doğru kuyruk olduğunu anlamıyorsun.
Pasaport için geçilecek yer çok geniş ama doğru yerden geçmek için birkaç kişiye sormak gerekiyor. Sonra uzun bir yürüyüşten sonra bir AVM gibi bir yere geliyorsun.
Bir sürü mağaza ve yiyecek içecek satan yer var. Giyim dışındaki yerlerin hiç birisi bilindik isimler değil. DutyFree yeni bir isim. Yiyecek içecek satan yerler bilmediğimiz markalar. Yiyecek içecek satan yerlerden birinde oturmazsanız oturacak yer yok. Bazı yerlerde halı döşeli yuvarlak alanlar var, herkes orada yerde oturuyor veya yatıyor. Biz bir starbucks bulduk, bildik yer diye orada kahve içip oturabildik.
Uçağa gidene kadar bir daha uzun bir yol yürünüyor. Yürüyen bantlar yok, yapılmamış. Böyle uzun yürüyüşlü yerlerde bütün havaalanlarında yürüyen bantlar var.
Atatürk’te de vardı. Körükler henüz çalışmıyor. Otobüsle epey bir yol gidiliyor.
Uçağa binip uçak hareket ettikten sonra kalkış pistine gitmek 35-45. dakika sürüyor. Pistte giderken önümüzde arkamızda hiçbir uçak yok. Çünkü alanda uçak yok. Bomboş. Hava alanında gidişte motorlarında kapak olan Özbekistan uçağı dışında bir Atlas Havayolları ve THY var. Başka hiç bir yabancı uçak yok. İnişte de üzerinde Arapça yazıdan başka Latince yazı olmayan uçak dışında bir Mısır Havayolları vardı. Diğerlerinin hepsi THY. Son derece acayip. Giderken bindiğimiz Atlas aslında Air France idi.
Dönüşte yine uzun yürüyüşler, kaybolmalar vs yaşıyoruz. Sorarak pasaport kontrolünü bulduk. Kalabalık yok kolayca geçtik.
Bizim hava alanında ne bir mimari üstünlük, ne bir mimari güzellik/zerafet var. Sadece çok büyük. Paralara yazık oldu. Uzun vadede neler olacağını tahmin etmek zor değil.
FlightRadar incelemesinde sabihagökçen arı kovanı gibi, yeni havalimanı trafiği ise göreceli çok az. Devlet görevlileri hala yeşilköy'ü kullanıyorlar, vatandaşa yeni hava limanı kaldı. Çok büyükmüş, kullanışlımı? Güvenli mi? Ulaşımı kolaymı? Göçmen Kuşlardan uzak mı? Körükler çalışıyormu? Catering düzgün mü? Bütün bunlar zaman içinde yerine oturacakmı? Düzelecek mi? Kervan yolda düzelebilecek mi?
Istanbul, 6-Mayıs 2019
Duyumları haberleri şikayetleri gözlemleri sıralayalım.
Yeni istanbul havalimanı çok büyük, büyük olduğu için içinde ulaşım için yürüyerek uzun mesafeleri geçmeyi gerektiriyor, yürüyüş bandları, yaşlılar için elektrikli araba servisi artmalı ve istendiğinde hemen kolayca ulaşılabilir olmalı.
Körükler çalışmıyor, bir an önce devreye girmeli.
Uçakların iniş ve kalkışta yerde harcadıkları taksi süresi çok uzun, yolcular havalimanına indikten sonra 30-45 dakika uçakta bekliyorlar.
Şehir merkezinden hava limanına ulaşım uzun süre alıyor, Havaist ile taksim'den 2-saat sürüyor. Yaksi ike 60-km şehiriçi en az 120-150₺ yazıyor, taksi de şehiriçi trafikte uzun zamanda varıyor. Metro raylı taşımanın yapılması lazım, sabiha gökçen metro ulaşımı da yıllardır yok, onun da yapılması lazım, boş arazide tavşantepe sabiha arası ray döşemek bu kadar uzun mu sürer?
