Pages

Sunday, November 30, 2014

Benim Lokantalarım, Benim Yemekhanelerim.


Değerli Okurlarım,

Hiç durmadan enerji konularını yazmak olmuyor. Arada bir opera, senfonik müzik, gezilecek yerler, arkeolojik mejanlar, tatil yöreleri, beyaz- kırmızı içecekler, lokantalar, paneller, konferanslar hakkında da yazmak lazım. Hayat sadece termik santraller değil. Sizlere bugün yeni mekan isimleri vereceğim.

Ankara'da Eskişehir yolunda Damla Petrol içinde yeni açılan "İkbal", çok güzel bir mekan olmuş. Önde pastane ve Cafe, arkada üç ayrı salonda lokanta kısmı var. Yemekleri tezgahta görüyor, sonra ısmarlıyorsunuz. 0312- 287 1922

Balgat pazar yanında Ceyhun Atıf Kansu Caddesi 12'de Akçakoca balıkçısı "Hamsi" inanılmaz güzel bir mekan olmuş. Balıklar harika, tam ayarında pişirim yapıyorlar, bol salata ile servis mükemmel, cam kenarı özel bir yer arıyorsanız önceden telefonla rezervasyon yapın. 0312 287 0202

Ankara Etlik garajları içinde 1958'den beri hizmet veren "Bolu AKIN Lokantası" ayrı bir lezzet ortamı. Çok güzel patlıcan kebap ve haşlama et servis ediyorlar. "Daha önce nasıl oldu da gitmedim?", diye hayıflandım. Mutlaka uğramak lazım. 0312 341 3432

Istanbul'da son olarak benim için çok yeni iki ayrı mekanda bulundum

Ataşehir'de "Tatar Salim Döner Lokantası", döneri hakkıyla güzel yapıyor ve güzel servis ediyor. 0216 408 2626
RumeliHisar "İskele Restaurant" ayrı bir güzel balık mekanı. Burda her saat yer bulmak zor, önceden mutlaka rezervasyon yapın. 0212 263 2997

Bir yazar için, bir yazısına cevap almak kadar güzel birşey yoktur. Eski bir yazım üstüne çok yeni bir okur yorumu aldım. Makalelerin internet web sayfalarında olmasının avantajı var. İnternet üstünden çok eski yazılara ulaşabiliyorsunuz. Yorum yapabiliyorsunuz. Aldığım yoruma çok memnun oldum. Bu yorumu okumadan önce, esnaf lokantaları ile ilgili 05- Mart 2013 tarihli eski makalemin son kısmını hatırlayalım.

---

Sizlere bugün benim lokantalarımı anlatacağım. Benim lokantalarım dediysem sahibi değilim, “orada yemek yemeyi sevdiğim, ortamını benimsediğim lokantalarımı”, demek istedim. Ben öğle yemeklerimi işyerime yakın bir esnaf lokantasında yemek isterim. Bol kepçe esnaf lokantası olacak. Yemekler sebze ağırlıklı olacak. Güzel salata baştan verilecek, taze ekmek, kendi yapımı yoğurt servis edecek.

İzmir'de lokanta seçmek kolay. Herhangi bir Kemeraltı esnaf lokantası istediklerimi veriyor. Sabah mercimek çorbası ile başlıyorlar. Coşkun Küçüközmen hocam Balçova Et Lokantasını tercih eder. Ben KemerAltı KISMET lokantası mekânını severim. Yemekleri çok iyidir. 0232 489 1814

Esnaf lokantasında yemekler saat 11.00-11.30 civarında hazır olur. Saat 12.00'den önce gidip yemekleri yemek lazım. Saat 12.30-13.30 arası ortalık çok kalabalık olur. 13.30'dan sonra yemek kalmaz, yemekler çabuk biter.

Akşamüstü yemek yoktur. Yemekler biter, mutfak temizlenir. Ertesi sabaha kadar lokanta kapalıdır. İyi bir esnaf lokantası akşam yemeği vermez. Pazar günü kapalıdır. İçki yoktur. Yemek kalitesi çok yüksektir. Akşam yemeği veren lokanta, tam esnaf lokantası sayılmaz.

İstanbul'da en iyi esnaf lokantası bence Üsküdar "Kanaat" lokantasıdır. Enfes tencere yemeklerini yıllardır müşterilerine sunuyor. İstanbul'da çalışırken Kanaat'in öğle yemekleri için Kabataş'tan Üsküdar'a motorla geçerdim.

Avrupa yakasında “Hünkâr”, “Konyalı”, “Borsa”, mutlaka listeye alınmalı. İstiklal caddesinde "Hacı Abdullah", hemen karşısındaki sokak içinde daha makul fiyatlı "Lades" lokantası kolayca sıralayabileceklerim arasında yer alıyor. Kadıköy Çarşı içinde "Yanyalı Fehmi Bey" lokantası ayrı bir klasik.

Ankara'da biraz daha seçici olalım. Kızılay’da İzmir Caddesi girişinde "KarDenS" Karadeniz mutfağı, Ulus Denizciler caddesinde Boğaziçi Lokantası.

Ankara Atakule çevresinde Çankaya Köşkü’nün mutfağını bize taşıyan "Çankaya Lokantası" var. Mütevazı bir ortamda, makul fiyatlarla geçmiş Cumhurbaşkanlarımızın yemek menüsünü sizlere sunuyor. Özellikle sebze yemekleri muhteşem. Saat 12:30'dan sonra içerde yer bulmak zor.

