Thursday, July 30, 2015

Uluslararası Enerji Konferanslarında yerli konuşmacı hakları


İstanbul'da lüks mekanlarda düzenlenen çok sayıda "Uluslararası Enerji Konferansı" duyuruları yıl içinde bana bir şekilde geliyor. Piyasa çalışanlarını davet ediyorlar, yerli konuşmacılara çoğu zaman para ödemiyorlar. 1-2 yabancı konuşmacıyı çağırıyorlar. Onlara "business" gidiş- dönüş uçak bileti ve konferans otelinde konaklama sağlıyorlar. Yabancı konuşmacı için pazarlığa bağlı 1000-5000-10,000 ABD Doları para ödüyorlar. Yabancı konuşmacı, dinleyicileri küçümser havada, cilalı süslü bir İngilizce ile, daha önce belki bin kere yaptığı içi boş sunumu tekrarlıyor. "Biz böyle yaptık, yapıyoruz, siz de aynısını yapın", diyor. Bizim uygulama ortamımız ile onlarınki çok farklı, olmuyor.

Bizim yerli konuşmacılarımız, en az yabancılar kadar iyi. Yerli piyasayı, bizim mevzuatı, yerli uygulamaları, bizim bürokrasiyi daha iyi bildikleri için çok daha faydalı bilgiler verebiliyorlar, ancak bütün bu değerli bilgiler için para almıyorlar, alamıyorlar. Organizatör şirket, "Üste bir de para mı vereceğiz, senin kişisel reklamını yaptık ya, daha neler?" diyor. Şirket reklamı yapanlar zaten sunumlarında bu durumu saklamıyorlar ve zaten para istemiyorlar, üstelik konferansa sponsor oluyorlar, üste para veriyorlar.

Yetkili üst düzey siyasi irade, ilk gün gelip açılışa katılıyor, kurdele kesiyor, çoğunlukla ezberden standart bir konuşma yapıyor ve ayrılıyor. Üst düzey siyasi irade gelince, mutlaka ona bağlı üst düzey bürokratların konferansa katılması bekleniyor. Aynı kurumun üst düzey bürokratları gelen daveti hemen kabul ediyorlar, harcamalar için zaten devlet onlara harcırah ödüyor. Onlar için bir değişiklik oluyor. Onaydan geçmiş bir eski sunumu -ana bilgiler içeren konuşmayı yapıp hemen ayrılıyorlar.

Bakanlıktan, denetleme kurulundan, yetkili kurumlardan yeni ayrılmış eski üst düzey bürokratlar, eğer davet alırlarsa mutlaka konferansa katılıyorlar. Bu sayede yeni iş bulmayı ümit ediyorlar. Büyük özel şirketlerin üst düzey kadrolarından yeni ayrılmış yaşlı profesyoneller, bu tip toplantıları kendileri için yeni iş fırsatları olarak görüyorlar.

Organizator firma, katılımcı veya dinleyici başına 500-1000 ABD dolar alıyor. Konuşmacıdan bile para almaya kalkanları gördüm. Çoğunlukla konuşmacılardan konferans ücreti alınmaz, ama "Tutturabilirsem", diye isteyeni gördüm. Bütün bunlar doğru değil. Bill Clinton konuşma başına 200,000 ABD Doları alıyor. En son İsveç konuşması için 600,000 Euro alacağı basında yer aldı. Amerika'da standart bir uzman davetli konuşmacı 20,000- 40,000 ABD Doları ücret alıyor.

Bizim tavır almamız lazım. Bana gelen davetlere standart cevap veriyorum,
"Thank you for your invitation to public speaking on energy issues in our environment, I expect the organizer company to pay my business class return plane ticket, pay my accommodation in conference hotel plus pay a reasonable fee for my presentation."

Yani, "Konferansınıza konuşmacı olarak katılırım ama, benim seyahat ve konaklama masraflarımı karşılamanız, ayrıca bana makul bir ücret ödemeniz lazım." Ödeyen varmı? Tek tük var, ama ödemedikleri zaman daveti kaçırdığım için hiç üzülmüyorum. Zaten bu işler kısmet, davet gelir iptal edilir, "Niye iptal edildi?" diye sormak abestir. İptal edilmiş ise edilmiştir, bir sonrakine bakarsınız.

