Pages

Tuesday, June 30, 2015

Yunanistan notları, Günde kişi başına 60 Euro ile bir koca ülke yaşayabilirmi?


Değerli Okurlarım,

"Ekonomi" hocalarımızın hoşgörülerine sığınarak, bu hafta uzmanlık konum olmayan bir durumu sizlere yorumlamak istiyorum. Yunanistan'ın Avrupa Birliğinden çıkış stratejisi (Grexit) öyle önemli ki, benim gibi çoğunlukla "enerji" konularında yazan bir kişi bile olaya sessiz kalamıyor.

Yunanistan'da parasal işler bugünlerde daha farklı duruma girdi. Yunanistan'da bankalar kapalı, yurtiçinden alınmış kredi kartları çalışmıyor. Atm kart kullanmayan ve maaşlarını banka içinden bankodan alan yaşlılar perişan oldular. Atm makinaları kişibaşına günlük sadece 60 Euro veriyorlar. Yunanistan ile Avrupa topluluğu borç yapılandırma görüşmeleri çıkmaza girdi. Yunanistan'ın toplam borcu 323 milyar Euro civarında, Yunanistan'ın bu hafta bir şekilde alacaklı Avrupa kurumlarına ilk taksit 1.6 milyar Euro geri ödemesi gerekiyordu, Yunan Maliye Bakanı bu ödemeyi yapmayacaklarını günler öncesi ilan etti. Bu para ya bir şekilde ödenecek, veya Yunanistan Avrupa birliğinden çıkacak, kendi para birimine dönecek. Bir anda "Euro" para birimini bırakmak çok zor, pek olacak iş gibi görünmüyor.

Yeni seçilmiş kravatsız başbakan Alexis Tsipras, yeni bir politik insiyatif göstermek yerine, konuyu halka yani referanduma götürmeye karar verdi. Referandum haftasonunda 5-Temmuz pazar günü yapılacak. Oy pusulasında "hayır" kutucuğu yukarda, yani Avrupa birliği ile anlaşmaya "hayır", Tsipras ta "hayır" diyor,

Motosikletli, korumasız gezen, maliye bakanı sert delikanlı Yanis Varoufakis sadece gülümsüyor, "Borcu finansörlerle paylaşalım, yeniden yapılandıralım, faiz koymadan azar azar ödeyelim", diyor. Bunu da kimse kabul etmiyor, adamın İngiltere Essex Üniversitesinden Ph.D. diploması var, ekonomi ve özellikle "oyun kuramı" üstüne çalışmış. ABD'de üniversitede ekonomi dersi vermiş. 11-sene Avustralya'da kalmış, Sydney üniversitesinde ders vermiş, ayrıca Avustralya pasaportu var. Sessiz sedasız akademik makaleler, ekonomi üstüne kitaplar yazar ve okulda ders verirken, birden Tsipras'ın davetiyle kendini Maliye bakanı olarak bulmuş. Söylediklerinin ciddi akademik değeri var. Avrupa birliği ekonomik işleyişine ciddi mantıklı eleştrileri var.

Çünkü Avrupa Birliği sadece büyük üyelere, en çok ta Almanya'ya yarıyor, en gelişmiş ülkeyi daha çok ve daha kolay mal ihraç eder hale getiriyor, onu daha zengin ediyor, diğer üye ülkeleri ona bağımlı yapıyor, onları borca bağımlı yapıyor. Bankalar borçlu ülkelere açtıkları fonlarla onları hiç durmadan daha çok borçlandırmaya itiyorlar, bunun için kontrol dışı işlemler uyguluyorlar. Bilançolarda, bütçe rakamlarında makyaj yapıyorlar, gerçekleri saklıyorlar.

Yunanistan, kontrolsüz aşırı harcamalar yaptı, piyasa değerlerinden çok daha pahalı fiyatlara otoyollar, alt yapı harcamaları yaptı, büyük yolsuzluklar yaşadı. Ancak bu müflis duruma sadece kendi isteği ile düşmedi, finansörler de yardım etti.

Yunanistan'ı, belki de yakında diğer güney Avrupa ülkeleri takip edecek, İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda. Yunanistan'ın borcu büyük oranda kamu kurumları borcu. İyiki biz AB dışındayız. Bizim 400 milyar ABD doları dış borcumuz özel sektör borcu. Özel sektör para kazanacak borcunu ödeyecek, bizde borcu ödeyememe- yani temerrüd durumuna düşecek olan kamu kurumları değil, özel sektör şirketleri. Borcu ödeyemezlerse, veya borcu döndüremezlerse iflas ederler, satılırlar, yeni sahipleri alır, sistemi yeniden düzenler, çalıştırırlar.