Ankara Hoşdere caddesinde 24 saat açık olan "Beykoz" tam esnaf sayılmaz. Yıldız mahallesinde "Mantar", ve "Fesleğen" lokantaları iyidir.

Ankara Gaziosmanpaşa’da "GAR" lokantası içkili olduğundan ve akşam yemeği verdiğinden tam esnaf sayılmaz, ama öğle yemekleri iyidir. Yabancılarla gitmek zorunda olduğunuz içkili iş yemekleri için uygundur.

Eskişehir yolunda MTA'nın karşısında yeni açılan "Çiçek" lokantası mekânı çok temiz, çok güzel, geleneksel yemekler yavaş yavaş yerine oturmaya başladı. Öğle iş yemekleri için rahat, temiz, sessiz, ideal bir ortam.

Esnaf lokantasında iş yemeği yemek her zaman daha uygundur, başkasının ofisine gidip onun ortamında onun şartlarında görüşme yapmaktan kurtulursunuz. Bağımsız bir ortamda iş konuşmak daha iyidir. Bir sürü güvenlik duvarından geçmezsiniz.

Yemek sırasında gereksiz gündelik rutin işyeri kesintileri olmaz. Cep telefonları gelse bile çabuk bitirirler konuşmayı. Davet sizden ise, hesabı siz ödeyin, zaten hesap oldukça makul gelir.

Esnaf lokantasında zengin fakir aynı masaya oturur. Hanımlar hiçbir zaman rahatsız edilmez. Esnaf lokantasının kalitesini anlamak için önce gelen salataya bakacaksınız. Sonra mutlaka çorba içeceksiniz. Mercimek çorbası lokantanın kalitesini derhal belli eder. Sonra kuru fasulye ve varsa bulgur pilavı siparişi verin. Ispanak, taze kabak, taze fasulye, bakla, tencerede haşlama tavuk, haşlama et. Mutlaka yoğurt isteyin. Kendileri mi yapmışlar? Mutlaka sorun. Bu imtihanı geçtiyse tuvaletine gidin. Tuvalet mutlaka çok temiz olmalı.

Esnaf lokantalarının tatlılarının çoğu meyve ağırlıklı olur. Ayva tatlısı, kabak tatlısı, fırında sütlaç, belki şekerpare, veya "Kemal Paşa". Ekmek kadayıfı, kebapçı tatlısıdır. Uzak durun. Ankara 5-Mart 2013

--

Merhaba Haluk Bey,

Size bende bu konuda bir anımı anlatayım;
Amerikan sermayeli bir içeçek fabrikasında çalışırken, İstanbul'a (Ümraniye'ye) yeni ofis yapımı gündeme gelmişti. Arsa alındı. Mimarlar plan ve proje çizdiler.

Amerikalı bir Genel Müdürümüz vardı. Onun başkanlığında manager ve direktörler toplandı. Bilgi İşlem personeli olarak sunum, projeksiyon cihazı gibi teknolojik cihazların ayarlanması nedeniyle o toplantının bir bölümünde ben de bulunduğumu hatırlıyorum.

Özellikle bazı Türk Direktör ve Manager'lar, biri Direktör ve Manager'ler için, biri kapsam dışı, biri de kapsam içi personel için olmak üzere üç (3) ayrı yemekhane olmasını istediler.

Üç ayrı yemekhane sözünü duyunca Amerikalı genel müdür yumruğunu masaya hırsla indirerek, "Tek bir yemekhane olacak, ben işçilerimle birlikte yemek istiyorum, hep birlikte yemek yiyeceğiz" deyip yemekhane tartışmasını sonlandırdı.

Şimdi Ümraniye'ye o satış merkezi (ofis ve depo) yapıldı. Gerçektende Genel Müdür, Direktörler, Manager'lar ve işçiler uzun süre hep bir arada yemek yediler. Çok ta güzel olmuştu. Adeta beş yıldızlı bir restaurant kalitesinde olan yemekhanede, İşçiler kendilerine değer verildiğini anlıyorlardı. Yemek yeme kültürünü öğrendiler.

Bugün durum farklı, zaman içinde şirkette Amerikalıların ağırlığı azalıp, Türklerin ağırlığı arttı. Şirket Türkleştikçe tam anlamıyla arabeskleşti. Organizasyon şemaları yatay'dan dikey'e geçti. Evvelden bir Manager'ın altında tüm bölüm birlikte çalışırken, Manager Türk olunca, o kendisine iki tane Manager Yardımcısı atadı, Manager yardımcıları ikişer şef atadılar vs.

Daha önce direk olarak sana iş tevdi eden kişi yerine, araya 3 - 4 kişi daha girmiş oldu. Direktörün söylediği bir şey, o işi gerçekten yapana iletilinceye kadar, farklı yansıtıldı. İşler aksadı. Bu arada büyük ihtimalle yemekhane sistemleri de değişmiş ve üç - dört farklı yemekhane daha yapılmış olabilir.

Bunu neden yazıyorum? Şimdi çalıştığım kamu kurumundaki yemekhanede tam bu durumda. Genel Müdür ve Yardımcıları, Başkanlar için ayrı bir yemekhane vardı. Şimdi Müdürler içinde bir yemekhane yapıldı. Toplam dört ayrı yemekhane oldu. Nedense bizim insanımız altlarında çalışanlar ile birlikte yemek yemek istemiyorlar. Oysa birlikte yemek yenince, çalışan hareketlerine dikkat ediyor, değer verildiğini biliyor, yemek kurallarını öğreniyor vs.