CNN, BBC gibi kurumlar özel uzmanlık dalında ekrana çıkan uzmanlara daha sonra para ödüyorlar. İyi bir açıklama yapmış iseniz ve izleyicilerden güzel yorumlar almış iseniz, daha sonra kurum sizi arıyor, banka hesabınızı istiyor, sonra bu hesaba makul bir para gönderiyor. Bizde bu durumun muhasebeleştirilmesi zor, para vermemek daha kolay. Sonra ne oluyor? Ortalık bilmeyenlerle doluyor.

TV haber programlarına davet çok, ama programcı her konuşmanıza 50 saniyede bir, saçma sapan bir soruyla dalıyor, siz anlattığınızı unutuyorsunuz. Programa çıkmamamak daha iyi.

Konferanslarda aksine özel bir uyarı olmadıkça ses ve görüntü kayıdı yapabilirsiniz, bu kayıtları yakınlarınızla arkadaşlarınızla paylaşabilirsiniz, adı üstünde "public speaking", yani "kamuya açık konuşma", yani herkes kayıt yapabilir, yazılı not tutabilir.
ODTÜ Mezunlar Derneği konferans salonunda yaptığımız paneller böyledir, başta konuşmacıdan izin alırız, izin vermezse zaten onu konuşturmayız. Kapalı toplantılardaki konuşmalar bizde "Chatham house" kurallarına tabidir, yani verilen bilgi kullanılabilir, fakat referans verilemez, isim verilemez.

Benim yaş gurubumda artık kişisel reklama, tanıtıma ihtiyacımız yok, neysek oyuz, bizi bilen zaten biliyor. Hepimiz dik durur bu ön şartları istersek, hakkımız olan ödemeyi alırız. Bunları öğrenip konferans organizatörlüğüne geçiş yapanlar olabilir, ama piyasa doydu. Bundan sonra konferans sektöründe daha fazla iş imkanı sınırlı görünüyor.


Üniversitelerin ve meslek odalarının düzenledikleri toplantılara konuşmacı daveti geldiğinde katılmak bir görevdir, bunlarda bir para beklentisi olmaz, olamaz. 2015-08-30 Ankara

Thursday, July 23, 2015

Neden saçların beyazlanmış, arkadaş?


Neden saçların beyazlanmış, arkadaş?
Politikacıların saçlarını boyama özgürlükleri var mı?

Değerli Okurlarım,

Başkan Obama'nın saçları göreve geldiğinde doğal siyahtı, görevde bulunduğu iki dönemde saçları iyice beyazlaştı. Obama bu durumu gurur verici olarak, her vesile ile söylüyor. 2012 başkanlık seçimlerinde oy kullanırken, seçim sandığı görevlilerine eski kimliğini verdi, kimlikte saçlar simsiyah, "Sizler için çok çalıştım, saçlarım o yüzden böyle beyazlaştı" dedi.

Alman Şansölye Gerhardt Schröder'in hikayesi tüm siyasiler için ders alınacak önemdedir. Alman DDP Haber Ajansı, 2002 yılında bir okuyucu görüşüne yer verdi. Okuyucu, "Şansölye, beyazlaşan saçlarını boyamasa daha güvenilir görüntü verecek", diyordu. Schröder bu yoruma gülüp geçeceği yerde, konuyu ciddiye aldı, "küçük düşürücü", savıyla mahkemeye götürdü. Haber Ajansı, "ifade özgürlüğü" olarak savunma yapsa da, Alman mahkemesi önce uyarı, tekrarı halinde ağır para cezası hükmü getirdi. Alman mahkemelerinin yaptırım koyamayacağı, İngiliz ve Amerikan medyası konuyu alaya aldılar. Onlar için "ifade özgürlüğü" kısıtlanamazdı. Schröder'i, "Bad Herr Dye" (Bay KötüBoya) olarak isimlendirdiler. Schröder bir sonraki seçimleri Angela Merkel'e kaptırdı ve siyasete veda etti.