Yeni havalimanı sadece thy için çalışıyor, başka bilinen havayolu yok, atlas, astana, gibi küçük havayolları nadiren inip kalkıyor.
FlightRadar takibinde uçuş sayısında düşüş görüyoruz, yeterli hava trafiği yok, büyük havayolları gelmiyor, gelebilmesi için uluslararası- kuzey amerika- batı avrupa güvenlik denetiminden geçmesi lazım.
Göçmen kuşlar hiç dikkate alınmadı, mayıs ayında afrika'dan doğu avrupa'ya, eylül ayında doğu avrupa'dan afrikaya havalimanı üstünden 5-6 milyon leylek- flamingo geçecek, nasıl geçecek? Genlerine işlenmiş rota ile milyonlarca yıldır bu yoldan geçiyorlar, rota genetiklerine işlemiş, "bird strike", çok önemli bir tehlike, büyük risk.
Hava limanında hazır bir projeyi pat diye mevcut yere kuzey- güney ekseninde koydular, hakim rüzgar kuzey-doğu hesaba alınmadı. İnerken uçaklar rüzgarı yandan alıyor, neyse boeing ve airbus uçakları şimdilik 100km/saat rüzgara dayanıklı, ama daha yüksek rüzgar hızında uçaklar çok etkilenebilir.
Sabihagökçen yolcu ve uçak trafiği %50 arttı, taksi otobüsle bile atasehir'den veya bostancı- kartal - tavşantepe'den 25-km çok değil, 50₺,
Hava alanı tuhaflıklarla dolu. Tasarım tamamen yanlış ve eski kafaya göre yapılmış. Yeni havaalanlarının tasarımı bambaşka. Bir kere girişte iki minareli koca bir cami ilk gördüğünüz şey. Dünyanın hangi havaalanında girişte cami/kilise/sinagog/tapınak var?
İçeri Girince herhangi bir şeyi bulmak zor.
Doğru işaretleme yok, girdiğiniz kuyruğun doğru kuyruk olduğunu anlamıyorsun.
Pasaport için geçilecek yer çok geniş ama doğru yerden geçmek için birkaç kişiye sormak gerekiyor. Sonra uzun bir yürüyüşten sonra bir AVM gibi bir yere geliyorsun.
Bir sürü mağaza ve yiyecek içecek satan yer var. Giyim dışındaki yerlerin hiç birisi bilindik isimler değil. DutyFree yeni bir isim. Yiyecek içecek satan yerler bilmediğimiz markalar. Yiyecek içecek satan yerlerden birinde oturmazsanız oturacak yer yok. Bazı yerlerde halı döşeli yuvarlak alanlar var, herkes orada yerde oturuyor veya yatıyor. Biz bir starbucks bulduk, bildik yer diye orada kahve içip oturabildik.
Uçağa gidene kadar bir daha uzun bir yol yürünüyor. Yürüyen bantlar yok, yapılmamış. Böyle uzun yürüyüşlü yerlerde bütün havaalanlarında yürüyen bantlar var.
Atatürk’te de vardı. Körükler henüz çalışmıyor. Otobüsle epey bir yol gidiliyor.
Uçağa binip uçak hareket ettikten sonra kalkış pistine gitmek 35-45. dakika sürüyor. Pistte giderken önümüzde arkamızda hiçbir uçak yok. Çünkü alanda uçak yok. Bomboş. Hava alanında gidişte motorlarında kapak olan Özbekistan uçağı dışında bir Atlas Havayolları ve THY var. Başka hiç bir yabancı uçak yok. İnişte de üzerinde Arapça yazıdan başka Latince yazı olmayan uçak dışında bir Mısır Havayolları vardı. Diğerlerinin hepsi THY. Son derece acayip. Giderken bindiğimiz Atlas aslında Air France idi.
Dönüşte yine uzun yürüyüşler, kaybolmalar vs yaşıyoruz. Sorarak pasaport kontrolünü bulduk. Kalabalık yok kolayca geçtik.