--

Yukarda ismi bende saklı okurumdan gelen yorumları okudunuz. Sağolsun, beni çok sevindirdi, bahsettiği detaylar çok ilginç geldi. Çok memnun oldum.

Sizin bir duyumunuz, uyarınız, düzeltmeniz, yorumunuz, tavsiyeniz, katkınız varsa lütfen bana yazın. E-posta adresim; HalukDireskeneli at gmail dot com

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


2014-11-19

Friday, November 21, 2014

Yatırım Teşvikleri nasıl verilmeli? Verilmeli mi?


Değerli Okurlarım,

Bizim coğrafyada her türlü iyi niyetle verilen teşvik itina ile suistimal edilir. İhracatı teşvik ederiz, arkasından hayali ihracat çıkar. Termik santral yapılsın diye prosedürlerde kolaylaştırma yaparız, hoyrat yatırımcı orman arazisinin istimlakini ister, yöre tarım halkı ayağa kalkar. Kombine çevrim yapsın diye ÇED raporu işlemleri kolaylaştırılır, ÇED muafiyeti getirilir, yine hoyrat yatırımcı insanların içme suyunu santral soğutma suyu olarak kullanır.

25 Kasım 2014 günlü ve 29186 sayılı yeni ÇED yönetmeliği Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi. 300 MWt (yaklaşık 100 MWe) altındaki termik santraller ÇED uygulanmasından muaf tutuldu. 300 MWt az bir kapasite değil. Tarım, orman, sulak araziler, zeytinlikler, sit alanları "Duyarlı Yöre" kapsamına alındı. Yönetmelikte son kararı ilgili bakanlık verecek. Yani son karar siyasi iradenin elinde olacak.

Termik Santraller mutlaka çevre normlarına uymalıdırlar. Çevre normlarından muafiyet kesinlikle söz konusu olmamalıdır. Çıkarılan teşvikleri iyi niyetli batı kafasıyla kaleme alırız. Uygulamada doğulu kurnaz kafalar devreye girer, işin doğru uygulanması bozulur. Teşvikleri gerçek ihtiyacı olan alamaz, siyasi iradeye yakın olanlar teşvikleri kapar.

ÇED muafiyetini, çevre normlarına uyma zorunluluğuna getirilen muafiyeti kesinlikle kaldırmak gerekir. Bu işin kolay tarafı yok. Yatırımcı ciddi ÇED hazırlamalı ve yerli insana kabul ettirmeli. Kabul ettiremiyorsa demekki doğru değildir. Böyle durumlarda o yatırım yapılmamalı. 6000 zeytin ağacını kesmek yok etmek, hiçbir şekilde kabul edilebilecek bir durum değildir. 6000 zeytin ağacını bir gecede kesen yatırımcı, bizlere iyi yapmamıştır.
Zeytin ağacı kutsal kitaplarda adı geçen ağaçtır. Termik santrallerin gereğini, önemini savunan, tasarımını yapan, yatırımına para koyan, inşaa eden herkes kamu oyu önünde zor durumda kalmıştır. Bu olayın savunulacak bir tarafı yoktur. Bırakıldığında 500-yıl yaşayan canlı zeytin ağacı ile, ömrü 20-30 yıl olan cansız termik santralin ekonomik karşılaştırması basit aritmetikle yapılmaz.

Eğer uygulamada yanlış yapılmışsa, yanlışı yapan derhal uyarılmalı, düzeltme önlemleri, düzeltme işlemleri hemen alınmalı. Eğer rüzgar santralleri Tarım arazisinde, konut alanları yakınında çevreyi rahatsız edecek seviyede çok gürültü yapıyorlarsa bu durum söylenmeli, ki yatırımcı daha sessiz rüzgar turbinleri alsın koysun, uyarılmalı ki rüzgar santrali yaparken orman arazisinden yol geçirerek ormanı yok etmesin.

Güneş enerjisi yatırımlarında tarım arazisi gaspı riski varsa, tarım insanı topraksız kalmamalı, verilen satınalma garanti fiyatı cent/kw-saat az geliyorsa, bunlar söylenmeli, aşırı teşvik talebi yönlendirilmeli, piyasa şartlarında serbest rekabet unsuru söylenmeli, tüketicinin pahalı elektrik alması önlenmeli.

Yatırımcı orman arazisine eğer 1000 MW ithal kömür santrali yapmak istiyorsa, kendisine en az 2000-3000 dönüm boş arazi gerekirken, yanıltıcı olarak 300-400 dönüm müracaatı yapmış ise bu da söylenmeli. “Bu yanlıştır, 400 dönüm sana yetmez sana en az 2000 dönüm lazım ve sen bu şartlarda eğer boş arazi yoksa, orman arazisine, tarım arazisi üstüne, zeytinlik üstüne burda bu yatırımı yapamazsın”, denmeli.

"Kombine çevrim santral yapıyorsan komşu tarım arazisinin yeraltı suyunu kullanamazsın, sonra bu durum başına dert olur, risk yükselir, halka arz yaptığında alıcı çıkmaz, 20 milyon USD kazanacağım derken 1 milyar dolar kaybedersin" denmeli, uyarılmalı.