Seçim süresince yoğun seyahat trafiği vardı, bazı siyasilerimiz, berbere gitmeye (veya çağırmaya) fırsat bulamadı, simsiyah saçlarının diplerinde beyazlıklar görülmeye ve bunlar netleşmeye başladı. Bıyıklar beyaz, saçların doğal rengi de herhalde şimdilerde beyaz olmalı. Bu hafta baktım, çoğunda dip kısımlar tekrar siyahlaşmış.

Peki bir politikacı neden saçlarını boyatır? Daha iyi, daha genç görüntü vermek için mi? Kadınlara bu hak verilmiş, CHP kadınları saçlarını rengarenk boyarlar, çoğu hanımın doğal sarışın olduğunu hiç sanmıyorum, MHP ve HDP kadınları saçlarını doğal rengine yaklaştırıyorlar, diplerde beyazlar artınca doğal rengine boyatıyorlar. Kapalı hanımların böyle bir sorunları zaten yok.

Amerikan başkanlık seçimlerinde adaylara bakıyorum, erkeklerde sadece Donald Trump'ta değişik saç rengi ve stili var, diğerleri normal - doğal görünüyor. Demokratlarda sadece Hillary Clinton var, başka ciddi demokrat aday yok, Hillary'nin saçları zaten hep aynı renktir.

François Hollande'de saç azalmış. David Cameron'da saçlar alında azaldı, doğal hafif kırlaştı, muhalifleri, "Saçlarını boyuyor, bizden en basit gerçeği saklıyor", diye eleştri aldı. Kravat takmayan Yunan başbakanı Alexis Tsipras genç, saçlar simsiyah, ama Yunan borç müzakereleri süreçinde yakında saçları herhalde iyice belirgin beyazlaşacak. Eski Yunan Maliye bakanı sert delikanlı motosiklet sürücüsü Yanis Varoufakis kafayı kazıtmış, saç sorunu hiç yok. Bill Clinton'un saçları bembeyaz. John Kerry sağlık nedeniyle yüzüne zorunlu estetik yaptırdı, saçlar doğal beyaz.

Berlusconi'nin yüzünde estetik, kafasında saç ekme var. Çinli yöneticiler siyah takım elbise giyer gibi, tek tip koyu siyah boyalı saçlarla dolaşıyorlar. Putin'in yüzünde çoğu zaman botoks uygulaması var.

Angela Merkel'in saçları hep kısa ve doğal görünümlü. Alman kadınlarında saçlarını sarıya boyatma durumu yok. Onlar bu konuyu hiç dert etmezler. Münih'te konsere operaya gidiyorum, tüm salon beyaz saçlı insanlarla dolu. Almanya'da saçlarını, canlı bağıran sarıya boyatanlar hep yabancılar oluyor.

Benim saçlar beyazlaştı. Kısa kestiriyorum, iyi oluyor. İlerde saçları kazıtabilirim, daha genç gösteriyor-muş. Bizim yaşımızda hafif yanlarda kır saç karizma artırıyor, bilge adam (wise man) görüntüsü veriyor.

CNN anchor ekran saç kuralında, saçlar doğal olacak, CNN anchorwoman Becky, Amanpour, gibi en önemli kadınlar çoğu zaman doğal saçla ekrana çıkıyorlar. Yaşı ilerlemiş erkeklerin Wolf Blitzer, Anderson Cooper, hepsi beyaz-kır saçlı. Böylece, "İzleyiciden birşey saklamıyoruz, onlara gerçeği olduğu gibi veriyoruz", diyorlar.

Botoks, peruk ve estetik konularına hiç girmeyelim. Bence doğal görünüm en iyisidir. Bembeyaz bıyık ile simsiyah saçlar, veya siyah kaşlar ile sapsarı saçlar olmuyor. Politikacıların, boyalı olduğu çok net belli saçlarla seçmen karşısına çıkmasını doğru bulmuyorum. Politikacı seçmenden gerçeği saklamamalı, saçının gerçek rengini bile seçmenden saklamamalı, derim. Bilmem katılıyor musunuz? Ne dersiniz? Baki slm


2015-08-25 Ankara

Friday, July 17, 2015

Manila'ya nasıl gidilir, nasıl dönülür?