Bizim hava alanında ne bir mimari üstünlük, ne bir mimari güzellik/zerafet var. Sadece çok büyük. Paralara yazık oldu. Uzun vadede neler olacağını tahmin etmek zor değil.
FlightRadar incelemesinde sabihagökçen arı kovanı gibi, yeni havalimanı trafiği ise göreceli çok az. Devlet görevlileri hala yeşilköy'ü kullanıyorlar, vatandaşa yeni hava limanı kaldı. Çok büyükmüş, kullanışlımı? Güvenli mi? Ulaşımı kolaymı? Göçmen Kuşlardan uzak mı? Körükler çalışıyormu? Catering düzgün mü? Bütün bunlar zaman içinde yerine oturacakmı? Düzelecek mi? Kervan yolda düzelebilecek mi?
Istanbul, 6-Mayıs 2019
Yaşlılar evinde
Yaşlılar evinde
İstanbul'da bir yaşlılar huzurevinde babam kalyor, fırsat oldukça onu tek kişilik odasında ziyaret ediyorum. Bedensel olarak zayıfladı, zor yürüyor, hareketleri yavaşladı, sık tuvalete gidiyor. Ancak zihin sağlam, günlük gazete okuyor, gündemi takip ediyor, odasındaki Tv'den haberleri izliyor, trt3 klasik müzik programları dinliyor. Etrafında olanları çok dikkatle izliyor, zihnine kaydediyor. Herkesi kendine göre sınıflandırıyor. Benimle kendisi için zor da olsa laflıyor, çok eski olayları hatırlayıp isimler vererek anlatıyor. Üç öğün önüne gelen basit hafif yaşlılar için özel yemeği yiyor.
Çoğunlukla basit çorba, arkasından sebze haşlama karnıbahar fasulye, pırasa, sonra pilav - pirinç veya bulgur- veya makarna, son olarak yoğurt. Ben gelince şekersiz açık çay içiyoruz. Ona gazete makaleleri okuyorum.
Ben yokken -1 katında diğer yaşlıların yanına götürüyorlar, orda çoğu Alzheimer yaşlı var, onlara personel "hasta", diyor. Tepkisiz boş bakan yaşlı insanlar.
Aralarında bir eski fizik profesörü, var, ingiltere'de doktora yapmış, üniversite bölüm başkanlığı, büyük kamu kurumlarında üst düzey görevde çalışmış, çok sayıda bilimsel makale yazmış, şimdi Tv odasında tepkisiz oturuyor, hayal gibi geziniyor.
Bir başka sosyal bilimci profesör hanım var, zihin tümüyle gitmiş, tepkisiz. Tv'de boş gözlerle Trt müzik izliyor. Köşede sessiz oturuyor.
Otobüs işletmesi sahibi çok zengin bir işadamı var. Çocukları ara sıra haftasonları uğruyorlarmış. Burda parası yok, zenginliği yok, hiçbirşeyi yok.
Abd'de uzun yıllar kalmış bir yaşlıyı çocukları buraya daha ucuz bakılır diye getirip bırakmışlar, Abd'de ödeyeceklerine herhalde burda yarı fiyat ödüyorlar. 2-yıldır kimse ziyaretine gelmiyormuş. Adam nerde olduğunu unutup ingilizce konuşmaya başlıyor, kimse anlamıyor, personelin ingilizce bilgisi yok. Adam ingilizce konuşurken çaresizliğini anlatıyor, belli ki zamanında Abd'de iyi paralar kazanmış, herhalde sigortası var, geliri var, ama çocukları Abd'de daha çok para ödemek yerine, kendilerine göre daha makul ödeyecekleri buraya bırakıp gitmişler, onu burda unutmuşlar.