Özelleştirme sonrası borçlanıp kamu mülklerini, enerji santrallerini satın alanlar bu durumdalar. Büyük yap-işlet proje ihalelerini alanlar da, bu gurupta borçlananlar oluyor. Bunların borç geri ödeme- veya ödeyememe- riski yüksek. Ekonomik ortamın düzelmesi, savaş ortamı olmaması, toplumsal barışın sağlanması, ekonominin bir an önce düze çıkması lazım. Bizim tarafta, "Yunanistan'ın bu ilk ödemesini biz ödeyelim", diyenler var, biz bu muhabbete neden karışıyoruz, anlamadım. Uluslararası ilişkiler ahbap-çavuş yürümez, karşılıklı çıkarlar üstünden yürür.

Yunanistan borçlarına taraf olmak ile, Suriye kuzeyine asker göndermek, biraz benzer şeyler, her ikisi de dipsiz kuyu, her ikisi de kara delik, dönüşü yok, sonu belirsiz, ümitsiz girişimler, Allah akıl fikir versin. Savaşa girmek kolay, çıkmak zor. Bir yeni oluşuma/yere girerken, ordan nasıl çıkacağımızı da baştan öngörebilmemiz lazım. Çıkış öngörüsü- exit strategy- yapabilmek lazım. ABD, Irak'a girdi, sonra nasıl çıkacağını bilemedi. Afganistan'dan hala çıkamadı.

Yunanistan'daki durumlar Türkiye'de de olabilir mi? Biraz nakit çekip evde saklamalı, kasaya koymalı, diyenler var. Bu düşünce kabul görürse bizim kırılgan bankacılık sistemimiz çok çok etkilenebilir. Bir an önce hükümeti kurup, piyasalara ferahlık getirmek şart, piyasaların önlerini- geleceği görmeleri lazım. Savaş rüzgarları ve erken seçim beklentileri kısa zamanda piyasaları öngörülmez yapabilir. Bu hafta değerli hocalarımın köşelerinde Yunanistan yorumlarını dört gözle bekliyorum.


Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


2015-07-05 Ankara

Monday, June 29, 2015

Odtü 2015 Bahar Şenliği hakkında kişisel görüş.


1971'de İngiltere'de üniversite üçüncü sınıf meslekiçi 3-aylık öğrenci yaz stajımı yaparken, benim gibi üniversite öğrencisi olan İngiliz arkadaşlarımdan öğrendiğim bir önemli kural var. "Kontrollü, ayarında içki içmek normaldir, ama abartıp sarhoş olmak ayıptır."

Hürriyet kavramının tanımı ve sınırları var. Hürriyetin değerini bilelim, sahip çıkalım. İfade özgürlüğü, önceden izin almadan toplu gösteri yapmak, mevcut Anayasa'mıza göre doğal hak, ama uygulama öyle değil. Her ülkenin kuralları, sınırları var. Aynı tatsız tecrübeleri her dönemin gençleri yaşadı. İstanbul'da Gezi parkı gençleri yaşadı, Ankara'da Odtü gençleri, İzmir'in Gündoğdu meydanı gençleri, bunları değişik şekillerde hep yaşadı. Başımıza gelenler, bu coğrafyada, bu acımasız hoşgörü yoksunu toplumda yaşamanın bir bedeli oldu.

2015 Mayıs ayı başında Odtü yerleşkesinde geleneksel Bahar Şenliği yapıldı. Şenliğin problemsiz geçmesi için Rektörlük ile öğrenci temsilcileri arasında şenlik öncesi görüşmeler devam ederken, üstlerine hiçbir sorumluluk almak istemeyen öğrenci temsilcileri, etik olmayan bir şekilde, henüz sonuçlanmayan görüşmelerdeki hassasiyetleri, tek yanlı olarak medyaya sızdırdılar. Mağdur görünümde, kişisel hürriyet savunucusu, etik dışı yetişkin davranışı olmayan açıklamalar yaptılar. Odtü Rektörlüğünün sorumlu konumda şenliğe getirmek istediği disiplini - düzeni engellediler, kanun dışı - etik dışı durumlara engel olmadılar - hiçbir sorumluluk almadılar. "Kişisel hürriyet" adı altında kanunsuz kontrolsüz bir ortam oluşmasına göz yumdular.

2015 Odtü bahar şenliği herşeye rağmen yapıldı. Şenlik sonrası rektörlüğün yayınladığı, her kelimesi çok dikkatle seçilmiş, nedense medyada yer bulmayan açıklamayı okuduk. Konuya eski bir Odtü mezunu (Makina-1973) olarak, rektörlüğün net açıklamadığı veya üstü kapalı geçtiği zor gerçekleri burada kişisel bir not olarak sizlere sunayım.