Eğer santral için kül barajı, kül depolama yapılmamışsa, derin deniz deşarjı denizi kirletiyorsa, bu söylenmeli, yapan uyarılmalı, yapılan iş düzeltilmeli.
"Param var, istediğim yere santral kuramayacak mıyım?", diyen konudan habersiz yatırımcılar var. Para sahibi olmak, canının istediği yere yatırım yapmaya yetmez. Herkes kurallara, yerel kanunlara, yerel ve uluslararası çevre normlarına, ÇED şartlarına uymak zorundadır.

Kamu termik santrallerine 2018 yılına kadar çevre ekipmanları yatırımından muafiyet getirildi. Çevre normlarına uyum şartı ertelendi. Özelleştirme yaparız, 2018'e kadar yatırımcıya çevre yatırımlarından muafiyet hakkında devam veririz, yeni yatırımcı daha fazlasını ister. 3-5 yıl daha muafiyet için süre uzatımı ister. Yenileme yatırımı yapmaz. Personel azaltımına gider. İnsanlarımız işsiz kalır. Ortalık gereksiz gerilir ve karışır.

Ormanların, tarım arazilerinin, zeytinliklerin yok edilmesi devam ediyor, ortada yakında orman kalmayacak. Şimdi yenilenebilir enerjiye teşvik, daha yüksek satınalma garantisi veriyoruz. Bu teşvik öncelikle ekipman ithalatçılarına yarayacak. Ortalık ucuz, kalitesiz, yedeksiz, bakım anlaşması olmayan ithal mallar ile dolacak.

Yerli imalat teşviği nasıl uygulanacak bilemiyoruz. Ya çıkacak yönetmeliklerle bürokratik işlemlere boğulur kullanılamaz olur, ya da çok kolaylaştırılır yine kötüye kullanılır. Beş yıl içerisinde kim turbin/generatör fabrikası kuracak, piyasanın güvenini kazanacak, yeni iş alacak, imalat yapacak, yerinde kuracak, işletecek ve yerli üretim teşviği alacak? Olacak şey değil. Ancak belki yabancı firmaların montaj fabrikaları kurulur, kısmi üretim yapılır. Yerli kömür termik santrali yapımına, yerli imalatına teşvik nasıl getirilecek belli değil, kamu tarafından özet bir yol haritası yayınlandı ancak detaylar ortada yok.

Öte yandan yerli müteahhitlerimiz yurtdışında ağır işçilik yaparak, santral inşaatlarında en basit insan gücünü pazarlayarak rekorlar kırıyorlar, ancak temel tasarım yapmıyorlar, mühendislik yapmıyorlar, sonunda yatırımın ana müteahhitliği yine yabancılara gidiyor, işin karını onlar alıyor. İç piyasada ise uygulanabilir yerli imalat teşviği yok, yenilenebilir enerji kanununun yerli üretimi teşvik maddelerinin iyi incelenmesi gerektiği düşüncesindeyim. Bir yatırım eğer yerli istihdam yaratmıyorsa hiçbir önemi yoktur, "Papao YeniGine'de bile böyle", diye bana örnek göstermeyin. Onların şartları ile bizimkiler elma armut gibi farklı. Bir enerji santrali yatırımı azami yerli imalatla yapılmış olmalı. Teşvikler eğer verilecekse, yerli kömür santralleri için de verilmeli.

Enerji yatırımları için geçerli standart genel vergi indirimleri ve elektrik alım garantileri dışında hiçbir teşvik verilmemeli. Konu burda bitmedi, termik santral yatırımları için teşvikler ve muafiyet konularına gelecek hafta devam edeceğiz. Sizin bir duyumunuz, uyarınız, düzeltmeniz, yorumunuz, tavsiyeniz, katkınız varsa lütfen bana yazın. E-posta adresim; HalukDireskeneli at gmail dot com

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.

2014-11-27

Benim Termik Santral Yemekhanelerim


05-Mart 2013 tarihli bir eski yazıya gelen Okuyucu Eposta'ları.
***

Değerli okurlarım,

Eğer şantiye, fabrika gibi bir işyerinde isem, öğle yemeği için dışarıda yemek teklifine karşı çıkarım. Mutlaka o işyerinin işçi lokantasındaki yemekten yemek isterim.

Büyük mühendislik, müteahhitlik şirketlerimizin kendi personeline öğle yemeği veren personel lokantalarında bulundum. Harika yemekler yedim. Bol mesleki teknik, termik muhabbet beraberinde- harika mesleki zamanlar geçirdim.

Yurtdışı şantiyelerimizin yemekhaneleri harikadır. Yandaki diğer yabancı mutfaklarla karşılaştırılmaz. Yabancı yerlerde mutlaka bizim şantiyelerimizin mutfaklarından şaşmayın. Bolulu aşçılarımızın yemeklerinden tadın.

Termik santrallerin işçi lokantaları çok iyidir. Afşin Elbistan, Soma, Çatalağzı, SeyitÖmer, Yeniköy, Yatağan, Hopa, Çayırhan- hepsinin hem çalışan personel için 7/24 servis kapasitesi büyüktür, hem de çok iyi- çok taze ve çok doyurucu yemek yaparlar. Buralarda uygulanan menüler birbirine benzer. Pazartesi etli kuru fasulye, pilav, turşu, yoğurt, Cuma balık, zeytinyağlı pırasa, helva. Arada et yemeği, sebze yemeği, meyve tatlısı ve meyve.

İşyeri işçi lokantası yemeği o işyerinin kalitesini, işçi- işveren ilişkisini ortaya koyar. Çalışanına güzel yemek servisi veren bir işyeri - iyi bir işyeridir, onlarla çalışmak isterim. Çalışanına iyi yemek veren işyeri, çalışanının tam desteğini alır.