Değerli okurlarım,

1979 yılında Birleşmiş Milletler Kalkınma teşkilatının davetlisi olarak Manila'da bir toplantıya gitmem gerekti. Uçak biletim gönderildi' Pan-Am 001 uçağı ile önce Tahran'da mola, sonra Bombay (Mumbai) ye varcağım. Uçak değiştirip, Airfrance ile önce Bankong'ta mola vereceğim, sonra Vietnam üstünden Manila'ya varacağım.

Seyahatlerde herşey planlandığı gibi olmuyor. İstanbul'dan PanAm uçağına bindim, koca 747 boing uçağında sadece 10-kişi yolcu vardık. Her birimiz koltuklara yan yantık, uyuduk. O sıralarda iran devrimi olmuş, Tahran uçuşları iptal edilmiş. Durmaksısın , nonstop Bombay (mumbai)ye uçtuk. 12-saat havalimanında mola verdikten sonra AirFrance uçağına geçtik. Önce Bangkok, 3-saat moladan sonra vietnam havasahası üstünden Manila'ya vardık

Şubat ayında Manila cehennemi bir sıcaklıkta idi. Uçaktan dışarı çıktım, üstümdeki kışlık elbiseler ile her tarafımdan ter boşandı. Sanki fırın ağzında idim. Beni karşılayan servis otobüsü ile otele zor vardım. Hemen dışarı çıkıp en yakın mağazadan kısa şort ve  yazlık tshirt aldım. Otel iç mekanı konforluydu, klimalar iç ortamı +20c tutuyordu. Lobide her türlü servisi veren genç kızlar ve delikanlılar vardı.

Manila'da  diktatör Ferdinand Markos dönemi sürüyordu, sarı devrim henüz gelmemişti. Turizmden para kazanmak için her taraf 5-yıldız otellerle doluydu. Manila Üniversitesinde konferansa katıldık, önceden haxırladığımız sunumları yaptık, makalelerin ingilizce kağıt kopyalarını dinleyicilere dağıttık.

Konferans bitti, bizi  yağmur ormanlarında tekne gezisine götürdüler. Mayo giydik, yerli kanolar ile nehirde saatlerce yol aldık. Yağmur ormanları içinden geçtik, yüksekten akan şelalelere gittik. Maymun, kaplan, Timsah ve başka yırtıcı hayvan varlığı yüzünden rehberden ayrılmadan dolaştık, vardığımız orman içi mekanda  bir güzel öğle yemeği yedik, yerel biralar içtik, bol fotoğraf çektik.

Program bitti, Manila havalimanında AirFrance uçağına bindim, geldiğim parkur üstünden geri döneceğim. Bangkok'a indik, dutyfree çok makul, elimdeki tüm sınırlı yabancı para ile evdekilere hediye aldım. Çok az bir para kaldı.

Sonra tekrar uçağa bindik, Bombay'da durduk. Uçak değiştireceğiz, PanAm gelecek. Gelmedi. İran ihtilali yüzünden azalan yolcu sayısını gözeterek, her gün yapılan seferi, haftada bire indirmişler. Peki şimdi biz ne yapacağız? "Masraflar bizden sizi burda bir 5-yıldız otelde bir sonraki PanAm uçağı gelişine kadar 1-hafta misafir edeceğiz". Dediler.

Geç bir saatte bizi minibüs ile kıyıdaki bir otele bıraktılar. Otel güzel, üç öğün yemek veriyorlar. Hint okyanusu kıyısındayız. Sabah- akşan gelgit olayı var. Sular metrelerce geri çekiliyor, kıyıda akşamları tüm Bombay ahalisi gün batımı seyrederek kumsal yürüyüşü yapıyor. Bir hafta yan gel yat keyfet, değil mi?