2014 yılı bahar şenliği sonrasında sağlık merkezine günde 25-30 toplam 4 günde 100+ alkol zehirlenmesi, 50+ ciddi besin zehirlenmesi olayı gelmiştir. Şenliğe Odtü öğrencisi olmayan, hatta öğrenci olmayan çok sayıda marjinal karanlık tipler katılmıştır. Odtü yerleşkesi A1- ve A4 kapılarının her birinden akşamüstü saatlerinde bahar şenliğine 4000 kişinin girdiği, toplam 8000 insanın giriş yaptığı kayda geçmiştir. Odtü'nün bugün için öğrenci sayısı 23 bindir. Öğretim üyeleri ve Teknopark'ta çalışanların sayıları eklenince akşamüstü bahar şenliği konserleri başlarken sayı inanılmaz rakamlara ulaşmaktadır. Bu büyüklükteki bir insan kalabalığının sınırlı sayıda özel güvenlik personeli ile kontrolü zordur.

Yetişkin insanların yediklerine, içtiklerine, giydiklerine, yaşam tarzlarına karışmak bize düşmez. Öte yandan işyerlerinde, eğitim kurumlarında içki yasaktır. Üniversite yerleşkesinde sorumsuzca içki içmek bir hak değildir. İçkili lokantada, barda bile kendinden geçecek derecede, içki içmeye müsaade edilmez. İçki içenin mutlaka sarhoş olması gerekmez.

Üniversite yerleşkelerinde içki ısrarı sadece sorumsuzluktur, çocuksu şımarıklıktır. Bunun kişisel hürriyet ile bir ilgisi yoktur. Yapılanları doğru bulmuyoruz. Şenlik süresinde inanılmaz boyutta çöp üretilmektedir, aşırı boyutlardaki çöplerin ve pisliğin temizlenmesi üniversite yönetiminin sınırlı bütçesine kalmıştır. Çöpleri çöp kutusuna atmak bile katılımcılara zor gelmektedir. Yerleşkede temizlik ve özel güvenlik personelinin devamlı pahalı fazla mesai yapması gerekmektedir.

2015 yılı için konan 100+ bin lira ek bütçe, sağlık, temizlik ve güvenlik masraflarını karşılamakta yetersiz kalmıştır. Şenlik süresinde Odtü ormanı bitki örtüsü ve Devrim stadyumu çimleri dayanılmaz ölçüde zarar görmektedir. Tekrar eski halini alması ve Haziran sonu yapılan diploma törenine yetişmesi için çimlerin bir aydan fazla süre, devamlı sulanması gerekmektedir. Çim kalmamış hasarlı stadyum oyun alanı, Haziran yağmurlarına rağman hala düzelmemiştir.

İçeri giren fast-food besinlerin sağlık kontrolü yoktur, kontrol yapmaya imkan yoktur. Şenlik boyunca artan besin zehirlenmelerine engel olabilmek için 2015 şenliğinde seyyar "Fastfood" büfeleri kaldırılmıştır. Sırt çantasında veya otomobil bagajında içeriye taşınan, satılan, tüketilen yüksek alkollü içkilerin miktarı, şenlik sonrası sabahı toplanan şişe atıklardan görüldüğü üzere inanılmaz boyutlardadır.

Aradan haftalar geçti, Odtü Devrim stadyumunda her gün saat 07-08 arasında temizlik görevlileri tribün oturma yerleri aralarından, yaklaşık 10-12 adet battal torbada bira şişesi topluyorlar. Yağmurlu akşamları sonrası bu sayı azalıyor, tam dolunay olduğu günlerde bu torba sayısı artıyor. Sevindirici durum ise, çöplerde yüksek alkollü içki şişesine fazla rastlanmıyor. Yine de görülüyorki, öğrencilerde alkol bağımlılığı ciddi seviyelere gelmiş durumdadır. Alkol bağımlılığı konusunda yoğun önleyici bilgilendirme yapılmalıdır.

Bir eski Odtü mezunu ağabey olarak Rektörlük tedbirlerinin doğru olduğunu, bu çocuksu şımarıklığa ve sorumsuzluğa son verilmesi gereğini düşünüyorum. Odtü bahar şenliği, devam etmesi gerek bir gelenektir. Bu geleneğin katılımcı Odtü öğrencileri tarafından temizlik, sağlık ve güvenlik önlemleri konusunda sorumluluk alarak devam etmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Konuyu ciddi olarak gündeme getiren Odtü yönetimini kutluyor ve onları destekliyorum.

Bütün bunları neden anlattım? Geçmişte bizim başımıza gelenler, bizden sonraki kuşakların, bugünkü gençlerin başına gelmesin, istedik. Birbirimizi rahatsız etmeden özgürlüğün tadını çıkaralım. Demokrasinin keyfini yaşayalım. Eminim bir gün bu ülkeye tam demokrasi gelecek. Çünkü gelmesini hepimiz isteyeceğiz. Toplum içinde ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, saydamlık, bir gün yerli yerine mutlaka oturacak. Daha sağlıklı, mutlu, üretken, daha zengin bir toplum olacağız.