Çalışma hayatında bu durum çok önemlidir. Son özelleştirmeler sonrası yemekhaneler de elden geçecek. Yeniden yapılanma olacak, personel sayısı azaltılacak, emeklilikleri gelmiş olanlar emekli edilecek, daha eğitimli, daha kalifiye personel alınacak, tecrübeli teknik personel daha çok imkân, daha çok ücret alacak, daha çok yetki üstlenecek.

Ankara 5-Mart 2013

...

Haluk Bey Merhaba,

5 Mart 2013 tarihli makalenizi geçmiş dönemli makaleler içinde ne var ne yok diye karıştırırken okudum. Üzerinden oldukça zaman geçmiş olmasına rağmen, aynı konuda benim de söyleyeceklerim olduğundan ve siz de her yazınızın sonunda olumlu olumsuz yorum istediğiniz için yazma ihtiyacı hissettim.

Arkadaşlarıma sık sık yukarıda altını çizdiğim belirttiğiniz konuları söylerdim. Öğle yemeği ne kadar güzelse işveren iş görenine o kadar çok değer vermektedir. Biz (özelleştirme öncesi) bir kamu Termik Santrali'nde çalışırken ağır işkolu olması nedeniyle, öğle yemekleri oldukça büyük porsiyonlu ve doyurucu olurdu, etsiz yemek çıkmazdı.

Fazla çalışmaya kalacak personelin yemeği 15:00 gibi yemekhaneye bildirilir. Akşam yemeğinde huzursuzluk çıkması önlenirdi. Ayrıca iş gören değerli olduğunu hissediyorsa sizin fark etmediğiniz bir arızayı,kaçağı,..vb. durumu bildirirken daha hızlı ya da özenli davranırdı kısacası 'değer görüyorsam önem vermeliyim' prensibi.

Ayrıca yemeğin servisi de önemliydi porselen tabaklarda servis edilen yemek ile tabldot olarak servis edilen yemek aynı değeri görmezdi. hatta arkadaşlar diğer santrallerden gelenlere yemekleri sorar tabldot servisi duyduklarında gerisini dinleme ihtiyacı hissetmezlerdi.

Bunların yanında gittiğimiz (özel sektöre ait) Yİ (yap-işlet) ya da YİD (yap-işlet- devret) santrallerinde durum daha da gelişmişti, açık büfe salata, tatlı, süt ürünleri ve seçmeli yemek sistemleri bizden önde oldukları konulardı. Hatta arkadaşlar işletme vardiyasında buzdolabına konulan içeceklerin tüketilip-tüketilmediğinin bile kontrol edildiğini söylerlerdi. Belirli bir sürede tüketim yoksa bu bir tepki mi, Sorun mu var ? gibi.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederek, burada e-postamı sonlandırıyorum.

--
Merhaba Haluk Bey,

Size bende bu konuda bir anımı anlatayım;
Amerikan sermayeli bir içeçek fabrikasında çalışırken, İstanbul'a (Ümraniye'ye) yeni ofis yapımı gündeme gelmişti. Arsa alındı. Mimarlar plan ve proje çizdiler.

Amerikalı bir Genel Müdürümüz vardı. Onun başkanlığında manager ve direktörler toplandı. Bilgi İşlem personeli olarak sunum, projeksiyon cihazı gibi teknolojik cihazların ayarlanması nedeniyle o toplantının bir bölümünde ben de bulunduğumu hatırlıyorum.

Özellikle bazı Türk Direktör ve Manager'lar, biri Direktör ve Manager'ler için, biri kapsam dışı, biri de kapsam içi personel için olmak üzere üç (3) ayrı yemekhane olmasını istediler.

Üç ayrı yemekhane sözünü duyunca Amerikalı genel müdür yumruğunu masaya hırsla indirerek, "Tek bir yemekhane olacak, ben işçilerimle birlikte yemek istiyorum, hep birlikte yemek yiyeceğiz" deyip yemekhane tartışmasını sonlandırdı.

Şimdi Ümraniye'ye o satış merkezi (ofis ve depo) yapıldı. Gerçektende Genel Müdür, Direktörler, Manager'lar ve işçiler uzun süre hep bir arada yemek yediler. Çok ta güzel olmuştu. Adeta beş yıldızlı bir restaurant kalitesinde olan yemekhanede, İşçiler kendilerine değer verildiğini anlıyorlardı. Yemek yeme kültürünü öğrendiler.

Bugün durum farklı, zaman içinde şirkette Amerikalıların ağırlığı azalıp, Türklerin ağırlığı arttı. Şirket Türkleştikçe tam anlamıyla arabeskleşti. Organizasyon şemaları yatay'dan dikey'e geçti. Evvelden bir Manager'ın altında tüm bölüm birlikte çalışırken, Manager Türk olunca, o kendisine iki tane Manager Yardımcısı atadı, Manager yardımcıları ikişer şef atadılar vs. Daha once direk olarak sana iş tevdi eden kişi yerine, araya 3 - 4 kişi daha girmiş oldu. Direktörün söylediği bir şey, o işi gerçekten yapana iletilinceye kadar, farkli yansıtıldı. İşler aksadı. Bu arada büyük ihtimalle yemekhane sistemleri de değişmiş ve üç - dört farklı yemekhane daha yapılmış olabilir.