Olmadı, otelden dışarı çıktığım anda, arkama onlarca Hintli çocuk takılıyordı, itip kakıp para istiyorlardı. Kıyıda yürüyüş yapmak istedim, yine aynı olay oldu. Otelden dışarı sakin birşekilde çıkıp gezmeye imkan yoktu. İki gün sonra ilgimi kaybettim. NewYorklu bir bankacı akşam geldi, anlattı,  havalimanına gitmiş, çok işleri olduğunu söylemiş, yakın başka bir route- yol üstünden yeni bilet vermişler, o akşam viyana üstünden memleketine uçtu.

Ondan öğrendim ya, ben de ertesi gün havalimanına gittim, işlerimin çok olduğunu, alternatif bir aktarma ile istanbul'a gitmek istedğimi söyledim, ciddi bir surat ifadesiyle  israr ettim. Bana Roma bileti kestiler, Roma'dan sonra başka bir aktarmayı vardığım limanda yapacaktım. Ertesi sabah 0200'de Bombay havalimanına vardım, 04:00'te kalkacak uçak tıklım tıklım çoğu Hintli yolcuyla saat 07:00'de kalktı, durmaksızın (nonstop)  uçtuk,  bu sürede tuvaletler tıkandı bozuldu, Arabistan, Mısır, kuzey Afrika üstünden 10-saatte Roma havalimanına vardık. Bombay'da +30 olan dış sıcaklık, Roma'da +10c idi,  sağnak yağmur yağıyordu. Kapişonlu anorağımı hemen giydim, terminale  girdim.

Tekrar bankoya gittim, biletimi inceleyen personel geliş parkuruma şaştı, o sırada Roma hava limanında grev vardı. Bana direkt istanbul uçağı bulamadılar. Yugoslav havayollarından aktarmalı bilet verdiler. Yugoslav uçağı önce Split havalimanına indi, mola verdi. Sonra Zagrep havalimanına indik. Bavulları verdiler, pasaport kontrolünden geçtim, kendimi hava limanı dışında buldum, tekrar xray ve pasaport kontrolünden geçtim, içeri girdim.

Avustralya'dan gelen uçağın dönüşüne bilet vermişler. Avustralya yolcuları ile Zagrep'ten istanbul'a geldik. Bu kadar çok aktarmalı 48-saatten fazla süren uçuştan sonra yorgunluktan  bitmiştim, Ankara'ya devam edemedim. İstanbul'da bir gün mola verdim. Ertesi gün iç hatlar uçağı ile eve vardım. Bütün bunlar olurken cebimde çok az para kalmıştı, zorla elimden alınan bagajların taşıma parası kalmadı, hamallara 2-3 sigara paketi verdim.

Bugün THY TK0084 istanbul- Manila 12-13 saatte nonstop aktarmasız gidiyor. Tk0085 ile dönüyorsunuz. O günden bugüne, PanAm 1991'de battı, iran islam devrimi yerleşti pekişti, nükleer müzakereler yapıldı bitti. Manila'da sarı devrim 1986'da Marcos diktatörünü sildi attı. Güneydoğu Asya büyüdü gelişti. Vietnam savaş sonrası toparlandı. Hindistan bilgisayar yazılım devi oldu. Ben de yurtdışı seyahatlerde daha tutumlu olmayı öğrendim. Acil gerekli stok nakit para tutmayı alışkanlık haline getirdim.  Her türlü program değişkliği olabileceğini, grev benzeri aksaklıkların her zaman uçuş düzenini değiştirebileceğini yaşayarak gördüm.

Bayramınız kutlu olsun, Ankara'da bayram namazı yarın saat 06:18'de. En yakın camiye yürüyerek gitmek sünnetttir. Eski ayakkabı giyin, Mersin'de bayram namazı sonrası yeni spor ayakkabılarımı çaldırıp eve çıplak ayakla dönmüştüm. Herkes bayram namazında bir kere ayakkabı çaldırır. Yarın Sabah erken kalkın,  slm ve sevgiler


Sunday, July 12, 2015

Yeni bir Zümrüt apartmanı faciası yaşamayalım.