2015-08-05 Ankara

Sunday, June 21, 2015

Bir Odtü 1971 okul hatırası

Değerli Okurlarım,

Bugün sizlere "Mart 1971" okul hatıramı anlatayım. Odtü Makina Mühendisliği ikinci sınıftayım. Dersler çok zor, çok çalışmak zorundayım. O gün sabah erkenden ders çalışmak için Odtü kütüphanesine gittim. Sadece kütüphanede bulunan, dışarıya ödünç verilmeyen ders kitaplarını alıp, orda çalışacağım. Öğle vakti eve döneceğim. Tüm "et-arabası" öğrenci otobüsleri bugün KKM denen yerde sıralanmışlar. Bizden birkaç yaş büyük öğrenci liderlerimiz ateşli konuşmalar yapıyorlar, elde bayraklar, "hükümeti protesto edeceğiz", diyorlar. Bir gün önce İstanbul'da bir toplantıya katılmış olan Odtü'lü öğrenciler orda kurşunlanmış.

Benim siyasetle, öğrenci oluşumları ile bir ilgim yok. O gün yok, bugün de yok. Benim ders çalışmam lazım, şehre dönmem, eve gitmem, evde ders çalışmam lazım. O günler Odtü şehirdışı, nerdeyse dağ başı. Okul servisinden başka ulaşım aracı yok. Bindim otobüslerden birine. Otobüsler kalktı, bizi Sıhhiye DTCF önünde bıraktı. DTCF önünde istiklal marşı, sonra koşarak Kızılay Zafer anıtı önüne varış, sol yumruklar havaya. Arkasından yolun önü ve arkası tüm yan sokaklar birden Fruko tabir edilen toplum polisi kamyonlarıyla kapatıldı. Tam kapana kısılmıştık.

Herkes kaçışmaya başladı. Kitap defter elimdeki herşeyi yere fırlattım. Zafer çarşısı sağ yan merdivenlerinden çıktım, arkadaki kamu şirketine girdim, uzun kalın paltomu açık vestiyere astım, bir kat üstte binanın öbür kapısını bulmak için koridorda dolaşırken, bir vatansever memur tarafından görüldüm, yakalandım, iki görevli hemen yetişti, iki koluma girdiler, Zafer Çarşısı merdivenlerinden aşağı indik, bir "Halk Düşmanını" yakalamanın keyfi içindeydiler, merdivenlerin iki tarafında sağcı gençler bana hakaretler yağdırıyorlardı. Bir Tv kamerası beni çekti, akşam Trt TV haberde yayınlanmış , haberim sonradan oldu.

Atatürk bulvarını geçtik, bugünkü Divan pastanesi yan sokağında bir minibüse sokulduk. Ben ilk yakalanan olduğum için en arkadaydım. Sonra otobüs diğer yakalanan öğrencilerle doldu ve kalktı. Bizi 19 Mayıs stadyumu içindeki merkeze götürdüler. Yol boyunca yumruk ve cop yedik, saçlarımız dibinden koparıldı. Sindik, ses çıkarmadık. Merkezde 100 kadar öğrenci, sandalyelere oturduk, tüm gece tek tek arka koridorda dayaktan geçtik.

Sonra gece görevlileri gitti, dinlenmiş kadrolar geldi. Sabah ifadelerimiz alındı, bir memur yazdı biz imzaladık, önden yandan gözaltı fotoğraflarımız çekildi, parmak izi kaydımız alındı. O kayıtlar daha sonra tüm ömür boyu kamuda, resmi tüm işlemlerde, ehliyet, pasaport, sicil, terfi konularında hep karşıma çıktı. Önden ve yandan çekilmiş, kalın boyunlu bordo kışlık kazak içinde uzun Afro saçlı- dayak sonrası sinmiş hırpalanmış gözaltı fotoğrafım ve parmak izlerim hep orda kaldı, her fırsatta hep önüme kondu. Sonra serbest bırakıldık. Otobüse bindim Eve döndüm, tüm sırtımda cop izleri vardı, yıkandım, traş oldum, haftasonu uyudum travmanın geçmesi kolay olur sandım, ama geçmedi. Hiç geçmedi. Ertesi gün Zafer Çarşısı arkasındaki kamu kurumu vestiyerinden paltomu aldım. Tek başına vestiyerde duruyordu, kimse dokunmamış.

Pazartesi günü Odtü Matematik anfisinde forum yapıldı. Olay günü gözaltına alınanlar olanları üstü kapalı anlattılar. Saçları koparılanlar, burnu kırılanlar, gözleri moraranlar, olan herşey zaten ortadaydı. Yakalananlar, olanları bir an önce unutmak istiyor, gibiydiler. Özellikle güzel bir Odtü öğrencisi gençkızı hatırlıyorum, burnu kırılmıştı, o sıralar onarım öyle kolay değildi.

O zamanki siyasilerin, telefon talimatı verdikleri, daha sonra kayıtlara geçti, "Öğrencileri öylesine dövün ki, aynı şeyleri yapmayı bir daha akıllarından bile geçirmesinler". Arkasından 5-Mart 1971 Odtü yurtlarının işgali geldi. Sonra Devrim stadyumunda tutuklanan öğrenciler. Sonra 12- Mart. Çok daha kötü şeyler oldu.