Bunu neden yazıyorum? Şimdi çalıştığım kamu kurumundaki yemekhanede tam bu durumda. Genel Müdür ve Yardımcıları, Başkanlar için ayrı bir yemekhane vardı. Şimdi Müdürler içinde bir yemekhane yapıldı. Toplam dört ayrı yemekhane oldu. Nedense bizim insanımız altlarında çalışanlar ile birlikte yemek yemek istemiyorlar. Oysa birlikte yemek yenince, çalışan hareketlerine dikkat ediyor, değer verildiğini biliyor, yemek kurallarını öğreniyor vs.
--
Yukarda ismi bende saklı iki değerli okurumdan gelen yorumları okudunuz. Bir yazar için bir yazısına cevap almak kadar güzel birşey yoktur. Sağolun.
Sizin bir duyumunuz, uyarınız, düzeltmeniz, yorumunuz, tavsiyeniz, katkınız varsa lütfen bana yazın. E-posta adresim; HalukDireskeneli at gmail dot com

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


2014-11-19

Münih'te ilk hafta


Değerli Okurlarım,

Bir süre için Münih'te olacağım. Yanımda sadece küçük ipad var, yazı yazmak zor, bu yüzden haftalık makalem bu süre için göreceli kısa olacak.

İlk akşam Gasteig konser salonunda piyano konserine gittik, beş (5) ayrı sanatçı klasik bestecilerin eserlerinden seslendirmeler yaptı, "küçük salon" demişler ama 200- dinleyici vardı. aynı mekanda çok sayıda konser salonu var. Filarmoni salonunda ayrı konser verdiler.

Dün akşam Münih operasında Verdi'nin Rigoletto sahnelenmesi vardı. Biletler koltuk başına 50-300€ aralığındaydı. Ayrıca eğer dayanabilirseniz ayakta en üst balkonda (6.balkon) 10€ luk biletler satılıyordu. Tüm biletler bitmiş. Münih operası değişik sahnelendirmeleri özendiriyor, yeni alışılmışın dışında denemeleri sunuyor. Kalabalık koro var, meşhur isimleri davet ediyorlar.

Ayakta seyretmek zor daha önce denedim, ancak bir perde dayanabildim, bana göre değil, ama yine de epey alıcısı var. Korkuluğa dayanıp tüm süre ayakta seyrediyorsunuz. Dün akşam en üst 6. Balkon biletleri bile bitmişti. En iyisi orta alt balkon veya, salon arkası. Hem seyir açısı iyi hem de makul fiyatlı. Nabucco operasına bilet bulabilirmiyim? Bilemiyorum.

Haftasonu müzelerin fiyatı 1 €, haftaiçi 14 €. Bu haftasonu epey müze gezerim herhalde. Öncelikle arkeoloji müzesi favorim. İçinde bizim coğrafyadan getirilmiş çok sayıda heykel var. Müze gezisi sonrası Lipton siyah çay ve elma keki (apple pie) iyi gidiyor. Kitapçı dolaştım, kimsenin kitap aldığı yok. Tüm kitapçılar kütüphane gibi olmuş, kitabı alıyorsun, berjer koltukta zamanın varsa tüm gün okuyorsun, sonra kitabı orda bırakıyorsun.

Gasteig konser salonu içinde, kitapçıda, büyük lokantalarda, sosyal mekanlarda, okullarda, kütüphanede, Apple store mekanında internet bağlantı imkanı var. İlerde bu hizmet şehir içinde daha da yaygınlaşacakmış.

Tv'lerde Berlin duvarının yıkılmasının 25. Yıl kutlamalarını seyrettik. Şansölye Angela Merkel her zamanki popülerliği, sevecenliği, sevimliliği içindeydi. Burda siyaset daha bir seçmene yakın, insanlar korkusuz, demokratik haklar daha rahat kullanımda görünüyor.

Hava kapalı, serin, hatta soğuk. Gündüz süresi kısa. Paltosuz, beresiz dışarı çıkmaya imkan yok. Evde kaloriferler üstünde ısı payölçer var. Payölçer kullanım talimatını okudum. Evi havalandırmak istiyorsan önce kaloriferleri kapatacaksın. Çünkü kalorifer gereksiz fazla çalışıyor, ısı kaybı oluyor. Geceleri "3" konumunda duracak. Gündüzleri "2" konumuna getireceksin. Hatta konumu hiç değiştirmeyeceksin. Ben "2" konumunu koruyorum. Kalorifer üstünde çamaşır kurutmayacaksın. Çamaşır kurutmak ısı kaybını artırıyor. Isıpay ölçer masrafı evsahiplerine bizdeki gibi her ay fatura edilmiyor. Yılbaşında dökümlü detaylı tek bir hesap geliyor. Geçtiğimiz yıl şu kadar ısı kullandın, fazlası veya eksiği şu kadar. Yeni yılda yeni masrafın şu kadar. Yılboyu sabit bir rakam ödüyorsun, yılsonu hesaplaşma yapıyorlar.