Değerli Okurlarım,

Belki hatırlarsınız, 2004 yılında Konya'da bir Zümrüt apartmanı vak'ası yaşanmıştı. İddiaya göre 11-katlı Apartmanın girişinde tekstil ürünleri satan dükkan işletmecisi, dükkanında yer açmak için ana taşıyıcı kolonu kestirmiş, bunun sonucunda bir süre sonra bina aniden çökmüş, 92 apartman sakini göçük altında kalarak feci şekilde hayatlarını yitirmişlerdi. Dükkan sahibi değişiklik yaparken hiç bir yere danışmamış, bildirimde bulunmamış, apartman sakinlerinin durumdan haberi dahi olmamış, kolon kesildikten sonra apartmanın tamamında günlerce yanık kokusu hissedilmiş- demirlerin yarattığı sürtünmeden kaynaklandığı ifade edilmiş- kokunun kalorifer tesisatından kaynaklandığı zannedilmiş, usta getirtilip kalorifer tesisatı kontrol ettirilmiş ancak kokunun sebebi apartman çökene kadar anlaşılamamıştı. Yaşanan çok hazin ve çok üzücü bir olaydı.

Çok katlı blokta bir daire satılıyor. Evi satın alan yeni kat maliki kimseye haber vermeden, izin almadan, içerde yıkma yenileme faaliyetine başlıyor. Çalışma günlerce sürüyor. Karşı daireler toz ve pislik içinde kalıyor. İçerde neler yapılıyor, haberimiz yok, kontrolümüz hiç yok. Gün boyu yıkma, havalı, elektrikli matkap sesi korkunç gürültü yapıyor. Ağır ve dikkatsiz taşıma yüzünden asansör ses yapıyor, bozuluyor, asansör onarımı bu işe sebep olan kat maliki tarafından değil çoğunlukla ortak bütçeden ödeniyor.

Cumartesi, pazar ve bayram günleri daire içinde bu yıkma yenileme faaliyeti devam ediyor. Durum, güvenlik personeli sorumluluk kapsamında değil. Eğer onarım işlerinden pay alıyor ve söküm malzemesi kendisine kalıyor ise, apartman hizmetlisi de, yenileme müteahhidi personeli gibi çalışabiliyor. Bina yöneticisi eğer binada değilse, ortada şikayet edecek kimse olmuyor.

Binada evden çıkamayan yaşlılar var, emekliler var, uyuyan bebekler var, ders çalışan öğrenciler var, evinden home-ofis çalışan yazılımcılar var. Bu durumda mağdur olan komşu olarak siz ne yapabilirsiniz? Yeni kat malikini görünce surat asabilirsiniz. Kapıyı çarparsınız. Kapısını çalıp çalışanları uyarırsınız, ancak işçiler çoğunlukla sizi dinlemezler. Günler boyu yaptıkları gürültü, çıkardıkları pislik yanlarına kar kalır. Sizin sinirleriniz bozulur.

Aynı durum tatil yerinde yazlık evinizin yanında inşaat olarak ortaya çıkabilir, tüm yaz tatiliniz gürültü ve pislik içinde geçebilir. Şehirde bağımsız ev komşunuz bunları yapabilir. Böyle bir durumda uyarı yapmak, bizde polisin görevi degil. Almanya'da Münih'te polisin görevi oluyor. Onarım sırasında, pimapen yenileme yaparken çok gürültü yaptıkları için şikayet alan, kapılarına görevli semt polisinin geldiği yan komşu olayını bizzat gördüm.

İstanbul Ataşehir'de gördüğüm başka bir uygulamada ise tadilat yapan yeni kat maliki, yönetim ile işin düzeni ve süresi üstüne mukavele imzalıyor. En kısa zamanda, ortalığı nisbeten az kirleterek, az gürültü yaparak, sadece çalışma günleri saat 0900-18:00 arasında çalışacağını beyan ediyor, bunu bir yazılı duyuruyla alt giriş kapısına asıyor. Güvenlik bu teyidi imzalatıyor ve kontrol ediyor.