Arkasından okul kapandı. Eğitime uzun ara verildi. Daha sonra üç fidanın idamı. Bütün bunlar hafızalarımıza kazındı. Trauma geçti mi? Aradan 44 yıl geçti, içimizdeki trauma hala geçmedi. Bunları kimselere anlatmadık. Olanları hafızalarımıza gömdük. Yaşı o zamanlar daha yeni 20 olmuş bir gencin topluma olan güveni sarsıldı, orantısız gücün ne kadar acımasız olduğu gerçeğiyle, gençlere kullanılan güç ile erken tanıştı.

İfade özgürlüğü, önceden izin almadan toplu gösteri yapmak, mevcut Anayasa'mıza göre doğal hak. Ama pratikte öyle değil. Aynı tatsız tecrübeleri her dönemin gençleri yaşadı. İstanbul'da Gezi parkı gençleri yaşadı, Ankara'da Odtü gençleri, İzmir'in Gündoğdu meydanı gençleri, hep yaşadı. Başımıza gelenler, bu coğrafyada, bu acımasız hoşgörü yoksunu toplumda yaşamanın bir bedeli oldu. Bizim başımıza gelenler, bizden sonraki kuşakların, gençlerin başına gelmesin istedik. Eminim bir gün bu ülkeye tam demokrasi gelecek. Gelmesini hepimiz isteyeceğiz. Toplum içinde ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, saydamlık, bir gün yerli yerine mutlaka oturacak. Daha sağlıklı, mutlu, üretken, zengin bir toplum olacağız.



Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.


2015-06-20 Ankara

Saturday, June 13, 2015

Stanford Hapisane Deneyinin Türkiye uygulaması.


Değerli Okurlarım,

Stanford hapishane deneyi, mahkûm veya gardiyan olmanın psikolojik etkileriyle ilgili bir incelemeydi. Deney Stanford Üniversitesi'nde psikolog olan Philip Zimbardo liderliğindeki bir grup araştırmacı tarafından 1971'de yapıldı. Yetmiş kişi arasından yirmi dört lisans öğrencisi gardiyan ya da mahkûm rollerini oynamak üzere rasgele seçildiler. Seçilen öğrenciler Stanford psikoloji binasının bodrum katındaki sahte hapishaneye yerleştirildiler. Mahkûmlar ve gardiyanlar çok çabuk bir şekilde rollerine adapte oldular. Deney öngörülen sınırların dışına çıkıp tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geldi. Birçok mahkûm duygusal olarak travma geçirirken gardiyanların üçte biri "gerçek" sadistik eğilim sergilemekten yargılandı. Mahkûmların ikisi daha deneyin başında çıkarılmak zorunda kalındı. Kendisi dahil herkesin rolüne iyice kaptırdığından emin olduktan sonra Zimbardo altıncı günün sonunda deneyi bitirdi.

Stanford Hapisane deneyi, günümüzde "Özel Güvenlik" şirketleri ile artık hayatımızın bir parçası oldu. Rasgele güvenlik personeli yapılan, eğitim verilmemiş acemi insanlar, sitelerde yaşayanları sanki hapisanedeki mahkumlar gibi görmeye başladılar. Büyük şehirlerde hemen her sitenin özel güvenlik uygulaması var. Apartman ortak giderleri dışında her ay, daire sahiplerinden "güvenlik, çevre bakımı, çöp toplama gibi hizmetler" karşılığı 100 Lira civarında ek pay alınıyor. Bu paranın büyük kısmı güvenlik şirketine veriliyor. Bu parayı alan güvenlik şirketi size karşılığını veriyormu? Bunları vak'a analizleri ile karşılaştırmalı inceleyelim.
Olay.1. Ankara toplu konutlarının en eskisinde bir nakliye işimiz vardı. Sabah erken saatte bir daireden koltuk kanepe, bodrumdan iki parça beyaz eşya alıp İstanbul'a gideceğiz. Yolumuz 430km, hava kapalı ve sağnak yağışlı. Saat 09:00'da nakliye firmasının kamyoneti ile geldik. Nizamiyedeki güvenlik görevlisi bizi durdurdu, "Cumartesi günleri saat 10:00'dan önce kamyonlara giriş yok. Yönetimin emri, yönetimle konuşun, bize talimat versinler, müsaade edelim. Kuralları biz koymuyoruz." Üst yönetim kim? Belli değil. Bizimki kamyonet, kamyon değil. Kiminle konuşacağız belli değil. Kutsal Kitapta mı yazıyor? Kurallar makul sebepler altında uyumlu olamazmı? Neyse birileri bulundu, lütfen bize müsaade edildi, alacağımızı aldık, yola çıktık. Yol sağnak yağmur altında. Ben kendi arabamla önden Istanbul Ataşehir'deki adrese erken vardım, ama kamyonet ancak saat 17:00'de ulaştı. Eşyaları indirmeye başladık. Bu defa Ataşehir'deki güvenlik görevlisi koşarak geldi. "Efendim, cumartesi günleri saat 17:00'den sonra taşınmaya müsaade etmiyoruz. Yönetim talimatı." Ankara'dan geldiğimizi, saat 10:00'dan sonra ordan ancak çıkabildiğimizi, Ataşehir'e saat 17:00 gibi gelebildiğimizi anlattık. Görevli bizi bekletmedi, kendisi diafonla amirini aradı, durumu anlattı. Diyafondan Güvenlik şirketi amirinden cevap geldi, "Yardımcı olun, sorumluluk için taşıma kontratı imzalatın, taşıma sırasında çevresinde güvenlik sağlayın, eşyalar çalınmasın". Biraz sonra taşıma kontratı geldi. İçinde, "taşımayı müsaade edilen saatler dışında mücbir sebeblerle yaptığım, etrafta gürültü yapmayacağım, hızlı taşıma yapacağım, asansörü aşırı yüklemeyeceğim, aşırı yüklenirse bozulma durumunda asansör onarım masraflarını ödeyeceğim" şeklinde maddeler vardı. İsim, kimlik, imza yazdık imzaladık, iş hemen çözümlendi. İki ayrı güvenlik şirketinin müşteri memnuniyeti arasındaki büyük fark ortaya çıktı. Aynı gün, aynı işlem, aynı durum, iki birbirinden farklı uygulama.