Bizim çevrede bina mantolama işleri başlamış, çevre sokaklarda, caddelerde isleleler kurulmuş, yoğun bir şekilde bina cephesi ısı izolasyon çalışmaları var. Bizim eve herhalde gerek yok, bizim mantolama bina yapılırken tamamlanmış. Eski binaların mantolanma kalınlıklarına baktım, köpük ve kaya yünü kullanmak üzere 15-20cm mantolama yapıyorlar. Isı izolasyon plakaları dış duvara çakılıyor, üstü sıva geçiyor, sonra su geçirmez bir boya ile örtülüyor. Bu işler yapılırken, yol üstünde gerekli önlemler alınıyor. Yayalar için üstü kapalı geçiş yolları ayrılıyor. Çalışan işçiler için soyunma, ambar, ofis amaçlı andakondu modüller hazır, hatta seyyar tuvalet bile var. İşi mümkün olduğunca hızlı bitirmeye çalışıyorlar. İşçinin saat ücreti alıcıya 60€'dan faturalanıyor.

Şehir içinde otomobil kullanmak nerdeyse eziyet olmuş, her yer paralı park yeri, nereye park etsen yakındaki makinaya park ücreti ödüyorsun. Bisiklet kullanımı artmış, hava soğuk. Bizim de bir bisikletimiz var.

Ancak önce bisiklet kullanma protokolünü öğrenmem lazım. İlk öğrendiğim, sağdan bisiklet yolundan gideceksin, tek gideceksin, yanyana iki bisiklet gitmek yok. bisiklet yolundan çıkmayacaksın, her yerde her zaman yayaların geçiş önceliği var. Yaya görünce yol vereceksin, köşelerde ani dönmeyeceksin, zil uyarısını devamlı yapacaksın. Sağa veya sola dönerken kolunla kısa süreli işaret vereceksin. Her iki elinle bisiklet süreceksin, tek elle sürmek yasak. Elini gidondan çekmek yasak. Emin olmadığın yerde duracaksın. Caddeye inebilirsin ama bunu kısa süreli yapacaksın. Her an duracak hızda bisikleti süreceksin. Miğfer-kask mutlaka takacaksın. Bisiklet sürerken kulaklıkla müzik dinlemek, telefon konuşmak yok. Şehir merkezinde Yaya bölgesinde bisiklet sürmek yok. Yaya bölgesine bisiklet sokmak yok. Bisikletini kilitleyip dışarda bırakacaksın. Kural ihlalleri durumunda ciddi trafik cezaları var.

Coğrafyayı değiştirince memleket haberleri azaldı. Soma, Yırca, Ermenek, Validebağ konuları email'lerde kaldı. Tv'lerde bolca BayernMünchen futbol takımını izliyorum. Burdaki süremde tuttuğum takım Bayern München. Bir de haftasonu maça gidebilirmiyim, bilemem. Dışarda bu kadar soğuk varken Tv'den seyredeyim daha iyi, diye düşünüyorum.

Bir süre burdayım. İpad ile bu kadar yazılabiliyor. Slm ve saygılar

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


2014-11-12

Tuesday, November 04, 2014

"Gentrification" nedir?


Değerli Okurlarım,

İngilizce "Gentrification" kelimesinin karşılığı, Türkçede mutenalaştırma, seçkinleştirme, burjuvalaştırma, nezihleştirme, kibarlaştırma, centrifikasyon, jantileşme, güzelleştirme vb. kullanımları olan "Soylulaştırma" kelimesi ile tanımlanıyor. Orta ve üst sınıfların, dar gelirlilerin yaşadığı, kent merkezlerindeki semtlere yerleşme süreci olarak biliniyor. (Wikipedia)

Soylulaştırma, basit ve dar tanımıyla, dar gelirlilerin yaşadığı, kent içerisindeki eskimekte olan konut alanlarına, daha üst sınıfların yerleşmeye başlaması süreci olarak belirleniyor. Değişimin gerçekleştiği bölgelerde, eski ve bakımsız kalmış konutların yenilenmesiyle belirgin fiziksel iyileşmeler yaşanıyor. Eski ev sakinlerinin, yerlerini gönülsüz olarak sonradan gelenlere bıraktığı, literatürde yerinden edilme (displacement) olarak adlandırılan bir süreç yürüyor. Kentsel fiziki alt yapı ne kadar sabit kalırsa kalsın mülkiyet, işlev ve konut tipi değiştirilmiş oluyor.

"Soylulaştırma" ile ilgili semtlerde varolan yerel kültür farklı grupların varlığıyla giderek değişime uğruyor. Başlangıç aşamasında eski sakinlerin, güvendikleri "güçlü" komşularının varlığıyla yaşam alanlarına olan aidiyet duyguları güçleniyor. Zamanla yaşadıkları semtler üst gelir gruplarının tercih ettiği yerler haline geliyor. Dolayısıyla emlak yatırımcılarının ilgisini çekiyor ve çoğunlukla spekülatif bir biçimde bu semtlerdeki emlak fiyatları artıyor. Bu süreçten sonra mahallenin dokusunda yaşanan ciddi değişimler sonucunda, genellikle kiracılardan oluşan eski sakinler gönülsüz de olsa yaşam alanlarını terk etmek zorunda kalıyorlar.

İstanbul soylulaştırmayla 1970’li yılların sonlarına doğru tanıştı. Yani soylulaştırma İstanbul’da uzun yıllardır sürüyor. İstanbul içerisinde on senelik aralıklarla yeni bölgelere sıçrayarak süreç ilerliyor. 1980’lerde Boğaziçi (Arnavuktöy, Ortaköy ve Kuzguncuk), 1990’larda Beyoğlu (Cihangir, Galata ve Asmalımescit) ve 2000’lerde Haliç (Fener ve Balat) bu değişimi gösterdi. Şimdi Süleymaniye, Tarlabaşı, Tophane ve Sulukule gibi kentsel dönüşüm projeleri ile gündeme gelen bölgeler soylulaştırmaya konu oluyor.