Durumdan vazife çıkararak, daire içi yenileme işgötürme işplanı mukavelesi nasıl olmalı diye kafa yordum, sanki bir Çed yönetmeliği hazırlıyor gibi düşündüm, ilk aklıma gelenleri sizlerle paylaşayım, sizden fikir alayım istedim. Aşağıda ilk taslak kuralları bilgilerinize sunuyorum,

  • Apartman daire içi yenileme öncesi, yeni kat maliki yönetimden izin alacak ve yazılı yenileme planı verecektir. Süre 4-haftayı geçemez. Her türlü zarardan kat maliki sorumludur.
  • Apartman içi yenileme öncesi yönetime zarar tazmini için 10k₺ kaporo yatıracaktır. Daire kat komşularının ve alt üst komşunun onayı veya itirazına göre bu para geri ödenecektir.
  • Daire içinde tüm söküm, hurda taşıma faaliyetleri için makul süre en fazla 2- çalışma günüdür.
  • Yeni elektrik kablo çekme, sıcak soğuk su boru sökme- yenileme- döşeme için makul süre 2-çalışma günüdür.
  • Badana, boya, yer kaplaması değişimi için makul süre en fazla 5-çalışma günüdür,
  • Banyo söküm yenileme, gömme dolap, mutfak yenileme için makul süre 2- iş günüdür.
  • Isıcam, Egepen, Pimapen söküm, yenileme, balkon kapatma için makul süre en fazla 2- iş günüdür.
  • Sökme ve yeni malzeme taşınması sırasında asansöre personel binmeyecek, gönderim ve alım için alt ve üst katta asansör dışında personel bulundurulacaktır.
  • Asansör bozulması halinde onarım masrafları kaporodan düşülecektir, eğer masraf kaporodan daha fazla olursa olursa fazla miktar ayrıca tazmin edilecektir,
  • Cumartesi, pazar, ve bayram günleri kesinlikle daire içinde çalışma yapılmayacaktır.
  • Çalışma günleri içinde saat 09:00-18:00 arası dışında çalışma yapılmayacaktır.
  • Daire içi çalışma sırasında daire kapısı kapalı tutulacaktır. Antreye, ortak kat komşularına toz, gürültü, pislik gidişi önlenecektir.
  • Yenileme iş bitiminde zarar ziyan belirlemesi yapılacak, çalışılan her fazla hafta için kaporodan 2-K₺ düşülecek, ayrıca asansör bakım, alt üst komşu zarar ziyanları ödenecek, düşülen para bina yönetim genel bütçesine aktarılacaktır. Kalan para varsa iade edilecektir.

Bu tip benzer sözleşmeler, Gürültü yapıp, etrafı pisleterek, yeni evine daha taşınmadan komşuların antipatisini kazanarak, sonraki zamanlarda yaşanacak komşuluk ilişkilerinde oluşacak sorunların yaşanmaması açısından çok isabetli olur, düşüncesindeyim.

Bunlar tıpkı termik santraller inşaa öncesi Çed raporu almak, santral yaparken çevreye zarar vermemek, Cerrattepe, Samistal, Fırtına deresi HES, Artvin yeşil yayla otoyolu için çevre insanına sormak ve onayını almak gibi, medeni toplumların hassas olduğu konular. Bizde en büyük rahatsızlığı veren bizzat kamu kurumları, belediyeler ve saygısız müteahhitler olduğu için ve saygısız insanlara ihale verildiği için sorun patalojik ve çözümü kısa, hatta orta vadede bile hemen mümkün değil.

Ancak yine de konu üstünde düşünmek, kafa yormak lazım. Apartman içi yenileme işleri, yeni komşunun keyfine, yenileme müteahhitinin insafına bırakılmayacak derecede önemli ve ciddi işlerdir. Bu konuyu baştan sıkıya almak, ciddi iş programı yapmak, ve parasal sınırlarda çözmek en iyisidir. Sizin bu taslak sözleşme metninde katkınız olursa çok memnun olurum. Selam ve saygılar

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


2015-07-21 Ankara