Olay.2. Aynı yerde kapalı garajda araba tutmanın bedeli bu yıl ayda 60 lira. Kapalı garajda kış ayında araba bozuldu. Debriyaj baskı balata değişecek. Arabanın çekilmesi lazım, yerinden kaldıramıyorum. Alt garajda olduğu için, iterek çıkarma imkan yok. Garajın tavanı basık, her boy çekici giremiyor. Çekiciyi çağırdım, o da giremedi, kapıda park etti. İçerden arabaya baktı, bir şekilde kısa süreli çalıştırdı, kapıya geldi, çekiciye yükleyeceğiz, gideceğiz. Güvenlikçi geldi, "Çabuk çekiciyi çekin, yolu kapamayın", dedi. Yardımcı olmak bir yana, duruma engel oldu. Neyseki sakin günümdeydim, ilgilenmeyip, işime devam ettim, 10 dakika sonra yoldaydık.
Ataşehir'de aynı durumu kapıdaki güvenlikçiye sordum. Orda da güvenlik çiti içinde açık ve kapalı garaj var. Elektronik anahtar ile giriyorsunuz, ve ek ücret yok. Böyle bir durum olsa ne yaparlardı? "Kolay efendim, amirimi ararım, size bir tamirci gönderir, telefonla ya kendisi arar, ya da size tamircinin telefonu verir, o sürede biz kapıyı güvene alırız, siz hiç merak etmeyin."

Olay.3. Site kapalı otoparkında yer kayınvaldemin üstüne onun evine kayıtlı. Yaz ayında bir süre ben Ankara'da yokum. Güvenlikçiler kayınvaldemin evine üç kez geliyorlar, "Arabanızı çekin, orası başkasına verildi." Yanlız yaşayan yaşlı kadını gün boyu taciz ediyorlar. Bizim aylık ödemeler banka otomatik hesabına kayıtlı, ödememe durumu yok. Sonra anlıyoruz ki, bizim park numarası yeni evsahibine yanlış verilmiş, başka bir yer başka birine verilmiş ama yanlışlıkla bizim numaranın adresi kendilerine bildirilmiş. Önlerinde listeler var, bir kontrol etme gereğini hissetmemişler.

Ataşehir'de böyle bir durum yok, çünkü ödemeler aylık ortak giderler içinde, kapalı otoparkta yer rezervasyonu yok, nereye istersen oraya park ediyorsun. Zaten uzun süre kalmayacaksa kimse kapalı otoparka park etmiyor.

Olay.4. Bizim sitenin içinde tek villalar var. Bir gece birkaç hırsız evsahibinin evde olmadığı zamanı kollayarak eve giriyorlar, tel çite yanaştırdıkları kamyonete elektronik eşyaları yüklüyorlar ve gidiyorlar. Güvenlik bu sürede uyuyor. Kamera kayıtlarından eşgaller tesbit ediliyor, failler bulunuyor, ama eşyalar satılmış, ortada hiçbirşey kalmamış. Sonrasında sitenin tüm yan yaya kapıları kilitleniyor. Herkes ana nizamiyeden geçmek zorunda bırakılıyor. Bu önlemin çiti atlayıp eşya çalan hırsızlar için ne engel olacağını anlamakta güçlük çekiyorum.
Ataşehir'de de böyle durumlar az da olsa olabiliyor, ama orda yorgun personel yok. Gece hepsi uyanık olmak zorunda devamlı kontrol ediliyorlar, saat başı ve rasgele zamanlarda uyarı vermek zorundalar.