Bir başka gurup normal yaşlılar var, onlar +3 katında kalıyorlar, +4 katında beraber boyama sohbet faaliyeti yapıyorlar. Aralarında çok iyi ingilizce Fransızca konuşan bir emekli büyükelçi var. Gençliğinde çok önemli merkezlerde Newyork, Riyad, Akra görev yapmış. Büyükelçi bedensel olarak sağlam, güzel giyiniyor, biraz demans başlangıcı yaşıyor. Duyma zorluğu var, konuşurken uygun kelimeleri seçme isim hatırlama zorluğu yaşıyor. Takıntıları var, günlük gazete okuyor, radyo tv takip ediyor, arada bir dışarı çıkıp gezip dönüyor. Cebinde parası yok, alışveriş yapma imkanı yok.
Bir büyükelçi eşi hanım var, bedensel hareket zorluğu çekiyor ancak zihin sağlam, +4 katında tahta boyama faaliyetine katılıyor.
Babamın yanındaki odada bir yaşlı adam var, hiçbir ortama katılmıyor, odasında oturuyor, izin alabilirse bina dışına kapı önüne çıkıyor, gelen gidenle konuşuyor laflıyor.
Huzuevinin sahibi iyi niyetli çalışkan bilgili, yardımsever bir karı-koca. Günboyu 50'ye yakın yaşlıya hizmet etmek onların sağlık, barınma beslenme temizlik sorunlarını çözmek kolay değil. Personel genç çoğu doğulu, asgari ücretle vardiyalı çalışıyorlar. Güler yüzlü iyi niyetliler, yaşlılarla bir arada uzun süreli çalışmak kolay iş değil.
Yaşlının sağlığı iyiyse, zihni açık ise herkes ona karşı çok iyi, zihni bulanık olunca sağlığı gidince herşey birden zorlaşıyor, personelden birşey istemek kolay değil, o zaman yaşlı için çaresizlik zor zamanlar başlıyor. Yaşlı yakınlarının ilgisi önemli oluyor.
Rahmetli annemin beyin damarlarında kireçlenmeden ötürü son 2-yıl konuşma zorluğu oluştu, sorulara kısa cevaplar veriyordu, herkes durumunu demans zannetti, ama büyük ihtimal herşeyi duyuyor görüyor anlıyor ama konuşamıyordu.
Yaşlıların huzurevinde hayatları kolay değil, unutulmuş olanların durumu daha zor.
Hayat başlıyor bitiyor, öyle böyle zaman akıp gidiyor, geriye dönüş yok.
Yaratanın verdiği bu güzel hediyeyi sağlıklı mutlu en iyi şekilde geçirmek lazım.
Prinkipo, 5-Mayıs 2019
İstanbul'da bir yaşlılar huzurevinde babam kalyor, fırsat oldukça onu tek kişilik odasında ziyaret ediyorum. Bedensel olarak zayıfladı, zor yürüyor, hareketleri yavaşladı, sık tuvalete gidiyor. Ancak zihin sağlam, günlük gazete okuyor, gündemi takip ediyor, odasındaki Tv'den haberleri izliyor, trt3 klasik müzik programları dinliyor. Etrafında olanları çok dikkatle izliyor, zihnine kaydediyor. Herkesi kendine göre sınıflandırıyor. Benimle kendisi için zor da olsa laflıyor, çok eski olayları hatırlayıp isimler vererek anlatıyor. Üç öğün önüne gelen basit hafif yaşlılar için özel yemeği yiyor.
Çoğunlukla basit çorba, arkasından sebze haşlama karnıbahar fasulye, pırasa, sonra pilav - pirinç veya bulgur- veya makarna, son olarak yoğurt. Ben gelince şekersiz açık çay içiyoruz. Ona gazete makaleleri okuyorum.
Ben yokken -1 katında diğer yaşlıların yanına götürüyorlar, orda çoğu Alzheimer yaşlı var, onlara personel "hasta", diyor. Tepkisiz boş bakan yaşlı insanlar.
Aralarında bir eski fizik profesörü, var, ingiltere'de doktora yapmış, üniversite bölüm başkanlığı, büyük kamu kurumlarında üst düzey görevde çalışmış, çok sayıda bilimsel makale yazmış, şimdi Tv odasında tepkisiz oturuyor, hayal gibi geziniyor.