Ankara'da önce Ayrancı, sonra Dikmen vadisi, Öveçler, Balgat, sonra Ulus Ulucanlar ve HacıBayram bölgelerinde soylulaştırma yapıldı/ yapılıyor. AOÇ'deki yeni "Saray" da aynı kapsamda değerlendirilirmi, bilemem?

"Soylulaştırma", "Kentsel Dönüşüm" değil. "Soylulaştırma" kapsamında eski yapı korunuyor. Tarlabaşı, Cihangir, Laleli, Aksaray gibi bölgelerde ana yapıyı bozmadan eski binalarda yapılan yenilemeler "Gentrification".

Kadıköy, Bağdat caddesi, Maltepe bölgelerinde, zayıf zeminli eski yapıları yıkıp, yeniden inşaat yapma faaliyeti "Kentsel dönüşüm". Büyük yerleşim yerlerine baktığınızda özellikle son 10 yılda kentlerin ne denli etkileyici ve şahane (!) kentsel dönüştüğünü görürsünüz. Şehrin kalite ve sanatsal anlayışından uzak, salt basit sayısal rakamlara, bina kat sayısı, tek parselde konsept bina sayısı, AVM kompleks m2 alanı... gibi değerlere mahkum edildiğini görmek çok üzücü geliyor. Göğe doğru yükselmek bedava, yatay genişlemek ise parayla. Ancak hangi altyapı, su, kanalizasyon, yol, bu işe, bu kadar çok insana, bu nüfus yoğunluğuna yetecek?

Kentsel dönüşüme razı olan arsa sahipleri eski evlerini, geniş apartman dairelerini, eskiyen villalarını terk ediyorlar. Daha küçük apartman dairelerinde, 20-30-40 katlı gökdelenlerde yaşamayı kabulleniyorlar. Eskiden bağımsız villaları, geniş daireleri olan bunca insan bir arada nasıl yaşayacak?

Reklamlarda vaad edilen yapay cennetler gerçek mi? Reklamlarda bizlere hiç benzemeyen, Kuzey Avrupalı tipler bu yeni yapılan evlerde yaşıyor. Kapalı yüzme havuzları, spor merkezleri, yeşil ortak alanlar, ne süre, kaç paraya, hangi kullanım için müsait olacak? İzole alanlar, kapalı mekanlar, bize boş sokakta, bebek gezdirmenin keyfini verecek mi?
Yeni malikler, yeni dairelerin nerdeyse kira rakamlarına ulaşan aylık genel gider masraflarını karşılayabilecekler mi? ApartOtel düzeninde, kapıda güvenlikli, günde 8-saat verilen hizmet ile yaşam nasıl olacak? Bu yaşamı destekleyecek gelir nerden kazanılacak?

Bağdat caddesi deniz tarafında kum zemin üstündeki bölgede zayıf inşaatların kentsel dönüşüme geçmesini anlarım. Fakat burdaki örnekler çok az. Sert kaya zeminli E5- TEM ötesi kuzey bölgelerde rezidans inşaatlarını anlamakta zorluk çekiyorum.

Kentsel yeşil alanlar, ortak sosyal ve kültürel tesisler, mahalle okulları, kentlilerin birbirlerini tanımaları ve iletişimleri için gerekli kentsel alanlardır. Bu alanların kentsel yapı ve nüfus yoğunlukları artırılırken arttırılması yasal zorunluluktur.

Kentsel dönüşümde kamu alanları ve hatta kentsel büyük spor, garajlar vb. resmi ve belediye hizmet alanları konut dokusuna dönüştürülürken, ve yerlerine konut alanları yapılırken diğer kentsel açık, yeşil ve sosyal iletişim alanları ilave edilme zorunluluğu görülmezden gelinir.

İnşaat teknolojisi gelişimi konusunda da tereddütlerim var. Koreliler 3. köprüyü yapıyor, biz köprünün sadece hafriyatını yapabiliyoruz. Yurtiçinde siyasi iradeye yakın yeni isimlerin devamlı ihale aldıklarını gözlüyoruz. Eski isimler, içerde iş alamadıkları için kendilerini yurtdışına attılar. Çin rekabetine OrtaDoğu coğrafyasında cevap veremedikleri için daha çok Rusya ve Doğu Avrupa bölgesine yöneldiler. Dünya Müteahhitlik listelerinde yer alan firmalarımızın tasarım yoğun işlere fazla girmediklerini, sınırlı mühendislik hizmetleri yaptıklarını, büyük oranda sadece işçilik sattıklarını öğreniyoruz.

İşin parasını (karını) mühendislik yapabilenler kapıyor. Dünya yakın tarihinde topyekün bilinçlenme ve refah yükseltici kalkınma, sanayileşme ile sağlanmış. Son 10 yıllarda bu durum devam etmekte ve teknolojik sektörlerle sürmekte. Kentlilerin mekanda ayrıştırılması, farklılaşması kent merkezlerinin alışveriş merkezleri ile yer değiştirilmesi, altyapı yetersizliği, gelecekte çok büyük yabancılaşmaya, kentsel patlamalara, kargaşa, yağmaya yol açabilir.


Memleketin meselelerini düşünmeye ve düşüncelerimizi paylaşmaya devam edelim ki, paylaştıklarımıza hepimiz için düşünme malzemesi çıksın.

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


2014-11-06