Olay.5. Durumu bildirmek şikayetimi anlatmak için güvenlik şirketini online web üstünden aradım. Karşıma çıkan servis elemanı bir email adresi veremedi. Hiç durmadan bir 444xxxx numarası verdi. Bu numaraların işe yaramazlığını artık herkes biliyor. Yani müşteri memnuniyeti diye birşey yok.

Güvenlik işinde ucuz kalitesiz servis olmaz. Güvenlik personeli mutlaka meslek içi eğitilmeli. Güvenlik personeli, sitede yaşayan insanlar için orda olduğunu bilmeli. Onların güvenliği, rahatı, mutlu olmaları için çalışması gerektiğini anlamalı.

Tüm özel şirketlerde güvenlik paranoyası oluştu, hala sürüyor. Yapılan işlemler aramalar, gereksiz güvenlik uygulamaları normal insanlara eziyet haline geldi. Müşteri memnuniyetini öncelik almayan özel Güvenlik şirketine mahkum değilsiniz. Personelini gerektiği gibi eğitmeyen şirketle çalışmak olmaz. Sadece personel değiştirmekle bu işler çözülmez. Müşteri memnuniyetsizliği artınca şirketi mutlaka değiştirin, derim. Stanford hapishane deneyini, kendi ortamımızda yaşamak zorunda değiliz.

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.



2015-06-14 Ankara

Thursday, June 11, 2015

Türkiye'nin Küresel Ortamda Artan Sera Gazı Emisyonları ikilemi


Değerli Okurlarım,

7-8 Haziran 2015 günleri Almanya Schloss Elmau G7 toplantısında, gelişmiş ülkeler 2020-2050 yılları arasında kendi CO2 emisyonlarını 2010 yılına kıyasla %40-70 arasında azaltmayı, ayrıca gelişmekte olan ülkelere bu konuda yardım için yılda 200 milyar US Dolarlık destek yapmayı ortak karara bağladılar. Konuya ilgisiz kalan Çin için gerekli uyarıyı da yaptılar. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerde artan fosil yakıt yakan termik santrallerin oluşturdukları "Sera Gazı Emisyonları" hakkında çok ciddi endişelenmeye başladılar.

Küresel ortamda sera gazı artışına sebep olmak doğru birşey değil. Ama bütün bunların tek sorumlusu biz, yani gelişmekte olan ülkeler değil. Paris'te 30 Kasım-11 Aralık 2015 tarihleri arasında "Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği" müzakereleri başlayacak. Almanya Bonn kentinde 1-11 Haziran 2015 arası ön görüşmeler yapıldı. Amaç küresel ısınmayı endüstri devrimi öncesine göre en fazla (2Celsius) artış ile sınırlamak. Konferans öncesinde bilgilendirme, politikalar oluşturma, uluslararası medya desteği sağlama çalışmaları devam ediyor.

Gelişmiş ülkeler son 100- yıldır fosil yakıt yakıyorlar, Sera Gazı Emisyonlarına yaptıkları olumsuz katkı çok fazla. Türkiye'nin bu konudaki olumsuz katkısı son 10-yılda oluştu, önümüzdeki yıllarda yerli kömür ağırlıklı yeni termik santral yatırımları ile daha fazla olacağı tahmin ediliyor. Gelişmekte olan ülkelerdeki artış son 10-yılın sonucu. İklim değişikliği müzakerelerinde gelişmiş ülkeler kendi olumsuz katkıları konusunda birşey yapmıyorlar. Ama iş gelişmekte olan bizim gibi ülkelerin durumuna gelince, bizi engellemeye kalkıyorlar. Kim ne kadar katkı koyacak? Herkes katkıyı başkasından bekliyor. Bizim iktisadi kalkınmaya, çocuklarımız için daha iyi hayat standardına ihtiyacımız var. Bunlar için elektrik üretimimizi artırmamız gerek. Öncelikle kendi kaynaklarımızı kullanmamız gerek. Yerli linyit yataklarımızı kullanmamız gerek. Bu bizim için de zor bir ikilem.

Yenilenebilir rüzgar, güneş, hidrolik kaynaklarımızı da artırmalıyız ancak bunlar baz yük karşılamıyor. Yenilenebilir kaynakların baz yük çalışabilmesi için yeni pahalı Pompalamalı Hidrolik santrallere ihtiyaç var. Bu santraller henüz bizde yok. Bunlara yapılacak yatırımlar bugünden yarına kısa zamanda gerçekleşmiyor. Almanya'da, Danimarka'da yenilenebilir enerji çokça üretebilir, çünkü baz yüke ihtiyaç olunca yandaki ülkenin Fransa'nın, Çek cumhuriyetinin nükleer santrallerinden, Polonya termik santrallerinden elektrik alabiliyorlar.
Bizim öyle bir imkanımız lüksümüz yok. Avrupa ortak iletim ENTSO-E hattı bağlantımız sınırlı. Çevreci gurupların, Türkiye'nin yerli fosil yakıtlı santral yatırımlarına hız vermesine ciddi karşı tavırları var. Herkes bizim ne kadar kömürlü yakıt yakan termik santral yatırımı yapacağımızı merak ediyor. Eskiden dert etmiyorlardı, çünkü ABD ve Batı Avrupalı üreticilerine bağımlıydık. Şimdilerde ucuz Çin ortaya çıktı. Pazar yön değiştirdi. Satış bitince herkes çevreci oldu. Önerilen çözüm termik santral "yapmamak", oldu.