Bir başka sosyal bilimci profesör hanım var, zihin tümüyle gitmiş, tepkisiz. Tv'de boş gözlerle Trt müzik izliyor. Köşede sessiz oturuyor.
Otobüs işletmesi sahibi çok zengin bir işadamı var. Çocukları ara sıra haftasonları uğruyorlarmış. Burda parası yok, zenginliği yok, hiçbirşeyi yok.
Abd'de uzun yıllar kalmış bir yaşlıyı çocukları buraya daha ucuz bakılır diye getirip bırakmışlar, Abd'de ödeyeceklerine herhalde burda yarı fiyat ödüyorlar. 2-yıldır kimse ziyaretine gelmiyormuş. Adam nerde olduğunu unutup ingilizce konuşmaya başlıyor, kimse anlamıyor, personelin ingilizce bilgisi yok. Adam ingilizce konuşurken çaresizliğini anlatıyor, belli ki zamanında Abd'de iyi paralar kazanmış, herhalde sigortası var, geliri var, ama çocukları Abd'de daha çok para ödemek yerine, kendilerine göre daha makul ödeyecekleri buraya bırakıp gitmişler, onu burda unutmuşlar.
Bir başka gurup normal yaşlılar var, onlar +3 katında kalıyorlar, +4 katında beraber boyama sohbet faaliyeti yapıyorlar. Aralarında çok iyi ingilizce Fransızca konuşan bir emekli büyükelçi var. Gençliğinde çok önemli merkezlerde Newyork, Riyad, Akra görev yapmış. Büyükelçi bedensel olarak sağlam, güzel giyiniyor, biraz demans başlangıcı yaşıyor. Duyma zorluğu var, konuşurken uygun kelimeleri seçme isim hatırlama zorluğu yaşıyor. Takıntıları var, günlük gazete okuyor, radyo tv takip ediyor, arada bir dışarı çıkıp gezip dönüyor. Cebinde parası yok, alışveriş yapma imkanı yok.
Bir büyükelçi eşi hanım var, bedensel hareket zorluğu çekiyor ancak zihin sağlam, +4 katında tahta boyama faaliyetine katılıyor.
Babamın yanındaki odada bir yaşlı adam var, hiçbir ortama katılmıyor, odasında oturuyor, izin alabilirse bina dışına kapı önüne çıkıyor, gelen gidenle konuşuyor laflıyor.
Huzuevinin sahibi iyi niyetli çalışkan bilgili, yardımsever bir karı-koca. Günboyu 50'ye yakın yaşlıya hizmet etmek onların sağlık, barınma beslenme temizlik sorunlarını çözmek kolay değil. Personel genç çoğu doğulu, asgari ücretle vardiyalı çalışıyorlar. Güler yüzlü iyi niyetliler, yaşlılarla bir arada uzun süreli çalışmak kolay iş değil.
Yaşlının sağlığı iyiyse, zihni açık ise herkes ona karşı çok iyi, zihni bulanık olunca sağlığı gidince herşey birden zorlaşıyor, personelden birşey istemek kolay değil, o zaman yaşlı için çaresizlik zor zamanlar başlıyor. Yaşlı yakınlarının ilgisi önemli oluyor.
Rahmetli annemin beyin damarlarında kireçlenmeden ötürü son 2-yıl konuşma zorluğu oluştu, sorulara kısa cevaplar veriyordu, herkes durumunu demans zannetti, ama büyük ihtimal herşeyi duyuyor görüyor anlıyor ama konuşamıyordu.
Yaşlıların huzurevinde hayatları kolay değil, unutulmuş olanların durumu daha zor.
Hayat başlıyor bitiyor, öyle böyle zaman akıp gidiyor, geriye dönüş yok.
Yaratanın verdiği bu güzel hediyeyi sağlıklı mutlu en iyi şekilde geçirmek lazım.
Prinkipo, 5-Mayıs 2019
Subscribe to:
Posts (Atom)