Halbuki termik santral yeni "temiz kömür teknolojileri" ile, yerli imkanlarla, yerli mühendislikle, yerli imalatla daha iyi, daha randımanlı yapılır, daha iyi işletilir. Toz filtreleri ve baca gazı kükürtsüzleştirme tesisleri daha büyük yapılır. Sera gazı emisyonları daha az artar, en fazla bugünkü gelişmiş ülkeler seviyesine çıkar.

Dünyayı en çok kirleten termik santrallerin çoğu gelişmiş ülkelerde bulunuyor, çünkü eski. Gelişmekte olan ülkelerdeki santraller yeni teknolojiye sahipler, çevre ekipmanları tam yeterli konmuş ise nisbeten çevreyi daha az kirletiyorlar. Gelişmiş ülkelerin son 100-yıldır, bizim ise sadece son 10-yıldır ciddi seviyede sera gazı ürettiğimizi unutmayalım. Onların son 100-yıldır atmosfere gönderdiği karbon gazlarının toplamı bizim son 10-yıldır gönderdiklerimizden çok çok fazla. Ortadoğu'da yapılan son savaşlarda, ateşe verilen Kuveyt ve Irak petrol kuyularının atmosfere gönderdiği petrol yangınlarının sera gazları artışına olan etkilerini de hesaba katmak gerek. Bu savaşları biz çıkarmadık.

Kişi başına yıllık CO2 emisyonumuz 2010 yılı itibariyle 4.2 ton civarında. TUIK 2013 açıklamasında 6 tonu geçmişiz. ABD için (2010) kişi başına yılda 17 ton. AB ortalaması 7 ton, Almanya 9.1 ton, Fransa 5.5 ton, Rusya 12 ton. Ürettikleri doğal gazı basit çevrim yakmakta ısrar eden ülkelerde, Saudi Arabistan'da 17 ton, Kazakistan'da 15 ton. Küresel ısınma konusundaki önlemlere ilgisiz kalan Çin'de termik santrallerde yakılan fosil yakıtlar yüzünden kişi başına 6.2 ton ciddi miktarda sera gazı emisyonu var.

"Paris İklim Değişikliği" müzakerelerine bizden kimler katılacak? Nasıl bir hazırlık yapıldı? Sadece kamu görevlileri mi katılıyor? Bu işin içinde bizden yerli yatırımcılar da olmalı. Eli taşın altında olan şirketlerimiz de ciddi olarak katkı koymalılar, Türkiye'nin enerji durumunu ciddi sunumlarla açıklamalılar. "Paris İklim Değişikliği" müzakerelerine Türkiye olarak hazırlıklı gidelim, "Kyoto" müzakerelerinde olduğu gibi hazırlıksız yakalanmayalım, belirli bir politika saptayalım ve bu politikayı sürdürelim, götürelim. Unutmayalım, iklim değişikliği, ciddi bir durumdur.

Atmosferde biriken karbon salınımları gelmiş geçmiş en kapsamlı ve büyük "piyasa çöküşüne" yol açacak. Piyasaların bundan böyle müdahale olmaksızın verimli dengeler oluşturması mümkün değil. Başta Almanya olmak üzere, bu işlere kafa yoran ülkelerin zaman içinde hepimizi etkileyecek önlemlere yönelmeleri söz konusudur.

Küresel ısınma kapsamında, kendi durumlarına uygun politikalar üretmeyen- üretemeyen ülkeler, sonunda başkalarının iradesine- kararlarına tabi olacaklar.

Ref. COP21, Paris 2015, http://www.cop21.gouv.fr/fr

Haluk Direskeneli, ODTÜ Makina Mühendisliği 1973 mezunu olup, mezuniyetinden itibaren, kamu, özel sektör ve ABD – Türk yabancı ortaklıklarda (B&W, CSWI, AEP, Entergy) ağırlıklı olarak termik santral temel/ detay tasarım, imalat, pazarlama, teklif, satış ve proje yönetimi konularında çalışmış, bugüne kadar termik santral tasarım yazılımları konusunda yerli piyasaya, mühendislik firmalarına, yatırımcılara ve üniversitelere danışmanlık vermiştir. MMO ve ODTÜ Mezunları Derneği Enerji komisyonları üyesidir.



2015-06-10 Ankara